KEVSER YAYINCILIK

  Ana Sayfa / Soru ve Cevaplar                                                                                                           Soru ve Cevaplar

Bugün :  

  Sık Kullanılanlara Ekle                                                                                                                                                                                                                                                         Başlangıç Sayfası Yapın
 

Bismillahirrahmanirrahim

 

Soru-83: Selamun Aleykum. Ben 15 yaşındayım ve Trabzon'da yaşıyorum. Size sorum şu: Sanki Aleviler sizin gözünüzde hata mı yapıyorlar? Alevilerin üzerinde bulunduğu yol hatalı mı? ALLAH kolaylık versin ve sizi başımızdan eksik etmesin.  (Cengiz Kaan Pehlivan)

 

 

 

Cevap-83: Ve Aleykum Selam benim güzel kardeşim. Her şeyden önce bu yaşta bu gibi konulara merak sarıp öğrenmeğe çalışman, bizi son derece mutlu ediyor. Rabbim sizin gibi daha hiçbir fikri veya ameli pisliğe bulaşmamış genç kardeşlerimizi kendi himayesinde korusun. 

Sorunuza gelince, evet kardeşim tahminiz büyük ölçüde doğrudur. Bize göre maalesef bugün Alevi diye tanınan camia büyük ölçüde gerçek İslam olarak inandığımız Ehl-i Beyt yolundan uzaklaşmış durumdalar. Gerçi dillerinde bunun aksini ifade etseler dahi. Çünkü eğer gerçekten hedef Ehl-i Beyt'in nurlu yolunu takip etmekse, Ehl-i Beyt'in düşünceleri ve uygulamaları en sağlam kaynaklar vasıtasıyla bize ulaşmış durumda. Ama maalesef bu kardeşlerimiz hiçbir sağlam kaynağa baş vurmadan, sadece kafadan dolma ve sineden sineye aktarılan bazı tahrif olmuş ve zaman aşamasında gerçeklerden büyük ölçüde uzaklaşmış bilgilerle yetinip Ehl-i Beyt yolunun bu olduğunu sanıyorlar. Ancak kesinlikle yanılıyorlar. Allah Resulü bize Kur'an ve Ehl-i Beyt’i emanet olarak bırakıp gitmiştir. O halde biz bugün bütün düşünce ve davranışlarımızı bu iki kaynağa göre düzenlemeliyiz. Üzülerek görüyoruz ki bugün Aleviler içerisinde yaygın bir çok durumları Kur'an ve Ehl-i Beyt açısından doğru bir yere koymak asla mümkün değildir.  İçki içmenin sakıncasız görülmesi, oruç (Kur'an'ın dediği şekilde) tutulmaması, namaz kılınmaması vs. şeyler ki bunların hem Kur'an, hem de Ehl-i Beyt açısından batıl ve yanlış düşünceler olduğu  gün gibi ortadadır. Her halükarda eğer Kur'an ve Ehl-i Beyt'e inanıyorsak, yeniden dönüp sağlam, yazılı ve tereddütsüz kaynaklara (Hz. Ali'nin Nehc-ül Belağa kitabı gibi) dayanarak düşünce ve amellerimizi düzenlemeye çalışmalıyız.

Ben siz aziz kardeşime şu sitelerin çeşitli bölümlerini dikkatlice gözden geçirmeni ve ona göre düşünüp kararını vermeni istiyorum. www.kevser.net - www.caferilik.com- www.ehli-beyt.net

Yine de eğer kafanıza takılan sorular olursa bize yazabilirsiniz. Burada size önceden başka bazı kardeşler tarafından sorulan soruları ve cevaplarını da size gönderiyorum. İnşaallah faydalı olur. Allah'a emanet ol ve bize yazmayı unutma. Allah yardımcın olsun.

 

 

Bismillahirrahmanirrahim

 

Soru: Cem evleri, cem evlerindeki dedeler hakkında bize sağlıklı bir bilgi verir misiniz?

Cevap: Muhterem kardeşim, benim bu konularda detaylı ve ciddi bir araştırmaya dayalı bilgim yoktur. Fakat eğer cem evleri diye bilinen bu müesseselerin ve oralarda görev yapan dedelerin durumunu Ehl-i Beyt mektebi prensipleri açısından sorarsanız, bu konuda size olumlu bir şey söyleyemem maalesef.  Özellikle bu evler İslam'daki Cami olayına bir alternatif olarak görülürse, bu asla kabul edilemez.  Ama eğer onlar da birer kültürel müessese gibi görev yaparsa, bu açıdan bir sakıncası olmaz. Bugün dede diye tanınan kimselerin durumu da maalesef, fazla içi açıcı değil. Evvela büyük bir cehalet yaşanıyor; yani Ehl-i Beyt'in gerçek yolu ve öğretileri açısından düşünürsek. Saniyen bu dedelik de bildiğimiz kadarıyla, öyle ilim irfan ve ehliyete dayanmaktan öte, daha çok, babadan evlada intikal eden bir saltanat gibidir adeta, ister doğru düzgün bilgileri olsun veya olmasın. Zaten olan bilgiler de genelde hiçbir kaynağa, delile ve belgeye dayanmamaktadır. Sadece sineden sineye intikal eden ve intikal ettikçe de akıl almaz tahrifata uğrayan ilginç bir birikim. Her neyse burada bilinmesi gereken şey şudur ki, ortada yüzlerce sağlam ve bizzat Ehl-i Beyt imamlarının  yaşadığı devirlere dayanan eserler bulunduğu halde ne olduğu ve hangi kaynağa dayandığı belli olmayan akıl almaz çelişkilerle dolu, Kur'an ve Ehl-i Beyt öğretileriyle uyuşmayan bir inanç ve amel müessesesi kimseye bir yarar sağlamaz. Ve maalesef bu sahneleri gören ve Ehl-i Beyt'ten uzak olan kimseler, bunları gördüklerinde, bu mektebe yakınlaşma yerine fersahlarca uzaklaşıyorlar.  Elbette biz bugün Alevi camiasını fikri müstaz'af olarak görüyoruz ve inanıyoruz ki bütün yanlışlarına rağmen onları dışlama yerine, şefkat ve merhametle yakınlaşıp elimizden geldiği kadar gerçek Ehl-i Beyt yolunu onlara göstermeğe çalışmalıyız. Aksi takdirde onları, özellikle gençlerini sapık ideolojilerin ağına itmiş oluruz. Maalesef  bugün yapılan da daha çok bu istikamettedir.     

 

 

Bismillahirrahmanirrahim

 

Soru: Selamun aleykum, sayın hocam, size bazı sorularım olacak; cevaplarsanız beni mutlu edersiniz:

1. Ben kendini yetiştirmekte olan bir alevi genciyim fakat sürekli çelişkiler içindeyim; mesela namaz konusunda. Sizin sitenizde namaz, abdest bildiğimizin dışında. Madem sizin öğretileriniz doğru olandır, o zaman milyonlarca Müslüman namazı yanlış mı kılıyor; abdesti yanlış mı alıyor?

2. Nehc-ül Belağa'nın içeriğinde olan bilgiler neden gündemde değil?

3. 12. İmam Hz. Mehdi'nin kıyamet gününe yakın dünyaya adalet dağıtacağına inanıyoruz. Gerçekten de o kişi Hz. Mehdi midir, yoksa gelecek olan mehdinin kim olduğu bilinmiyor mu? Bu konuda kaynaklar nelerdir?

Allah sizden razı olsun; saygılarımla.

 

Cevap: Muhterem kardeşimiz, sorularınız cevabı kısaca şöyledir:

1. sorunun cevabında aşağıdaki noktalara değinmemiz gereklidir:

a) Allah insanları hakkı benimsemek ve o yolda gitmekle yükümlü kılmıştır: Kur’an-ı Kerim “Hakkın ötesinde batıldan başka bir şey mi vardır” (Yunus 32) diye buyurmaktadır. Ve Hz. Ali (a.s) “Hak yolunda yürümekten o yolda yürüyenlerin azlığı yüzünden korkuya kapılmayın.” (Nehcu’l-Belağa, S.181) diye buyurmuştur.

Önemli olan hakkı teşhis etmek ve hakkın nişanelerini görmeğe çalışmaktır. Bunun için insan bildiği hakikatlere samimiyetle sarılıp Allah’a doğru bir kulluk yolunu seçmesiyle harekete başlamalı ve sürekli Allah’tan kendisini hakka doğru hidayet etmesini istemelidir. Hakkı tanımanın yollarından biri mantıksal delilleri incelemektir. Bu yolları kat eden bir insan Allah’ın izniyle her adımıyla hakka doğru yaklaşır.

 Hiçbir zaman insan şeytanın vesveselerinden uzak kalamaz. Hakkı gördükten sonra insan kendisine mazeretler uydurarak çoğunluk başka türlü davranıyor demeye hakkı yoktur. Hakkı gören bir insan şaşkınlar gibi sağa sola bakmamalıdır. Aksi taktirde şüpheler içinde boğulur gider; hiçbir zaman iman sahibi olamaz.

Elbette şüphecilik hakkı aramak yolunda bir başlangıçtır; ancak iyi bir durak değildir. İnsan doğrulara sahiplenerek şüphe aşamasını geçmeye çalışmalıdır. Şüphe ve vesveselerden kurtulmak için şu hadiste yer alan duayı okumak da insana yardımcı olur İnşaallah:

Abdullah b. Sinan İmam Cafer Sadık (a.s)’ın şöyle buyurduğunu nakleder: Sizler şüpheyle karşılaşacaksınız; görebileceğiniz bir alamet ve hidayet imamı olmadan kalacaksınız. Bu durumdan sadece boğulmakta olan kimsenin duasını okuyan kimse kurtulacaktır. Ben “Boğulan kimsenin duası nedir, diye sordum. İmam Ca’fer Sadık (a.s) şöyle buyurdular: Şöyle dersin “Ya Allahu, Ya Rahmanu, Ya Rahim, Ya muqallibe’l-Kulub, sebbit qalbi ala dinik(e). (Yani “Ey Allah! ey Rahman! Ey Rahim! Ey kalpleri döndüren! Benim kalbimi kendi dinin üzerine sabit kıl.”)...(Biharu’l-Envar C.25, S.148) Bu değerli hadisin devamı vardır ki biz söz uzamasın diye ihtiyaç miktarını naklettik.

 

b) Biz inanıyoruz ki, Allah bizleri yaratmış ve Peygamberler göndererek bizlere doğru yolu göstermiştir. Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa tüm insanlık için gönderilmiştir. Her kes ona uymalı ve herkes onun getirdiği dinde kurtuluşu aramalıdır. Kim İslam’dan başka bir din edinirse bu din ondan kabul edilmez ve ahirette o hüsrana uğrayanlardan olur.” (Dünya halkının çoğunluğunun putperest veya Hıristiyan oluşları bu hakikati değiştirmez.) Biz inanıyoruz ki, Hz. Muhammed Allah’ın emriyle tebliğini başlattığı ilk günlerden ta tebliğinin son anlarına kadar defalarca Müslümanları kendisinden sonra iki emaneti olan  uymaya Kur’an ve Ehl-i Beyt’inden ayrılmamaya emretmiştir. Ve ancak bu ikisine bir arada uyulduğu taktirde insanın sapmaktan kurtulabileceğini hiç kimseye şüphe bırakmayacak şekilde açık seçik ifade etmiştir. Ve Peygamber yine hiç kimsenin kuşku edemeyeceği sahih hadislerde kendi Ehl-i Beytinin kim olduklarını da beyan etmiştir. Bunların Hz. Ali ve Hz. Fatıma ve Hz. Ali'nin soyundan olan on bir İmam olduklarını açıklamıştır. Öyle ki bizce İslamî kaynakları hakkınca inceleyen bir insan, bu konunun şüphesi götürmeyecek bir hakikat olduğunu anlar. Ancak ümmet -az bir kısmı hariç- Peygamber’in bu vasiyetini ayak altına alarak yalnız Kur’an’ı kabul etmiş ve Peygamber'in sünnetinden de kendi görüşlerine göre uygun gördükleri kısmını almış ve geri kalan kısmında da kendi görüşleriyle amel etmişlerdir. İslam tarihinde bu işin öncüğünü İkinci Halife Ömer yapmıştır. O defalarca Peygamber’e itirazda bulunmuş ve son defasında "Bize Allah’ın kitabı yeter; bu adam (Peygamber) hezeyan söylüyor demiştir." Bu hareket sonucu Kur’an’ı Ehl-i Beyt’ten ayırma teşebbüsü başlamış ve dünyevi eğilimler kabile tassupları vb. nedenlerle bu çaba İslam tarihinde güçlü hat olarak egemenliği sürekli elinde tutmuş; dinin hükümlerinde çeşitli tahrifler icat olmuş namaz, zekat, hac vb. bir çok hükümler de bu tahrif ve bid’atten uzak kalmamıştır. Belki de bunun başlıca nedeni Sahabilerden başlamak üzere çoğunluğun bizim inandığımız manada Peygamber’in tam bir masumiyet makamına sahip olduğuna inanmayışları ve bu yüzden Peygamber’in emirleri karşısında kendi görüşlerini de yürütmenin bir sakıncası olmadığına inanmalarından başlamıştır. Ancak bu hattın karşısında Kur’an ve Ehl-i Beyt hattına birlikte sadık kalanlar Hz. Muhammed (s.a.a)’in dininde oluşturulan bu tahrifler karşısında direnmiş ve karşılaştıkları her konuda teslimiyet içinde Kur’an ve Ehl-i Beyt’e başvurmuş ve onlar vasıtasıyla dini olduğu gibi korumuşlardır. Bu yol elbette büyük fedakarlıklarla korunmuş ve Hz. Hüseyin ve pak yaranının Kerbela’da susuz şehit edilmeleriyle simgelenen Peygamber (s.a.a)’in sünnetine tam bağlılık çizgisi hep Allah yolunda her şeyinden geçen Ehl-i Beyt ve yarenleri vasıtasıyla korunmuştur. Şimdi de Ehl-i Beyt’in hadislerini koruyan takvalı ve büyük alimler vasıtasıyla korunmaktadır.

 

c) Bizce gündüzü geceden teşhis etmek ne kadar kolay ise taassupsuz bir şekilde Ehl-i Beyt’in nurlu mektebini kaynaklarından okuyarak onu diğer mezheplerle mukayese eden kimse de Ehl-i Beyt yolunun ve Ca’feri mezhebinin hak ve diğer mezheplerin haktan uzaklaşan yollar olduğunu anlar. Bu konudaki şüphe araştırmadaki yetersizlikten kaynaklanıyorsa, araştırmak ve gerçekleri hakiki kaynaklarından öğrenmeye çalışmak gerekir; ama eğer bu şüphe konuları araştıran insan için yine devam ediyorsa, bilsin ki şeytan ona musallat olmuştur. Kur’an buyuruyor ki “Onların yaptıkları kalplerini kirletmiştir.”

Başka bir ifadeyle Peygamber (s.a.a)’den sonra Hz. Peygameber’in emrine uymakta vefalı olan kimseler Hz. Ali'nin etrafında toplanmış ve bunlara Şia denmiştir. Fıkıh olarak İmam Ca’fer Sadık döneminde mezhebi ekoller belirginleştiği ve tedvin edildiği için yine Ehl-i Beyt İmamlarından olan İmam Ca’fer Sadık’a fıkıhta müracaat edenlere Ca’feri denmiştir.

Biz inanıyoruz ki bu temel konu açıklığa kavuştuktan sonra ve Ehl-i Beyt imamlarının söz ve hadislerini en sağlam yollardan bize ulaştıran kimselerin varlığı ve Ehl-i Beyt mektebinin hadis kaynakları bilindikten sonra artık kimsenin bu konuda bir tereddüt etmesine yer kalmaz; tabi eğer kalp, günahlar vasıtasıyla hakka uyabilme kabiliyetini yitirmiş olmazsa. Ki elbette bu durumda Allah’ın özel lütfünden başka, o kimsenin kurtarıcısı olmaz. Ne kadar sağlam deliller de ortaya konsa, yine o adam kendi batıl saplantılarından kopmaz ve hidayetten mahrum kalır.

 

2) Nehcü’l-Belaga Hz. Ali (a.s)’ın hutbe ve mektup ve kısa sözlerinden bir kısmını içermektedir. Bu hutbeler Şia’nın büyük şahsiyetlerinden olan Hicri 4. asırda yaşamış büyük alim Seyyid Razi tarafından toplanmıştır. Bu değerli eserin söz konusu edilmeyişinin sebebi bellidir. Çünkü Osmaniyye (Hz. Ali (a.s)’ın düşmanı olan ve ona açıkça laneti reva gören kimseler, Muaviye’den başlamak üzere hakimiyete geçmiş ve bunların döneminde, Hz. Ali (a.s)’ın üstünlüğünü gösterecek bu gibi eserlerin toplanmasına müsaade verilmesi düşünülemezdi zaten. Yüz yıl Hz. Ali’ye lanet okutturan Emeviler mi buna izin verecekti?! Ehl-i Beyt dostları öyle sıkıntılı bir dönemler bu zalimlerin hakimiyetinde yaşamışlardır ki tarih kitaplarının yazdıklarına göre bazen birine Yahudi veya Hıristiyan suçlaması yapmak, ona Hz. Ali’nin dostudur demekten daha kolay gelirdi. Bu dönemlerde Ali adını taşıyan bazıları zalimlerin korkusundan isimlerini bile değiştirmek zorunda kalmışlardır. Tüm bunlar sağlam tarihi kaynaklarda mevcuttur. Acaba bu dönemlerde Hz. Ali (a.s)’a ait hutbelerin ders ve ilim konusu yapılması mümkün olurdu mu? Sonraları başa gelen Abbasiler de Ehl-i Beyt İmamlarına karşı düşmanlıkları ve Alevileri (Hz. Ali (a.s)’ın soyundan gelen kimseleri) acımasızca öldürmeleri, hatta diri olarak duvarların aralarına bırakıp onların harç olara kullanmaları vb. binlerce zulümleriyle Emevilerden Ehl-i Beyt’e karşı daha düşman ve daha zalim olduklarını ispatlamışlardır. Gerçi Abbasiler bazen nifak yöntemine başvurmuşlarsa da ama tüm güçleriyle Ehl-i Beyt’in öğretisinin yayılmasına engel olmaya çalıştıkları tarihi açıdan malumdur. Sonraları başa geçen Osmanlılar da aşağı yukarı aynı yolun takipçiliğini yapmış ve Muaviye’nin koyduğu çizgiden az bir uzaklaşıp Ehl-i Beyt’in yoluna meyleden kimseler, Osmanlı Şeyhu’l-İslamları tarafından katl-i farz olarak ilan edilmiştir. Şimdi böyle bir ortamda Nehc-ül Belağa'nın söz konusu edilememesinin nedeni kendiliğinden bellidir.

Kaldı ki Nehcü’l-Belağa’daki bazı hutbelerde Hz. Ali açıkça ilk üç halifeyi eleştirmiş ve onların hilafeti haksız yere gasbettiklerini bildirmiştir. Muaviye’yi de açık bir şekilde zalim, fasık ve münafık olduğunu beyan etmiştir. Şimdi Muaviye’nin koyduğu bir inanç temelini benimseyen bir toplulukta bu kitabın fazla söz konusu olmasını beklemek mümkün nü?

Elbette şunu bilmemiz gerekir ki, tarihte ve günümüzde Nehc-ül Belağa’nın muhtevasına hayranlığı yüzünden bu kitabın önemini dile getiren, hatta bu kitaba şerh yazan birçok Ehl-i Beyt mektebine bağlı olmayan alimler de mevcuttur. Örneğin Mutezile’nin meşhur alimlerinden olan İbn-i Eb-il Hadid. Bu zatın Nehc-ül-Belağa’ya yazmış olduğu şerh, gerçekten ilim hazinesi sayılacak ansiklopedik bir eserdir. Sonra Mısır alimlerinden Abduh’un da Nehc-ül Belagaya şerhi mevcuttu yine Subhi Salih isimli muasır bir Sünni alimi de Nehcü’l-Belağa’yı kendi tahkikiyle yayınlamış bir Sünni alimidir.

 

3. Hz. Mehdi Peygamber (s.a.a)’in açıkladığı üzere on iki İmam’ın on ikincisidir: Şimdi hayatta ve gözlerden gaiptir. İnsanların gaybet döneminde ondan yararlanması bulutlar arkasında olan güneşten yeryüzündeki varlıkların yararlanması gibidir. O hak ve masum imamdır; yeryüzünün kutbudur. O olmasaydı insanlar varlıklarını sürdüremezlerdi. Çünkü yaratılış alemi imamsız ve hüccetsiz olamaz. O Kur’an’da ve Peygamber’in hadislerinde yer alan kesin vaadler uyarınca zuhur edecek ve yeryüzünü adaletle dolduracaktır. Hz. İsa (a.s) gökten inerek onun yardımcılığını üstlenecektir. Canımız onun ayaklarının altının toprağına feda olsun!

Bu konudaki kaynaklar için bu sitenin arşiv bölümünde "Ehl-i Beyt Öğretisi" dergisinin 3. sayısında yer alan Mehdilik konusu makalesine, Kütüphane bölümünde yer alan "Adalet Güneşi" isimli kitaba ve keza www.mehdi.tc sitesine bakabilirsiniz. Allah'a emanet olun.



 

Bismillahirrahmanirrahim

 

Soru: Sevgili Ehl-i Beyt dostları, sizlere bazı sorularım olacak; bu soruları mı cevaplandırırsanız çok sevinirim. Saygılarımla.

 

1- Ramazan'da bazı Şii ve Alevi arkadaşlarımın oruç tutmadıklarını görüyorum; benim sorum şudur: Alevilik'de ve Şiilik'de ne zaman ve kaç gün oruç tutulur?

2- 12 imam Orucu ne zamandan beri tutuluyor?

3- Kur'an'da Muharrem'de tutulan 12 imam orucu il ilgile açık ayetler var mı?

4- Tevrat ve İncil'de 12 imam orucu ile ilgili ayetler var mı?

5- Kerbela olayı miladi olarak hangi tarihte gerçekleşmiştir?

6. Dünyanın başka herhangi bir yerinde Türkiye'deki Aleviler gibi diğer dünya Alevileri namaz kılmıyorlar ve sadece cem ayiniyle mi yetiniyorlar veya onlarda da cem ayini diye bir uygulama var mı?

7. İmam Cafer Buyruğu olarak addedilen "Buyruk kitapları" İmam Cafer Sadık (a.s.) hazretlerine mi aittir veya menşei nedir?

8. Kur'an'da cem ayini ile ilgili bir ayet var mı?

9. Cem ayininin menşei nedir?

10. Kur'an'da namaz kelimesine karşılık gelen Arapça kelime nedir? Bu kelime Kur'an'da kaç kere geçiyor?

11. Neden Sünnilere Ehl-i Sünnet ismi veriliyor? Bizler Sünnet ehli değil miyiz?

 

Cevap: Muhterem kardeşim, Sorularınızı sırasıyla cevaplandırmaya çalışacağız:

 

1- Ramazan'da bazı Şii ve Alevi arkadaşlarımın oruç tutmadıklarını görüyorum; benim sorum şudur: Alevilik'de ve Şiilik'de ne zaman ve kaç gün oruç tutulur?

 

Cevap: Evvela evvela siz de biliyorsunuz ki bir dini veya mezhebi hiçbir zaman o dine veya mektebe mensup olanların icraatı dikkate alınarak değerlendirmek doğru olmaz. Örneğin Müslüman olmayan bir kimse bugünkü Müslümanların durumuna bakarak İslam hakkında bir kanaat sahibi olmaya çalışırsa, belki bir kişi bile Müslüman olmaya rağbet etmez. Şimdi gelelim sorunuza; aziz kardeşim, sorunuzun cevabını anlamamız için Gerçek Şiilik ve Alevilik olan Ehl-i Beyt mezhebinin ana kaynakları olarak kabul edilen Kur'an-ı Kerim ve Resulullah'ın ve Ehl-i Beyt'inin hadislerine (ki aslında onlar da Resulullah'tan miras aldıkları hadislerdir) müracaat etmek gerekir. Bu konuda asırlar öncesinden (bizzat On iki İmamların hayatları zamanından beri) yazılan ciltler dolusu geniş kitaplar yazılmıştır. İsteyen herkes o kaynaklara müracaat edebilir. Evet bizim bu konudaki delilimiz Kur'an'dan Bakara Suresinin 183 ila 185. ayetlerdir ki sözü uzatmamak için ayetlerin metninin vermiyoruz. İsteyenler Kur'an'a müracaat edebilir. Resulullah ve Ehl-i  Beyt'inden nakledilen hadislerden ise birkaç tanesini örnek olarak vermekle yetiniyoruz:

Resul-i Ekrem (s.a.a): "Bu Ramazan ayı, öyle bir aydır ki onun orucunu Allah farz kılmıştır. Cennet kapıları onda açılır. Şeytanlar onda bağlanır. Onda bir gece vardır ki bin aydan daha hayırlıdır (kadir gecesi). Kim o geceyi (ibadet, tövbe ve.. ile) idrak etmezse, (İlahi lütüflardan) mahrum kalır." Allah Resulü bu cümleyi üç defa tekrar etti." (Bihar-ül Envar, C.97, S.17)

 

Hz. Emir-ül Mu'minin Ali (a.s): "Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah'a yönelenlerin yapıştıkları en büyük vesile, ona ve Rasûlü'ne inanmak, yolunda cihad etmektir. Cihad, İslâm'ın en yüce rüknüdür. Aynı zamanda Allah'ın birliğini ikrar etmek de bu vesîlelerdendir; çünkü bu ikrar, yaratılışa uymaktır. Ve namaz kılmaktır, çünkü bu dînin esâsıdır. Ve zekât vermektir; çünkü bu, gerekli bir farzdır. Ve Ramazan ayının orucunu tutmaktır; bu da azaptan bir kalkandır. Ve Kâbe'yi ziyaret etmektir, hacdır, umredir; bunlar da yoksulluğu giderir, günahları yıkar, arıtır. Ve akrabâdan kesilmemek, onları görüp gözetmektir. Bu malın, ahvalin genişlemesine, ecelin gecikmesine sebeptir. Ve gizli sadaka vermektir ki bu suçları bağışlatır. Ve açıkça sadaka vermektir; bu da kötü ölümleri defeder; iyi işlerde bulunmaktır; buysa kötülüklere, kötü çağlara düşmekten korur insanı..." (Nehc-ül Belağa, Hutbe: 110)

 

İmam Cafer-i Sadık (a.s): "Allah-u Teala bizden önce hiç bir ümmete Ramazan orucunu farz kılmamıştır." Ravi şöyle sordu: "O zaman "Allah size orucu farz kıldı; sizden öncekilere farz kılındığı gibi..." ayetine ne diyorsunuz? İmam Sadık şöyle buyurdu: "Allah-u Teala Ramazan orucunu geçmiş ümmetlere değil, sadece  peygamberlere farz kılmıştı. Ama Allah-u Teala bu (İslam) ümmete Ramazan ile lütfedip onun orucunu hem Resulullah'a hem de ümmetine farz kıldı." (Men La Yahzurh-ul Fakih, C.2, S.99)

 

İşte gördüğünüz gibi aziz kardeşim, hem Kur'an ayetleri, hem de Resulullah'ın ve Ehl-i Beyti'nin hadisleri Ramazan orucunu İslam ümmetine İlahi bir lütuf olarak farz kılındığını açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Artık bu delillerden sonra, Kur'an'a, Resulullah'a ve onun tertemiz Ehl-i Beyti'ne inanan bir kimsenin bu İlahi farizayı ihmal etmesi düşünülemez.

 

2- 12 imam Orucu ne zamandan beri tutuluyor?

 

Cevap: 12 imam orucundan maksadınız Muharrem ayının birinci gününden başlayarak Alevi geleneği olarak tutulan oruçtur herhalde. Bu orucun ne zamandan beri bir dini görev olarak Aleviliğe girdiği hakkında bir bilgiye sahip değiliz.

 

3- Kur'an'da Muharrem'de tutulan 12 imam orucu il ilgile açık ayetler var mı?

 

Cevap: Muharrem ayının orucu hakkında Kur’an’da bir ayet yoktur.

Ehl-i Beyt İmamlarından Muharrem ayının birinci günün orucunun farz değil ama müstehap olduğu hakkında hadis vardır. Örneğin şu hadise dikkat ediniz:

Merhum Şeyh Abbas Kummî, Nefes-ul Mehmum adlı eserinde kendi senediyle Reyyan ibn-i Şebib'den rivayet etmiştir ki o şöyle dedi:

"Muharrem ayının ilk gününde Eb-ül Hasan (İmam) Rıza'nın (Allah'ın selamı ona olsun) yanına vardım; o bana: "Ey İbn-i Şebib oruca niyetli misin? dedi. "Hayır" dedim. İmam Rıza: "Bu gün Hz. Zekeriyya'nın "Ey Rabbim kendi indinden bana pak (temiz) bir soy ver sen dua'yı işitensin" diyerek Rabbi (Azze ve Celleye) dua ettiği gündür. Allah onun duasını kabul buyurdu ve meleklere emretti ki Zekeriyya mihrapta durup namaz kılarken şöyle nida ettiler: "Allah seni Yahya ile müjdeliyor."

Kim bugün oruç tutar sonra Allah Azze ve Celle'ye dua ederse Allah onun duâsını kabul eder nasıl ki Zekeriyya'nın duasını kabul buyurdu. Sonra şöyle dedi:

Ey Şebib oğlu! Cahiliyet dönemindeki Araplar bile Muharrem ayının hürmetini riayet ederek bu ayda savaş ve zulmü yasak bilirlerdi. Oysa, bu ümmet ne bu ayın saygısını ve ne de kendi Peygamberlerinin hürmetini gözettiler. Bu ayda Peygamber'in soyunu öldürdüler ve bu ailenin hanımlarını esir aldılar; varlıklarını yağmaladılar; Allah bu günahlarını affetmesin!

Ey Şebib oğlu bir şeye ağlayacak olursan Ali ibn-i Ebi Talib oğlu Hüseyin'e (a.s) ağla! Onun başını bir koçu keser gibi kestiler; ve bunun yanı sıra ailesinden dünyada benzerleri olmayan 18 yiğidi öldürdüler. Yedi kat gök ve yedi kat yer onun ölümüne ağladı; dört bin melek gökten ona yardım etmek için indiler ama (ilahî takdir gereği) Hz. Hüseyin'in şehit olduğunu gördüler, bu melekler Hz. Mehdi aleyh-is selam kıyam edinceye kadar mahzun ve üzgün bir halde Hz. Hüseyin'in kabri etrafında bulunacaklar; bunlar Hz. Mehdi (a.s) kıyam edince onun yaranı arasında yer alırlar. Bunların sloganları "Ya le sarat-il Hüseyin" (Ey Hüseyn’in kanının davacıları) olacaktır.

Ey Şebib oğlu babam kendi babasından o da büyük babasından (Zeyn-el Abidin "a.s") rivayet etmiştir ki Hz. Hüseyin şehit düştüğünde gökten kan ve kırmızı toprak yağdı.

Ey Şebib oğlu, Hüseyin aleyhis selam'a gözünün yaşı yanaklarına sarkacak şekilde ağlarsan Allah senin büyük olsun küçük olsun az olsun çok olsun bütün günahlarını bağışlar.
Ey Şebib oğlu, eğer Allah'ın huzuruna hiç bir günahın olmadan çıkmak istiyorsan Hz. Hüseyin aleyhis selam'ı ziyaret eyle.

Ey Şebib oğlu, Peygamber sallallahu aleyhi ve alihi ile cennette bina edilmiş olan odalarda yerleşmek istiyorsan Hüseyin aleyhis selam'ın katillerine la'net oku!

Ey Şebib oğlu, Hüseyin aleyhis selam ile birlikte şehit düşenlerin sevabı kadar sevab elde etmek istiyorsan ne zaman Hüseyin aleyhis selam'ı hatırlasan "keşke onlarla birlikte olaydım da yüce makama erişeydim." de.

Ey Şebib oğlu, cennetin yüce derecelerinde bizimle birlikte olmak istiyorsan bizim üzüntümüze sen de mahzun ol, bizim sevincimize sen de sevin, bizim velayetimize sarıl (bizi kendine veli ve imam bil) Zira bir adam eğer bir taşa bile bağlı olsa Allah onu kıyamet günü o taşla birlikte mahşere getirtir."

Muharrem ayının onuncu gününün, yani Aşura gününün orucu bazı hadislerde yasaklandığı ve bunun Umeyye Oğulları tarafından uydurulan hadislere dayandığı ve Hz. Hüseyin’in şehadetine şükretmek mahiyetinde böyle bir oruç uydurdukları nakledildiği için bu günün orucu Ehl-i Beyt mektebinin mercilerince mekruh bilinmiştir. Yani Aşura günü Ehl-i Beyt mektebine bağlı olan bir Şia-Alevi oruç tutmamalıdır. Sadece oruca niyet etmeden Aşura günü ikindi vaktine kadar bir şey yememesi ve bu sure içerisinde bir yaslı insan gibi Hz. Hüseyin’in mazlumluğuna ağlaması ve Hz. Hüseyin için düzenlenen yas merasimlerine katılması ve ikindi olduğunda az bir su içmesi gerekir. Bu konularla ilgili İmam Cafer Sadik (a.s)’dan bir takım hadisler nakledilmiştir. (Bkz. Şeyh Tusi, Misbahu’l-Müteheccidin, S.724 Vesaiu’ş-Şia, C.7, S.339)

Muharrem ayının birinci gününden dokuzuncu gününe kadar Allah için oruç tutup bunların sevabını Ehl-i Beyt’e hediye etmekte bir sakınca yoktur. Ancak bunu yaparken bu oruçların dinde farz olmadığını sadece müstehap oruç olarak tuttuğumuzun farkında olmalıyız. İkincisi bu gibi oruçlar farz olan Ramazan ayının orucunun yerine asla geçmez ve her Ehl-i Beyt dostu mutlaka gerçek anlamda Ehl-i Beyt imamlarını hoşnut etmek istiyorsa, o masum imamlara uyarak her yıl Ramazan ayının orucunu eksiksiz tutmalıdır. Bu konuda her hangi bir ihmalkarlığa yer vermemelidir. Aksi taktirde Ehl-i Beyt İmamlarının yolunu gerçek anlamda takip edenlerden sayılmaz.

 

4- Tevrat ve İncil'de 12 imam orucu ile ilgili ayetler var mı?

 

Cevap: Tevrat ve İncil’de on iki imam orucu ile ilgili bir şey olduğu hakkında bir bilgimiz yoktur.. Ancak bazı rivayetlerde yer aldığına göre Aşura gününün orucu Yahudilikte olan bir gelenektir. Bu gelenek Ramazan Ayı’nın orucunun gelmesiyle İslam dinince kaldırılmıştır. (Bkz. Vesaiu’ş-Şia c.7 s340)

 

5- Kerbela olayı miladi olarak hangi tarihte gerçekleşmiştir?

 

Cevap: Kerbela olayı, kameri takvimle Peygamber (s.a.a)’in hicretinin altmış birinci yılının Muharrem ayında gerçekleşmiştir.

Hz. Hüseyin (s.a) Kerbela çölüne Muharrem ayının ikinci günü inmiştir ve Muharrem ayının onuncu günü yani Aşura günü şehit edilmiştir. Ehl-i Beyt mektebinin kaynaklarında yer alan bazı rivayetlere göre, Aşura günün Cuma günü olduğu kaydedilmiştir.

Ancak bu gün miladi şemsi takvimle hangi aya denk geldiğini dakik olarak tespit etmek zordur; çünkü kameri aylar hilali görmeğe dayalıdır. Bu yüzden hesapla çıkarılan kameri ayla gerçek kameri ay arasında fark olabilir. Biz elimizde olan bir bilgisayar programıyla Aşura gününün miladi şemsi takvimle hangi tarihe denk geldiğini tespit etmek istediğimizde şöyle bir tarih karşımıza çıktı: 9 Ekim 680 Salı Günü. Bu tarihin, yanlış olduğu yukarıda da işaret edildiği üzere açıktır. Çünkü Aşura günün Salı günü olduğuna göre bir nakile kitaplarda rastlamadık.

2. Kerbela vakıasını anmada kameri takvimin esas oluşunun sebebi açıktır. Çünkü bu sırf normal bir tören değildir. Bu bir dini görevdir. Bu görevi biz Ehl-i Beyt İmamlarının emri üzere yapıyoruz. Aşağıda bunu ispatlayan bazı hadislere yer vereceğiz. Ehl-i Beyt İmamları da kendi dost ve Şialarına sürekli olarak Hicri Kameri takvime göre Muharrem ayının birinci gününden başlayarak on gün Hz. Hüseyin’in yasını canlı tutmaya her yıl aynı tarihte bu hadiseyi göz yaşlarıyla ağıtlarla anmaya emretmişlerdir. Özellikle Muharrem ayının onuncu günü anlamına gelen Aşura gününün yas ve hüzün günü olarak anılmasını emretmişlerdir. Öyle ki Muharrem ayında Hz. Hüseyin’in yasını anmak her Ehl-i Beyt dostunun bir kimlik ve özelliği durumuna gelmiştir. Bu vakıa 1400 yıl boyunca her yıl dünyanın her yerinde bulunan Şialar tarafından anılmakta, Hüseyin (a.s)’ın yolu ve mesajı tekrarlanmakta, o yola bağlılık kalpten gelen bir aşk ve muhabbet ve gözden akan yaşlarla ortaya konulmakta ve Yezid’in yolu lanetlenmektedir. Ve bu Şia kültürünün en belirgin can noktasıdır. Bu olmadan zaten şia kendisini asla yaşatamazdı.

Bir de Muharrem ayında Kerbela vakıasının anılmasın diğer bir nedeni de belki, Yezid ve takipçilerinin ne kadar cinayetçi ve zalim olduklarını göstermektir. Çünkü İslam dininde Muharrem ayında savaşmak haram olduğu kesindir. Ancak Yezit ve ordusu (Allah kıyamet kadar onlara lanet etsin) bu ayda Hz. Hüseyin (a.s)’ı katletmekten geri durmadılar.

 

6. Dünyanın başka herhangi bir yerinde Türkiye'deki Aleviler gibi diğer dünya Alevileri namaz kılmıyorlar ve sadece cem ayiniyle mi yetiniyorlar veya onlarda da cem ayini diye bir uygulama var mı?

 

Cevap: Alevilikten maksat Şiilik ise şunu bilmelisiniz ki, dünyada var olan Şia'nın mutlak çoğunluğu namaz kılmaktadır. Bunun için nüfusunun çoğunluğunu veya önemli bir kesimini Şia oluşturan ülkelerin durumunu incelemek yeterlidir. Örneğin İran, Irak, Azerbaycan, Lübnan, Pakistan, Afganistan, Bahreyn ve diğer ülkelerde yaşayan Şia kitleleri Ehl-i Beyt mektebinin fıkhı yani İmam Ca’feri Sadık mezhebi üzere namazlarını sürekli kılmaktadırlar. Ehl-i Beyt mektebinde namazın kılınış şeklini ve hükümlerini öğrenmek için bu sitede "Namaz Rehberi" bölümüne bakabilirsiniz.
Ama maksadınız Şia gruplarından bir kol sayılan Bektaşilik vb. gruplar ise, bunların da temelinde namaz olmasına rağmen (bunun için Hacı Bektaş’ın makalat kitabındaki şeriatın marifete göre konumunu ağacın kökünün meyvesine göre konumuna benzetmesinden ve ağacın meyve verebilmesi için sürekli kökün sağlam olması gerektiğini vurgulamasından ve hem de Hacı Bektaş’ın bağlı olduğu İran’daki horasan seyitlerinin durumundan anlamak mümkündür) ancak bu kolların bu günkü halinde maalesef Ehl-i Beyt’in en çok önem verdiği namaz konusu unutulmuş ve yerine bazı cahilce efsaneler veya namaz adında bazı uyduruk merasimler örneğin yüz-yüze namaz gibi şeyler geçirilmek istenmiştir. Bizce bu, Osmanlının Alevilere her türlü saldırı ve baskıyı caiz göstermek için çeşitli oyunlarla Alevilerin bilgin ve alimlerini öldürerek onları bilgisizlik içerisinde bırakması, onları bilinçli olarak dinden uzaklaştırmaya çalışması ve bunun için onların Türkiye’nin güneyinde yer alan Aliyullahiliğin (Gulatın) etkisi altında kalmalarına zemin hazırlaması sonucu oluşan bir durumdur. Bu oyunlar gerçek Aleviliğin saptırılması ve yıkımı için düzenlenmiştir. Türkiye’deki Aleviliği Horasan erenlerinin ve İmam Rıza aleyhisselam’ın soyundan gelen seyitlerin oluşturduğu bir akım olarak değerlendirdiğimizde ve özellikle Aleviliğin fikir olarak esinlendiği İran’daki Şah İsmail dönemi Şialığa baktığımızda namazın ve diğer şer’i hükümlerin temel bir unsur olarak bu Alevilikte var olduğunu görmekteyiz.

 

7. İmam Cafer Buyruğu olarak addedilen "Buyruk kitapları" İmam Cafer Sadık (a.s.) hazretlerine mi aittir veya menşei nedir?

 

Cevap: Genelde Türkçe olarak İmam Ca’fer Sadık buyruğu olarak yayınlanan kitaplar hak ile batılın karışımıdır; başka bir ifadeyle İmam Ca’fer Sadık’tan nekledilen sahih hadislerle zayıf hadisler ve bazen bu kitabi oluşturanların kendi hatalı yorumları bir arada bu kitaplarda yer almaktadır. Bu ise söz konusu kitapları Ehl-i Beyt mektebini açıklayan bir güvenilir kaynak olmaktan çıkarır. Sadece bizim bilgimiz çerçevesinde İmam Cafer Sadık buyruğu adı altında yayınlan kitaplar arasında Sabri Hamedani’nin yazdığı kitap içerik olarak sağlamdır.

 

8. Kur'an'da cem ayini ile ilgili bir ayet var mı?

 

Cevap: Kur’an Kerim’de cem aini ile ilgili bir ayet mevcut değildir. Hatta hiçbir sahih Ehl-i Beyt hadisinde de bu ain ile ilgili bir hadis yoktur. Bu sadece bir tasavvuf geleneği olarak aleviliğe geçmiştir ve şer’i sağlam bir dayanağı yoktur. Böyle ainleri yaparken Ehl-i Beyt imamlarını rencide edecek Allah’ın haram kıldığı işlerden uzak durmaya özen göstermek gerekir. Eğer bir araya gelip şer’i ölçüler çerçevesinde Ehl-i Beyt İmamlarının faziletleriyle ilgili olarak şiir, hadis veya İmam Hüseyin ile ilgili ağıtlar okunursa bunun sakıncası yoktur.

 

9. Cem ayininin menşei nedir?

 

Cevap: Cem ayinin menşei hakkında geniş bir bilgiye sahip değiliz. Ancak tasavvuf akımlarında görünen bir çeşit ain olduğu ortadadır.

 

10. Kur'an'da namaz kelimesine karşılık gelen Arapça kelime nedir? Bu kelime Kur'an'da kaç kere geçiyor?

 

Cevap: Namaz kelimesinin karşılığı olan "Salat" kelimesi isim kipinde 62 defa (tekil ve çoğul olarak) Kur’an-ı Kerim’de kullanılmıştır. Salat (Salave) kökünden türeyen fiil ve mekan kipi sözcükleri de buna eklersek toplam olarak yaklaşık 90 defa namaz kelimesinin karşılığı olan salat kelimesi Kur’an’da kullanılmıştır.

 

11. Neden Sünnilere Ehl-i Sünnet ismi veriliyor? Bizler Sünnet ehli değil miyiz?

 

Cevap: Sünnetten maksat Peygamber’in sünnetine uymak ise gerçek anlamda sünnet uyanlar Hz. Ali ve onun Şiasıdır. Hz. Ali’nin ve Şialarının en belirgin özellikleri Peygamber’in sünnetine tam teslimiyet iken, Ehl-i Beyt’ten ayrı düşen çoğunluğun önderleri “Bize Allah’ın kitabı yeter diyerek” açıkça Peygamber’e ve sünnetine karşı çıkmış ve en azından sünnete kapsamlı bir şekilde bağlı olmadıklarını ister Peygamber’in hayatı döneminde ve isterse Peygamber’in vefatından sonra ortaya koymuşlardır. Bu bağlamda Peygamber’den sonra da sünnetin yazılmasını yaklaşık yüzyıl yasaklamışlardır.

Bu yüzden, Ehl-i Sünnet’ten maksat Peygamber’in sünnetinden çok sahabenin sünnetini temel alan ve özellikle Ehl-i Beyt’in ortaya koydukları gerçek sünneti reddeden akım anlaşılır. Biz Ehl-i Beyt’in takipçisi olarak Peygamber’in sünnetini bırakıp sahabenin sünnetini değer vermemiz düşünülemez ve biz bu manadaki sünneti kabul etmiyoruz

 

 

 

Go to top of page  Ana Sayfa | Kitap Listesi | Kıble Dergisi | Makaleler | Kadin ve Aile | Cocuklar Îçin | Soru Ve Cevap | Yazarlarımız | Îletişim için |

  Kur`an | Hadisler | Dualar | Şiirler | Ses ve Video | Programlar | Linkler  |  

Copyright© 2000 Kevser Yayinlari Internet Hizmetleri. Tüm Haklari Saklidir Ayrintili bilgi almak için veya bize her konuda yazmak için, paragonxx@yahoo.de 'e mesaj yollayiniz. WWW.KEVSERNET.COM