Bismillahirrahmanirrahim
Soru-89:
Bütün
farklı yönlerimize rağmen, hepimiz Müslüman olduğumuza göre,
hakikati öğrenerek ufak ayrılıklar için sürtüşmeden,
uhuvveti (kardeşliği), İslâm düşmanlarına karşı sağlamamız
gerektiğine göre, Alevî, Sünnî, Caferî, Şîî kardeşliği nasıl
sağlanır? Hz. Ali (k.v) ve 12 İmâmların hayatı bize örnek
olursa onlar en zalim emirler zamanında dahi İslâm'ı yaşayıp
yaşatmışlardır.
Cevap-89: Muhterem
kardeşim, bence ihtilaf ve uzaklaşmanın asıl nedeni,
farklılıkların büyüklüğü küçüklüğü, azlığı çokluğu değil,
onları bir kavga ve düşmanlık unsuru haline getirmektir.
Nice câhil ve mantıksız insanlar, çok küçük görüş
farklılıklarından dahi büyük ihtilaf ve düşmanlıklar
yaratabiliyorlar. Maalesef Müslümanların tarihinde bunun
örneği az değildir. "Kur'ân mahluk mudur, yoksa kadim midir?"
tartışması binlerce Müslüman'ın kanını akıtmamış mıdır
İslâm tarihinde?! Ve...
Evet
önemli olan farklılıkları ve görüş ayrılıklarını kavgaya
dönüştürmemek; en azından birbirinin görüşlerine saygılı
olmaktır. Şimdi İslâmî uhuvvetin te'sisi için gerekli
bulduğumuz bazı hususları aşağıda hatırlatmağa çalışacağım:
a)-Her
şeyden önce müştereklerimizi unutmamamız gerekir. Yani, en
az farklı yönlerimiz kadar, müşterek yanlarımızın bulunduğu
bir gerçektir. Bu gerçeği göz ardı etmek mantıksızlıktır.
Bakın Kur'ân-ı Kerim, Kitap ehlini dahi müşterek noktalarda
birleşmeğe ve iş birliği yapmaya davet ediyor.
Bizim kendi aramızda, Ehl-i Kitap kadar müşterek yanımız yok
mudur?!
b)-Birbirimizi çok yakından, hem de en yetkili ağızlardan ve
en sağlam kaynaklardan tanımaya çalışmalıyız. Bunu yaparsak
inanıyoruz ki bir çok isnat ve ithamların asılsız veya
zannedildiği şekilde olmadığı ortaya çıkacaktır. Zira
uzaklaşmalar çoğu zaman yanlış ve kafadan dolma bilgiler ve
isnatlara dayanmaktadır.
c)-Hiçbir
şahıs veya grup hakkında ön yargılı ve peşin hükümlerle
yaklaşmamak gerekir. Ön yargılı ve peşin hükümler hem İslâmî
insafa ters düşer, hem de akıl ve mantık ölçülerine. Sağlam
belge ve bilgilere dayanan kesin ve pürüzsüz sonuçlara
varmadıkça, her zaman bildiğimizin aksinin de doğru
olabileceğine bir ihtimal payı bırakmak gerekir.
d)-Her
grubun sadece kendi kaynaklarına yetinip başkaları hakkında
görüş belirtme alışkanlığına son verilmelidir artık.
Özellikle ihtilafî konularda karşı tarafa inandırıcı
olabilmek için mümkün mertebe onların kendi kaynaklarından
delil gösterilmeli; her iki tarafın kabul ettiği müşterek
ölçüler ve prensipler üzerinden hareket edilmelidir.
e)-Kur'ân-ı Kerim Resulü'ne hitaben şöyle buyuruyor: "...Öyleyse
müjde ver benim o kullarıma ki sözü dinler ve en güzeline
uyarlar. İşte onlar Allah'ın kendilerini hidâyete
eriştirdikleridir ve onlardır halis akıl sahipleri."
İşte bu âyet-i kerime gereği diyaloglarımızı günden güne
geliştirmeli, araştırmaktan ve birbirimizi dinlemekten
hiçbir zaman çekinmemeli; kısacası kendimizi taklidî bir
imandan çıkarıp tahkikî imana varmalıyız.
f)-Bunların hepsinden de önemlisi çeşitli mezheplere mensup
İslâm âlimleri arasında güçlü bir diyalogun oluşmasıdır.
Zira bu ihtilafları en köklü şekilde ancak, dinini dünyaya
satmayan, Allah'ın rızasını her şeye tercih eden, hiçbir
sulta ve sultandan çekinmeyen, kendini bütün mezhebî ve ırkî
taassuplardan ve kim ne der kaygılarından arındırmış hakikî
âlimlerin aralarında oluşturacakları konsey türü bir oluşum
çözebilir veya en aza indirebilirler. Tabi bu oluşum kendi
aralarında sırf ilmî, aklî ve nakli ölçülere dayanarak ve
her şeyden önce müşterek kabuller ve prensiplerden hareketle
sorunlara ve ihtilafı konulara çözüm bulmaya çalışacaklardır.
Birbirlerini ikna edebilirlerse ne a'la, aksi taktirde yine
de herkes kendi görüşünü korumakla birlikte aralarındaki
kardeşlik ve dostluk bağlarını korumaya özen göstermeli ve
ihtilâfî konularda birbirlerini mazur görmeye
çalışmalıdırlar. Tabi ulemâ arasındaki bu samimî ve kardeşçe
ilişkiler, ister istemez halk arasında da olumlu yansımalar
bulacak ve düşmanlıklar, yerini kardeşçe ve dostça
münasebetlere bırakacaktır. İnsaf sahibi her Müslüman'ın
düşlediği o günlerin bir an evvel gelip çatması ümidiyle.