Bismillahirrahmanirrahim
Soru-478:
Muhterem hocam, aşağıdaki ayetini
tefsirini sizden rica ediyorum. Ayrıca bu ayetin
Resulullah'ın (s.a.a) masumiyetiyle alakasından da
bahseder misiniz?
Söz konusu ayet şöyledir:
"Eğer Allah'ın sana lütuf ve
merhameti olmasaydı, onlardan bir güruh seni
saptırmaya çalışırdı. Hâlbuki onlar, ancak kendi
nefislerini saptırırlar, sana hiçbir zarar
veremezler. Allah, sana Kitab (Kur'ân)ı ve hikmeti
indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir.
Allah'ın sana olan fazlı-lütfu büyüktür."
(Nisa, 113)
Cevap-478:
Bu ayetin sebeb-i nüzulünde tefsirlerde farklı
rivayetler nakledilmiştir ki bunlardan bir
tanesini nakletmekle yetiniyoruz. Resulullah'ın
(s.a.a) ashabından birisinin zırhı bir ara çalındı
ve sahibi birisi hakkında şüphelendi. Hırsız,
olayın açığa çıkma tehlikesini sezince, zırhı
gizlice bir Yahudi'nin evine attı ve kabilesinden
kendisinin suçsuzluğuna dair Resulullah nezdinde
şahitlik yapmalarını ve zırhın Yahudi'nin evinden
çıkmasını buna delil olarak göstermelerini istedi.
Böylece asıl hırsız beraat etti ve Yahudi itham
altında kaldı. Bunun üzerine Allah-u Teâlâ olaya
el koydu ve Resulü'nü olaydan haberdar etmek için
yukarıdaki ayeti zikredeceğimiz diğer bir ayetle
birlikte nazil etti. Bu olay bu şekliyle doğru
olsun veya olmasın,
çeşitli rivayetler ve ayetlerin muhtevasından,
Allah Resulü'nün benzer bir olayda zahiri
görüntüye bakarak ve bazılarının komplolarıyla
yanlış bir hüküm verme aşamasındayken, Allah-u
Teâlâ'nın bizzat müdahale ederek, gerçeği ortaya
çıkarma suretiyle Resulü'ne bilmediği gerçeği
bildirip, onu yanlış bir karar vermekten muhafaza
ettiğini anlıyoruz. Şimdi, Resulullah'ın hata ve
sehivden bile nasıl korunduğunu bu olaydan ve olay
hakkındaki söz konusu ayetten çıkarmaya çalışalım.
Ayette geçen üç cümle üzerinde
dikkatle durmamız gerekir:
a) Allah, sana Kitab (Kur'ân)ı ve
hikmeti indirmiştir.
b) Sana bilmediğin şeyleri
öğretmiştir.
c) Allah'ın sana olan fazlı-lütfu
büyüktür."
Birinci cümle Resulullah'ın hüküm
vermedeki iki ana kaynağından Kur'ân ve hikmet
(sünnet)ten bahsetmektedir. Bu iki kaynağa
vakıf olmak, onu
İlahi hükümleri beyan etme hususunda her türlü
hata ve yanlıştan korur. Ama şurası da açıktır ki
genel kanun ve kurallara vakıf olmak, insanı genel
kanunları tatbik noktasında hatadan korumaya
yetmez. Bu noktada hatalardan korunmak için başka
bir şeye de ihtiyaç vardır. Yukarıda bahsi geçen
ve Resulullah'ı hatalı bir karar verme aşamasına
getiren olayda, Allah Resulü genel İlahi kanun ve
hükümlerden tamamen haberdardı. Ama sırf bu bilgi,
onu hata yapmaktan korumaya yetmedi. Bu bilgi
başka bir şeyle birleşince, Resulullah'ın hatadan
korunmasına vesile oldu. İşte bu ek bilgi bir
sonraki cümlede şöyle açıklanmıştır: "Sana
bilmediğin şeyleri öğretmiştir." Acaba
Resulullah'ın bilmediği ve sonradan öğretilen bu
bilgiden maksat nedir? Genel
İlahi
hükümler olamadığı kesindir; zira bunlar
birinci cümlede geçen Kitap ve hikmette beyan
edilmiştir. Bazıları bu cümlenin önceki cümleyi
üsteleme için söylendiğini söylese de bu anlamsız
bir sözdür; zira hiçbir
kimse bir Peygamberin kendi şeriatının
hükümlerinden habersiz olduğu ihtimalini bile
vermez ki ayrıca üstelemeye gerek duyulsun.
Demek ki bu değildir; sebeb-i nüzul
rivayetlerini ve ayetteki karineleri dikkate
aldığımızda bu bilgilerin bazı olayların gerçeği
ve iç yüzüyle alakalı olduğunu anlıyoruz. Bu mana,
konuyla ilgili bir başka ayette şu şekilde ifade
edilmiştir:
"Şüphesiz biz sana kitabı hak
olarak indirdik ki, Allah'ın sana gösterdiği
şekilde insanlar arasında hükmedesin..."
(Nisa, 105)
Görüldüğü gibi bu ayette de
Resulullah'ın hüküm vermesi için iki dayanak
zikredilmiştir:
a) İndirilen kitaba dayanarak.
b) Allah'ın gösterdiklerine
dayanarak.
Böylece Allah Resulü'nün Kitap ve
Sünnet bilgisi dışında özel bir takım bilgilerle
de donatıldığını bu ayetten açık bir şekilde
anlamış bulunuyoruz. Ayrıca Allah-u Teâlâ bunun
bir istisna ve birkaç örnekle sınırlı olmadığını
ve Resulü'nün sürekli bu lütfe mazhar olduğunu
vurgulamak için yukarıda bahsi geçen Nisa 113.
ayetin sonunda şöyle buyurmuştur: "Allah'ın
sana olan fazlı-lütfu büyüktür." Hak Teâlâ'nın
bir şeyi büyük ve önemli görmesi bizimkiyle
elbette aynı değildir. Hak Teâlâ'nın ifadelerinde
mübalağa gibi gerçeği yansıtmayan şeyler olmaz.
Onun ifadeleri, tam anlamıyla hakikati ifade
eder. Allah'ın
fazlının, lütfunun Resulü'ne büyük olduğu, onun
sürekli, hüküm vermede, sosyal teamüllerinde vs.
bu gibi yardımlara, bilgilendirme ve korumalara
mazhar olduğunu gösterir.
Kısacası hem akli
hem nakli delillere göre, nübüvvet görevinde yer
alan hikmet ve maslahattan dolayı, ayrıca
insanlara örnek teşkil etmesi hasebiyle
Resulullah'ın hayatı, söylem ve eylemleri öyle bir
şekilde tanzim edilmelidir ki insanları onun söz
ve davranışlarına itaat etmelerinde asla tereddüt
ve güvensizliğe itmesin.
|