Advertisement

KEVSER YAYINCILIK

  Ana Sayfa / Soru ve Cevaplar

 

Bugün :  

Sık Kullanılanlara Ekle

 

Başlangıç Sayfası Yapın

 
 

Bismillahirrahmanirrahim

 

Soru - 578: Muhterem hocam, Şia Hz. Ali'nin Resulullah hariç diğer Peygamberlerden üstün olduğuna inanıyor. Bu doğru mu? Doğruysa, bunun delili veya delilleri nelerdir?

 

Cevap - 578: Muhterem kardeşim doğrudur, Şia Hz. Ali’nin Resulullah hariç, diğer peygamberlere üstün olduğu kanaatindedir. Buna ise birçok sağlam Kur’ani ve hadisi deliller zikretmektedir. Burada bunlardan bir kaçına değinmekle yetineceğiz:

 

1- Evvela bu konunun birçokları tarafından yadırganmasının altında yatan asıl sebep, şu kanaattir ki Peygamberler her ketsen üstündür ve peygamber olmayan bir kimse ne olursa olsun, bir peygamberden üstün olamaz. Oysa buna ne Kur’an’dan ne de sağlam hadislerden hiçbir dayanak gösterilemez. Tam tersine Kur’an İmamet makamının risalet makamından daha üstün olduğunu göstermektedir. Bu konuda Bakara suresinin 124. ayeti en açık delildir. Şöyle ki bu ayette Allah-u Teala Hz. İbrahim’in (a.s) birçok imtihandan sonra imamet makamına ulaşmaya hak kazandığını vurgulamaktadır. Oysaki o çetin imtihanlar sırasında Hz. İbrahim (a.s) yıllardı peygamberlik makamına ulaşmıştı. Bu mesele İmamet makamının risalet makamından daha ağır ve daha üstün bir makam ve görev olduğunu göstermektedir. Elbette peygamberlerden bir kısmı, imamet makamına da sahiplerdi, ama herhalükarda imametin risaletten daha üstün olduğunu ve bu ayete göre imam olan kimsenin en azından imam olmayan peygamberlerden üstün olduğunu anlıyoruz.

Bazı Sünni alimler (Fahrettin Razi gibi) yukarıdaki görüşlerine gösterdikleri yegane delil, ümmetin icmaıdır. Oysa böyle bir icmanın olmadığı açıktır. Zira ümmetin bir parçası olan Şia bu görüşte değildir. Elbette eğer bir kimse Şia’yı ümmetten saymaz ve sadece Sünni camiayı ümmet olarak görürse, o başka!!

 

2- Şia’nın Hz. Ali’nin üstünlüğüne getirdiği delillerden birisi de Mübahele ayeti diye meşhur olan Al-i İmran suresinin 61. ayetidir. Bu ayet Resulullah’ın Necran Hıristiyanlarıyla lanetleşme olayından bahseder. Onlar Resulullah ile Hz. İsa hakkında tartışıp da gerçekleri kabullenmemekte direnince, Allah-u Teala bu ayeti indirerek Resulullah’a onları “mübahele”ye (lanetleşmeye) davet etmesini emretmiştir.

“Sana (gerekli) bilgi geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışacak olursa, de ki: “Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, canlarımızı ve canlarınızı çağıralım, sonra da lanetleşelim; Allah'ın lanetinin yalancılara olmasını dileyelim.” (Al-i İmra, 61)

Bu ayette Allah-u Teala lanetleşmek için iki tarafın oğullarını, kadınlarını ve canlarını çağırmasını ve onlarla birlikte lanetleşmeye gidilmesini öneriyor. Şia ve Sünni kaynaklarda Resulullah’ın bu ayete dayanarak sadece Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i, Hz. Fatıma’yı ve Hz. Ali’yi çıkardığını nakletmektedirler. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyn’in ayetteki “oğullar” kelimesine binaen çıkarıldığı, Hz. Fatıma’nın “kadınlar” kelimesine binaen çıkarıldığı bellidir. Peki, Hz. Ali neye binaen Resulullah tarafından mübaheleye çıkarılmıştır. Ayette “canlar” kelimesinden başka bir kavram olmadığına göre Hz. Ali’nin bu kelimeye binaen çıkarıldığını söylemekten başka bir çaremiz yoktur. Bu ise Hz. Ali’nin Resulullah’ın “canı-özü” mesabesinde olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Ayetten istifade edilen bu sonucu ifade eden hadisler de Resulullah’tan nakledilmiştir:

a) Meşhur Sünni alim İbn-i Hacer "es-Sevaik-ul Muhrika" adlı eserinde Darekutni'den şöyle rivayet etmektedir: "Hz. Ali şura gününde (2. Halifenin ardından halife seçilmek için görevlendirilen altı kişilik şurada, kendisinin hilafete geçmekteki liyakat ve önceliğini vurgulamak için şöyle diyordu: "Sizi Allah'a and vererek soruyorum: "Acaba aranızda Resulullah'a (s.a.a) yakınlıkta benden daha yakın olan biri var mıdır? Benden başka Resulullah (s.a.a) mübahele ayetine dayanarak onun canını kendi canı, çocuklarını kendi çocukları, kadınını kendi kadını yerine koyduğu birisi var mıdır?" Onlar da "hayır yoktur" deyip bunu itiraf ettiler." (Es-Sevaiku'l-Muhrika -İbn-i Hacer Mekki-, S.93)

b) Müstedrek-üs Sahihayn kitabında Sünni alim Hakim Nişaburi, Abdurrahman b. Avf'tan şöyle naklediyor: "Resulullah (s.a.a) Mekke'yi fethettikten sonra Taif'e yöneldi. Orayı yedi ya da sekiz gün muhasara altında tuttuktan sonra oradan ayrılıp birkaç gün sabah akşam yoldaydılar. Sonra konaklama yerlerinin birisinde indiklerinde yanındakilere hitaben şöyle buyurdu: "Ey insanlar, Artık ben sizden önce (bu dünyadan) göçmeliyim. Ben size İtretim'e (Ehlibeyt'im'e) karşı iyi davranmanızı tavsiye ediyorum. Ben sizinle Kevser havuzu başında buluşacağım. Nefsimi elinde tutan Allah'a andolsun ki ya namazı kılıp zekâtı verirsiniz, ya da sizin üzerinize öyle birisini gönderirim ki o bendendir; (ya da şöyle buyurdu) o benim nefsim canım gibidir. O, onların savaşçılarını öldürür ve zürriyetlerini esir eder. İnsanlar bu adamın Ebu Bekir, Ömer olduğunu sanırlarken Peygamber (s.a.a) Hz. Ali'nin elini tutarak: O işte budur".buyurdu." (Müstedrekü's-Sahihayn, C.2, S.120, es- (Es-Sevaiku'l-Muhrika, S.75, Mecmeü'z-Zevâid, C.9, S.134 163)

Aynı tabiri Allah Resulü'nden bir başka olay için Zımahşerî Hucurat suresinin 6. ayetinin tefsirinde nakledilmiştir.

c) Bir başka rivayette ise şöyle nakledilmiştir: Resulullah (s.a.a) huzuruna gelen bir taifenin temsilcilerine şöyle buyurdu: "Ya Müslüman olursunuz, ya da öyle birisini üzerinize gönderirim ki o bendendir; (ya da şöyle buyurdu) o benim kendim gibidir. O boyunlarınızı vurur, çoluk, çocuğunuzu esir eder ve mallarınızı ganimet alır. Ömer dedi ki: "Ben sadece o gün emir olmayı arzuladım. Bu yüzden göğsümü ileri veriyordum; Resulullah işte o adam budur" desin ümidiyle. Fakat o Ali'ye yöneldi ve onun elinden tutarak “işte o, budur" buyurdu. Bir rivayete göre bu cümleyi iki defa tekrarladı." (El-İstiab (İbn-i Abdi'l-Birr), C.2, S.464, Er-Riyazü'n-Nazire -Muhibbuddin Taberi-, C.2, S.164)

d) Enes b. Malik ise Resulullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Her peygamberin ümmeti arasında bir benzeri vardır; benim benzerim de Ali'dir." (Er-Riyaz-ün Nazire, C.2, S.164)

Berâ b. Azib de şu hadisi Allah Resulü'nden nakletmiştir: "Peygamber (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) hitaben şöyle buyurdu: "Sen bendensin, ben de senden." (Sahih-i Tirmizi, C.2, S.299, el-Hasais (Nesai) , S.19, Müsned-i Ahmed b. Hanbel, C.4, S.164-165)

e) Yine şöyle buyurmuştur: "Ali bendendir, ben de ondanım; o her mu'minin velisidir." (Kenzü'l-Hakaik, S.37)

İşte bu hususu dikkate alarak Şia müfessirleri demişlerdir ki Resulullah (s.a.a) bütün peygamberlerden üstün olduğuna göre, onun canı-özü mesabesinde olan kimse de aynı hükme tabidir.

 

3- Hz. Ali’nin Resulullah dışında bütün insanlardan üstün olduğunu gösteren bir diğer delil ise Şia ve Sünni kaynaklarında nakledilen ve “kızartılmış kuş hadisi” diye meşhur olan hadistir. Hadis değişik kanallardan nakledilmiştir ki ben bir iki tanesini numune olarak kaynaklarıyla birlikte zikredeceğim. Bu hadis Hz. Ali, Sa’d bin Vakkas, Ebu Said-i Hudri, Ebu Rafi’, Ebu Tufeyl, Cabir bin Abdullah Ensari, Habeşi bin Cünade, Ya’la bin Murre, Abdullah bin Abbas, Resulullah’ın kölesi Sefine, Amr bin As ve Enes bin Malik kanalıyla ayrı ayrı senetlerle nakledilmiştir. Bunlardan en meşhur olanı Enes’in naklidir; zira olayı bizzat yaşayan ve olayın içinde olan bir kimsedir:

Enes b. Mâlik'ten şöyle rivâyet edilmiştir: "Ümm-ü Eymen Allah Resulü (s.a.a)'e (kızartılmış) bir kuş hediye etmişti. Resulullah şöyle dua etti: 'Allah'ım, yaratıklarının sana en sevimli olanını bana ulaştır ki benimle birlikte bu kuştan yesin.' Ali b. Ebî Tâlib içeriye girdi. Resulullah (s.a.a) şöyle dedi: 'Allah'ım, onu benim yanıma ulaştır!"

Yine Enes'ten şöyle nakledilmiştir: "Resulullah (s.a.a)'e bir kuş getirildi. Allah Resulü şöyle dua etti: 'Allah'ım, yaratıklarının sana en sevimlisi olan kimseyi bana ulaştır ki bu kuşu benimle birlikte yesin.' Ali b. Ebî Tâlib çıkageldi. Resulullah şöyle dedi: 'Allah'ım, onu benim yanıma ulaştır; Allah'ım onu benim yanıma ulaştır!"

Enes b. Mâlik'in bir diğer rivâyeti şöyledir: "Resulullah (s.a.a)'e bir kuş hediye edildi. Resulullah şöyle dua etti: 'Allah'ım, yaratıklarından en çok sevdiğin kimseyi bana ulaştır.' O sırada Ali çıkageldi ve Resulullah kuşu onunla birlikte yedi."

Senetli bir hadiste yine Enes b. Mâlik'ten şöyle nakledilmiştir: "Resulullah (s.a.a)'in yanında bir kuş vardı. Allah Resulü şöyle dua etti: 'Allah'ım, 'Allah'ım, yaratıklarının sana en sevimli olanını bana ulaştır ki benimle birlikte bu kuştan yesin.' Ebûbekir geldi; onu reddetti. Sonra Ömer geldi; onu da reddetti. Sonra Ali gelince, ona izin verdi.”

Bu hadisin çeşitli senetleriyle nakledildiği Sünni kaynaklardan bir kısmı şöyledir:

Sahîh-i Tirmizî, c.13, s.170, Müstedrekü's-Sahihayn (Hakim Nişaburi), c.3, s.131, El-Bidayetu Ven-Nihaye (İbn-i Esir), c.7, 354, İbn-i Esakir, c.2, s.105, Tarih-u Bağdat, c.11, s.376, El-Mu’cemü’l-Kebir (Tabarani), c.10, 343, Mecmeü’z-Zevaid, c.9, s.125, El-Hasais (İmam Nesai), s.s.29, Müsned-i Ebu Ya’la, c.7, s.105, Hilyetü’l-Evliya (Ebu Nuaym), c.c.4, s.356.

Evet, görüldüğü gibi bu hadiste Allah Resulü (s.a.a) Hz. Ali’yi bütün yaratıklar içinde Allah’ın en sevdiği kimse olarak tanıtıyor ki hiçbir istisna koymadığı için peygamberleri de içermektedir. Allah Resulü (s.a.a) ise kendisi sözü söyleyen olduğu için ve onun istisna olduğuna başka deliller söz konusu olduğu için bu şümulden istisnadır.

 

4- Bu manayı ifade eden bir diğer delil ise “Nur hadisi”dir. Resulullah bu hadiste kendisiyle Hz. Ali’nin aynı nurdan yaratıldığını ifade etmektedir. Dolayısıyla Resulullah ile aynı nurdan olan bir kimse Resulullah’ın üstün olduğu kimselere de üstündür.

Riyadü’n-Nadire kitabında Selman’dan şöyle nakledilmektedir: “Resulullah’tan duydum ki şöyle buyuruyordu: ‘Adem yaratılmadan 14 bin yıl önce ben ve Ali Allah indinde bir nur olarak bulunuyorduk. Sonra Allah c.c Adem’i yarattıktan sonra bu nuru iki kısma böldü; bir kısmı ben oldum, bir kısmı da Ali.’ Bazı rivayetlerde bu nurun Ebdulmuttalib’in sulbünde ikiye ayrıldığını, bir kısmının Hz. Abdullah’ın sulbünde yer alıp Resulullah’ın nuraniyetini oluşturduğunu, bir kısmının ise Hz. Abu Talib’in sulbünde yer alıp Hz. Ali’nin nuraniyetini oluşturduğu vurgulanmıştır. (Riyadü’n-Nadire, c.2, s.164, Mizanü’l-İ’tidal (Zehebi), c.1, s.235 ve El-Menakıb (Ahmed bin Hanbel))

 

Başka bazı ayet ve hadisleri de Ehlibeyt mektebi âlimleri bu konuda zikretmişlerdir ki ben bu kadarıyla şimdilik yetiniyorum.

 

Soru: Hocam öncelikle ilginizden ötürü rabbim sizden razı olsun.
Açıklamalarınız da birçok yönden kafamdaki soru işaretlerini kaldırdı; ama bazı noktalarda hala tereddütlerim var. Bunları da açıklığa kavuşturursanız sevinirim.

Öncelikle Bakara 124. ayette Hz. İbrahim’in bazı sözlerle sınanmasından ve bunun sonucu imam tayin edilmesinden bahsediliyor. Yani bu ayetten imamlık makamının nebilik makamından daha yüce olduğunu nasıl çıkarıyoruz? Çünkü ayette bazı sözlerle sınanmakla eğer nebiliği kastedersek, nebiliğin Allah’ın doğrudan seçtiği kuluna verdiği bir makam olarak değil de, bir takım sınamalar sonucu verdiği bir makam olduğu sonucuna varırız ki bu da nebilik makamına aykırıdır.

Yine orda imamlığın bir takım sınamalar sonucu verildiğinden bahsediliyor. İmamlık makamı Şia mektebinin inandığı şekliyle doğrudan verilen, lütfedilen bir makam değil midir? Mesela Hz. Ali sınandı mı? Ya da diğer imamlar..

Yine mesela Resulullah’ın da hem resul hem imam olduğunu söylediniz. Kur’an’da Resulullah’tan imam diye nerede bahsediyor?

 

Soru: Başka bir ilave de ben yapayım. Neden ayette geçen imam kelimesini Şia’nın ileri sürdüğü imamet olarak ele alalım ki? İmam kelimesinin bir çok anlamı vardır ki emir, lider yada halife bunlardan bazılarıdır ve bu ayette geçen imam kelimesinden emir yada halife anlamı çıkarmak çok daha uygundur kanaatimce. Ayetin ve diğer ayetlerin de muhtevası incelendiğinde bunu çıkarmak çok daha akla uygun olur.

 

Cevap: Muhterem kardeşlerim, bu ayetten imamet makamının, nübüvvet makamından daha üstün olduğunu şu şekilde anlıyoruz: Hz. İbrahim’in ulaştığı en son makam İmamet makamıdır. İmam Muhammed Bakır (a.s) ve İmam Cafer-i Sadık’ın (a.s) da beyan ettikleri gibi, Hz. İbrahim sırasıyla beş makama ulaşmıştır: 1- Kulluk, 2- Nübüvvet, 3- Risalet, 4- Halilullahlık, 5- İmamet.

İnsan manevi derecelerde her zaman aşağıdan yukarıya doğru yükselir. Yani sürekli tekamül halindedir ve her ulaştığı yeni makam bir öncekinden daha üstündür. Yoksa önce yukarı olan bir makama ulaşması, daha sonra aşağıya inerek daha geride olan bir makama ulaşmasının bir anlamı yoktur. Başka bir tabirle bu ilerleme değil, gerilemedir. Kur’an’ın söz konusu ayetinden de anlaşıldığı üzere Hz. İbrahim, imamet makamına ulaştığında yıllardı nübüvvet ve risalet makamına ulaşmıştı. Bahsedilen kelimelerden maksat da karşılaştığı zor imtihanlardı. Evet, O, putları kırdığında, ateşe atıldığında, oğlunu kesmekle görevlendirildiğinde, eşi ve oğlunu, o gün ıssız bir çöl olan Mekke’de yalnız başına bırakmakla görevlendirildiğinde vs. bütün bu imtihan zamanlarında o peygamberdi. Oysa ayet bu imtihanların ardından imamete ulaştığını vurgulamaktadır. Allah-u Teala elbette ki Peygamber veya imam olan kimseyi doğrudan seçer. Ama bu demek değildir ki (haşa) yazı tura atar misali veya öylesine keyfi bir şekilde seçer. Rabbimiz HEKİM’dir ve her tasarrufu hikmetli ve mantıklı bir sebebe dayanır.  O, seçtiği kimselerin, vereceği göreve liyakat sahibi olduklarını bildiği için seçer. Bu liyakatleri ise, kendisi bildiği halde başkalarına da belli olsun diye imtihanlarla ortaya çıkarır. Nitekim bütün peygamberler ve imamlar hayatlarında normal insanların asla kaldıramayacağı nice zorluklar ve sıkıntılarla karşı karşıya kalmışlardır ki anlatmaya gerek yoktur. Aşağıdaki ayet de bunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır:

“Onların (İsrailoğullarının) içinden, sabrettikleri zaman bizim emrimizle doğru yola ileten imamlar tayin ettik. Onlar, bizim âyetlerimize kesin bir şekilde inanıyorlardı.” (Secde, 24)

Demek ki seçilenlerin bu seçilmişliğinin iki başlıca sebebi vardır: a) Zorluklara karşı gösterdikleri sabır ve sebat, b) İlahi ayetlere olan yüksek iman ve yakin. Ehlibeytten nakledilen ve Nüdbe Duası diye meşhur olan duanın bir bölümünde de bu gerçek çok açık bir şekilde beyan edilmiştir:

“Allah'ım! Kendin ve dinin için, seçkin ve halis kıldığın dostların hakkında uygulanan kaza ve takdirin hususunda sana hamd olsun. Sen kendi katında olan zevalsiz, kalıcı nimetlerini onlara ayırdın, ama bu nimetleri vermenin karşılığında alçak dünyanın rütbe ve makamlarına, yaldız ve süslerine aldırış etmeyip, züht edecekleri hususunda onlardan söz aldın. Onlara da bu hususta sana söz verdiler ve Sen onların vefalı davranacağını bildiğin için onları kabul ettin ve kendine yaklaştırdın ve onların isimlerini, zikirlerini yücelttin ve övgülerini aşikar edip yaydın, meleklerini onlara indirdin ve onlara vahyinle ikramda bulundun, ilminle onları destekledin ve onları kendine ulaşmanın ve rızanı kazanmanın vesilesi kıldın.”

Elbette şunu da hatırlatmak lazımdır ki imtihanın gerekli olduğu yer sadece imamet değildir. Peygamberlik veya diğer herhangi ilahi bir mesuliyet de aynıdır. Ancak imtihanların çokluk ve zorluğu makamına göre değişir. Dolayısıyla Hz. İbrahim de her verdiği imtihan veya imtihanlardan sonra yeni makamlara ulaşmıştır ki en sonunda onca çetin imtihanın ardından imamete atanmıştır.

Açıklama istediğiniz ikinci hususa gelince, Resulullah'ın imamet makamına sahip olduğu ve diğer imamlardan üstün olduğunun delili, evvela Kur'ani-akli delildir. Saniyen de hadisler...

Kur'ani-akli delilden maksadım şudur ki Kur'an Hz. İbrahim, Hz. İshak, Hz. Yakub gibi Peygamberleri imam olarak tanıtmaktadır:

"Biz onları emrimizle hidayet eden imamlar kıldık." (Enbiya, 73)

Yine yukarıda da değindiğimiz Secde Suresindeki ayet:

“Onların (İsrailoğullarının) içinden, sabrettikleri zaman bizim emrimizle doğru yola ileten imamlar tayin ettik. Onlar, bizim âyetlerimize kesin bir şekilde inanıyorlardı.” (Secde, 24)

Öte yandan Hz. Muhammed'in (s.a.a) diğer bütün peygamberlerden üstün olduğunda bütün ümmet müttefiktir. Yani diğer bütün peygamberlerin sahip olduğu bütün faziletlere o tek başına sahipti. Bir peygamberde, bir fazilet olur da O'nda olmazsa, o zaman ona üstünlüğünün anlamı kalmaz. Bu özellik ve makamlardan birisi de imamettir. Daha aşağı dereceye sahip olan bir kimsenin bu makama sahip olup da, daha yüksek bir dereceye sahip olan bir kimsenin sahip olmaması abes olur.

Hatta eğer bu delilimiz olmasaydı dahi bunu hadisler kanalıyla ispat etmemiz yeterli olurdu. Nitekim Resulullah'ın diğer Peygamberlere üstünlüğünü de hadisler kanalıyla ispat etmekteyiz. Yoksa Kur'an'da açık bir şekilde bunu ifade eden bir ayet yoktur.

Muhterem Kamuran kardeşim, sizin ilavenize gelince, Şia'nın imamet hakkındaki düşüncesi ve imama tanıdığı özellikler arasında sizin dediğiniz manalarda mevcuttur, ama başka ilavelerle birlikte. Yani siz olaya sadece siyasi ve yönetin açısından bakıyorsunuz. Ama Şia bu da dahil ilmi mercilik, insanları ameli olarak hidayete götürmek gibi başka özellikleri de ilave eder. Sizin dediğiniz anlamda çoğu zaman imam olan kimseler görevlerini yapamamışlardır. Çünkü ya insanlar kabul etmemiş veya tağutlar engel olmuşlardır. Ama ikinci anlamda onlar, her zaman ehil olan kimselere karşı görevlerini ifa etmişlerdir.  Bakara 124 de bunu teyid eder. Şöyle ki eğer imametten maksat sadece sizin dediğiniz olsaydı, o zaman Hz. İbrahim'i imam saymamamız gerekirdi. Zira zahiri anlamda ve siyasi hâkimiyet olarak veya sizin tabirinizle emirlik ve halifelik anlamında Hz. İbrahim imamlık yapmamıştır. Siyasi bir hâkimiyet kuramamıştır. Oysa Rabbimiz ona imamet makamını verdiğini beyan buyurmaktadır.

 

Soru: Hocam cevabınızda yer alan şu paragraflar hakkında yine sormam gerekenler var. Diyorsunuz ki:

"2- Şia’nın Hz. Ali’nin üstünlüğüne getirdiği delillerden birisi de Mübahele ayeti diye meşhur olan Al-i İmran suresinin 61. ayetidir. Bu ayet Resulullah’ın Necran Hıristiyanlarıyla lanetleşme olayından bahseder. Onlar Resulullah ile Hz. İsa hakkında tartışıp da gerçekleri kabullenmemekte direnince, Allah-u Teala bu ayeti indirerek Resulullah’a onları “mübahele”ye (lanetleşmeye) davet etmesini emreetmiştir.

“Sana (gerekli) bilgi geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışacak olursa, de ki: “Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, canlarımızı ve canlrınızı çağıralım, sonra da lanetleşelim; Allah'ın lanetinin yalancılara olmasını dileyelim.” (Al-i İmra, 61)

Bu ayette Allah-u Teala lanetleşmek için iki tarafın oğullarını, kadınlarını ve canlarını çağırmasını ve onlarla birlikte lanetleşmeye gidilmesini öneriyor. Şia ve Sünni kaynaklarda Resulullah’ın bu ayete dayanarak sadece Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i, Hz. Fatıma’yı ve Hz. Ali’yi çıkardığını nakletmektedirler. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyn’in ayetteki “oğullar” kelimesine binaen çıkarıldığı, Hz. Fatıma’nın “kadınlar” kelimesine binaen çıkarıldığı bellidir. Peki, Hz. Ali neye binaen Resulullah tarafından mübaheleye çıkarılmıştır. Ayette “canlar” kelimesinden başka bir kavram olmadığına göre Hz. Ali’nin bu kelimeye binaen çıkarıldığını söylemekten başka bir çaremiz yoktur. Bu ise Hz. Ali’nin Resulullah’ın “canı-özü” mesabesinde olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Ayetten istifade edilen bu sonucu ifade eden hadisler de Resulullah’tan nakledilmiştir: .

Hocam bu yazdıklarınızda bence ciddi bir problem var. Siz diyorsunuz ki ayetteki "kadınlarımızı" kelimesinden kasıt Hz. Fatıma'dır (a.s); "oğullarımız"dan kasıt Hz. Hasan (a.s) ve Hz. Hüseyin'dir (a.s). Başka sadece "canlarımız" kelimesi kalıyor, o da Hz. ALİ'dir (as) diyorsunuz. Peki, mübaheleye Peygamber (s.a.v) katılmadı mı? Her kelimenin manasını yazmışsınız, ama Peygamber'e yer kalmamış; ayrıca onlarca meal taradım hepsinde sizin "canlarımızı ve canlarınızı" diye telaffuz ettiğiniz kısmı kendimizi ve kendinizi olarak telaffuz etmişler. Mesela Elmalılı mealinde:

"Sana (gerekli) bilgi geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışacak olursa, de ki: "Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra da lanetleşelim; Allah'ın lanetinin yalancılara olmasını dileyelim".

Bu ayetteki kendimizi ve kendinizi ya da sizin tabirinizle canlarımızı ve canlarınızı kısmından anlaşılan açık bir ifade ile Peygamberimizin (s.a.v) kendisidir; ayetten başka bir şey anlamak bence mümkün değil.

 

Cevap: Muhterem kardeşim, eğer ayetteki "nefislerimiz" kelimesinden maksat Hz. Ali olmazsa, üç ciddi sorunla karşılaşırız:

1- O zaman Hz. Resulullah, kendisini mübaheleye davet ile görevlendirilmiş olur ki böyle abes bir şeyi hiç bir akıllı yapmaz; kaldı ki Hekim olan Rabbimize bunu isnad edelim!! Zira bir kimsenin kendisini davet etmesinin bir anlamı var mı? O zaten davanın asli tarafı. Siz hiç kendisini kendi verdiği ziyafete veya düzenlediği bir programa davet eden kimse gördünüz mü?! Eğer böyle bir şey biliyor ve mantıklı buluyorsanız, söyleyin biz de bundan sonra ziyafet verirken veya bir program düzenlerken kendi adımıza da davet kartı bastırmayı ihmal etmeyelim!

"Her kelimenin manasını yazmışsınız ama Peygambere yer kalmamış"(!!) diyorsunuz.

Mübarek insan, dediğim gibi o zaten davanın bir tarafıdır. Allah-u Teala ona filan kesleri mübaheleye çıkar dediğinde, onları çıkarıp da kendisi dışarıya çıkıp seyirci mi kalacaktı? Böyle bir şeyi nasıl düşünebiliyorsunuz?!

 

2- Hz. Ali'nin mübaheleye çıkarılmış olduğunda hiç bir kimse tereddüt etmemiştir. Durum böyleyken, Hz. Ali neye istinaden çıkarılmıştır. Belki Resulullah kendi tasarrufuna dayanarak böyle bir şeyi yapmıştır, diyebilirsiniz. Eğer böyleyse, o zaman Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin için de aynı şeyi yapsaydı; o zaman ayete ne gerek vardı?

 

3- Kaldı ki Hz. Fatıma ve oğullarının ayetteki müfredata istinaden çıkarıldığı kesindir; peki onların Hz. Ali'den farkı neydi ki onların çıkarılması için İlahi tasarruf gerekli olsun, ama Hz. Ali için böyle bir şeye gerek duyulmasın!

"Enfusena" kelimesinin manasına gelince, muhterem kardeşim nefs kelimesinin Arapçada asıl manası can demektir. "Kendi" manası ise bu münasebetle kullanılmaktadır. İnsan kendi derken özünü, canını kastediyor. Kaldı ki "kendi" diye meallendirsek dahi yine de bizim söylediğimiz manaya bir halel gelmez. Zira maksat kendimiz gibi olan kimse demektir. Nitekim verdiğim bazı hadislerde de benzer manalar geçmişti.

 

Soru: Hocam, yazınızın diğer bazı bölümleri hakkında da mülahazalarım var. Diyorsunuz ki:

"1- Evvela bu konunun birçokları tarafından yadırganmasının altında yatan asıl sebep, şu kanaattir ki Peygamberler her ketsen üstündür ve peygamber olmayan bir kimse ne olursa olsun, bir peygamberden üstün olamaz. Oysa buna ne Kur’an’dan ne de sağlam hadislerden hiçbir dayanak gösterilemez. Tam tersine Kur’an İmamet makamının risalet makamından daha üstün olduğunu göstermektedir. Bu konuda Bakara suresinin 124. ayeti en açık delildir. Şöyle ki bu ayette Allah-u Teala Hz. İbrahim’in (a.s) birçok imtihandan sonra imamet makamına ulaşmaya hak kazandığını vurgulamaktadır. Oysaki o çetin imtihanlar sırasında Hz. İbrahim (a.s) yıllardı peygamberlik makamına ulaşmıştı. Bu mesele İmamet makamının risalet makamından daha ağır ve daha üstün bir makam ve görev olduğunu göstermektedir. Elbette peygamberlerden bir kısmı, imamet makamına da sahiplerdi, ama herhalükarda imametin risaletten daha üstün olduğunu ve bu ayete göre imam olan kimsenin en azından imam olmayan peygamberlerden üstün olduğunu anlıyoruz.

Bazı Sünni alimler (Fahrettin Razi gibi) yukarıdaki görüşlerine gösterdikleri yegane delil, ümmetin icmaıdır. Oysa böyle bir icmanın olmadığı açıktır. Zira ümmetin bir parçası olan Şia bu görüşte değildir. Elbette eğer bir kimse Şia’yı ümmetten saymaz ve sadece Sünni camiayı ümmet olarak görürse, o başka!!"

Yukarıda büyüttüğüm bölümde ve metnin genelinde bence yine ciddi problemler var 1- Siz diyorsunuz ki:

"Peygamber olmayan bir kimse ne olursa olsun, bir peygamberden üstün olamaz. Oysa buna ne Kur’an’dan ne de sağlam hadislerden hiçbir dayanak gösterilemez."

Hocam sizin gibi alim bir zat bu cümleyi nasıl kullanır? Yapmayın hocam, yani peygamber olmayan insanların peygamberden üstün olmadıklarına KURAN'dan delil getiremeyiz öylemi? Hatta tam tersi durum söz konusudur; hocam KURAN'ın yarısı peygamberlerin üstünlüğünü anlatan ayetlerle dolu; bu yazdığınızın bence ilmi bir yanı yok.

2- Eğer imamet risaletten büyük makamsa (ki siz ayeti o şekilde yorumlamışsınız),
o zaman İbrahim (a.s) Hz Muhammed'den (a.s) üstündür ve 12 imamla eşit durumdadır
ve işin diğer boyutu da imamet konumundaki 12 imamlar risalet konumundaki Hz Muhammed'den (s.a.v) üstündür; bunu siz söylüyorsunuz. Ayrıca 12 imamlar, imamet makamındaki İbrahim (a.s) ile eşit makamda olması lazım; ama Şia'ya göre böyle değil,
imamlar (a.s), İbrahim'den (a.s) daha üstün; tam çelişkiler yumağı…

 

Cevap: Muhterem kardeşim, Kur'an Peygamberlerin üstünlüklerini anlatan ayetlerle doludur diyorsunuz. Güzel kardeşim, Kur'an Peygamber olmayan birçok kimsenin de faziletlerini anlatan ayetlerle doludur. Sırf buna dayanarak bir kimsenin diğerinden üstün olduğunu ispatlama yoluna gitme doğru olabilir mi? Peygamberler hakkında birbirine benzer birçok fazilet zikredilmiştir. Sırf bunlara dayanarak bir peygamberin diğerinden üstün olduğunu ispatlayabilir miyiz? Mümkünse, siz söyleyin hangi peygamberi hangi üstünlüğüne dayanarak onu diğerinden üstün olarak görüyoruz? Oysa Kur'an açıkça bazı peygamberlerin bazısından üstün kılındığını vurgulamaktadır.

Kaldı ki bizim sözümüz öyle alelade her kes için değildir ki böyle bir şeyi karşılık olarak söylüyorsunuz. Zaten açık bir şekilde Bakara 124. ayete dayanarak imamet makamına sahip olanlar için böyle bir şeyi söylemişiz. Bizim söylediğimiz net bir şekilde şöyledir: "Hiç bir ayet veya hadiste 'Peygamber olmayan bir kimse, peygamber olandan üstün olamaz, kim olursa olsun' diye bir kayıt veya açık delil yoktur. Varsa buyurun ortaya koyun, biz de istifade edelim.

Yine diyorsunuz ki "Eğer imamet risaletten büyük makamsa (ki siz ayeti o şekilde yorumlamışsınız), o zaman İbrahim (a.s) Hz Muhammed'den (a.s) üstündür ve 12 imamla eşit durumdadır ve işin diğer boyutu da imamet konumundaki 12 imamlar risalet konumundaki Hz Muhammed’den (s.a.v) üstündür; bunu siz söylüyorsunuz. Ayrıca 12 imamla imamet makamındaki İbrahim’in (a.s) eşit makamda olması lazım, ama şiaya göre öyle değil, imamlar (a.s) İbrahim’den (a.s) daha üstün."

Muhterem kardeşim, evvela biz imametin risaletten üstün bir makam olduğunu Bakara 124. ayete dayanarak söylüyoruz. Hz. Muhammed'in (s.a.a) imamet makamına sahip olmadığını söylemedik. Hiç bir Şia da böyle bir şeyi söylememiş ve söylemez. Hz. Resul-i Kibriya (s.a.a) risalet makamıyla birlikte imamet makamına da sahipti.

Eşitlik meselesine gelince yine maalesef hata yapmışsınız. Bir kimsenin imamet makamına sahip olması, onun diğer imam olan her kes ile aynı derecede olduğu anlamına gelmez. Nasıl ki bir kimsenin "Peygamberlik" makamına sahip olması onun diğer her peygamberle eşit derecede olduğunu göstermez. Evet, Kur'an'ın açık nassına göre Peygamberlerden bazısı bazısından üstün olduğu gibi, imamların da bazısı bazısından üstündür. Ama kim kimden üstündür, bunu başka delillerle ispatlamak lazım. Nitekim siz de biz de Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.a) diğer peygamber ve imamlardan üstün olduğunu başka delillere dayanarak ispatlamaktayız.

 

Soru: Valla hocam bu Kamuran ya çok laf anlamaz da diyebilirsin yada kasıtlı yapıyor diye de düşünebilirsiniz; nasıl düşünürseniz düşünün ama bu kısmı kesinlikle anlamadım:

1- Demişsiniz ki: Evvela biz imametin risaletten üstün bir makam olduğunu Bakara 124. ayete dayanarak söylüyoruz. Hz. Muhammed'in (s.a.a) imamet makamına sahip olmadığını söylemedik. Hiç bir Şia da böyle bir şeyi söylememiş ve söylemez. Hz. Resul-i Kibriya (s.a.a) risalet makamıyla birlikte imamet makamına da sahipti."

Hocam madem imametin risaletten üstün olmasına deliliniz Bakara 124. ayettir,  peki yukarıda büyüttüğüm cümlenizin delili ne?

 

2- Demişsiniz ki: "Eşitlik meselesine gelince yine maalesef hata yapmışsınız. Bir kimsenin imamet makamına sahip olması, onun diğer imam olan her kes ile aynı derecede olduğu anlamına gelmez." Bunun delili nedir hocam?

 

Cevap: Muhterem kardeşim, haşa ki hakkınızda öyle bir şey düşüneyim. Bilakis bu araştırmacı ruhunuz, delilsiz kabul etmeme hasletiniz, ikna olduğunuzda da inad etmeden kabullenmeniz beni mutlu ediyor. Keşke her kes sizin gibi olsa.

 

Açıklama istediğiniz hususlara gelince:

1- Resulullah'ın imamet makamına sahip olduğu ve diğer imamlardan üstün olduğunun delili, evvela Kur'ani-akli delildir. Saniyen de hadisler...

Kur'ani-akli delilden maksadım şudur ki Kur'an Hz. İbrahim, Hz. İshak Hz. Yakub gibi Peygamberleri imam olarak tanıtmaktadır:

"Biz onları emrimizle hidayet eden imamlar kıldık." (Enbiya, 73)

Yine Secde Suresinde şöyle buyurmaktadır: “Onların (İsrailoğullarının) içinden, sabrettikleri zaman bizim emrimizle doğru yola ileten imamlar tayin ettik. Onlar, bizim âyetlerimize kesin bir şekilde inanıyorlardı.” (Secde, 24)

Öte yandan Hz. Muhammed'in (s.a.a) diğer bütün peygamberlerden üstün olduğunda bütün ümmet müttefiktir. Yani diğer bütün peygamberlerin sahip olduğu bütün faziletlere o tek başına sahiptir. Bir peygamberde, bir fazilet olur da O'nda olmazsa, o zaman ona üstünlüğünün anlamı kalmaz. Bu özellik ve makamlardan birisi de imamettir. Daha aşağı dereceye sahip olan bir kimsenin bu makama sahip olup da, daha yüksek bir dereceye sahip olan bir kimsenin sahip olmaması abes olur. Hatta eğer bu delilimiz olmasaydı dahi bunu hadisler kanalıyla ispat etmemiz yeterli olurdu. Nitekim Resulullah'ın diğer Peygamberlere üstünlüğünü de hadisler kanalıyla ispat etmekteyiz. Yoksa Kur'an'da açık bir şekilde bunu ifade eden bir ayet yoktur.

 

2- Evet "Bir kimsenin imamet makamına sahip olması, onun diğer imam olan her kes ile aynı derecede olduğu anlamına gelmez" demiştim. Bunun delili şudur: Yukarıda da arzettiğim gibi Enbiya, 73. ayette birçok Peygamber imam olarak tanıtılmıştır. Oysa onların derecelerinin aynı olmadığını biliyoruz. Örneğin bunların içinde olan Hz. İbrahim'in diğerlerinden üstün olduğunu bildiğimiz gibi. Nitekim önce de arzettiğim gibi Peygamberlik makamına sahip olan her kesin eşit dereceye sahip olmadığını biliyoruz.

Ayrıca bunun asli delili yine hadislerdir. Hadislerde imamların bazısının bazısından üstün olduğunu, hatta on iki imamın bazısının bazısından üstün olduğunu öğreniyoruz. Ben bu konuda sözü artık bundan fazla uzatmamak için detaylara girmek istemiyorum. Allah yardımcımız olsun ve basiret gözlerimizi gerçeklere gün geçtikçe daha fazla açsın. Amin! 

 

 
Site içi Arama


 

 

 

 

Go to top of page  Ana Sayfa | Kitap Listesi | Kıble Dergisi | Makaleler | Kadin ve Aile | Cocuklar Îçin | Soru Ve Cevap | Yazarlarımız |
Kur`an | Hadisler | Dualar | Şiirler | Ses ve Video | Programlar | Linkler  |  Îletişim için |

Copyright© 2000 Kevser Yayinlari Internet Hizmetleri. Tüm Haklari Saklidir Ayrintili bilgi almak için veya bize her konuda yazmak için, paragonxx@yahoo.de  'e mesaj yollayiniz. WWW.KEVSERNET.COM