Bismillahirrahmanirrahim
Soru-470:
Masumiyet karşıtlarının delil olarak sarıldıkları
şeylerden birisi Kur'ân'da Resulullah (s.a.a)
hakkında inen bazı şartlı uyarılardır. Onlar bu
şartlı uyarıları sanki vuku bulmuş birer olay
olarak algılayıp bunları Resulullah'ın masum
olamayacağına delil olarak göstermektedirler. Bu
ayetlerden bir kaçını örnek olarak zikrediyoruz:
a) "…Ve eğer
sana vahiyle gelen bu kadar bilgiden sonra, kalkıp
da onların arzu ve heveslerine uyacak olursan,
sana Allah'tan ne bir dost bulunur, ne de bir
yardımcı." (Bakara, 120) Benzer cümleler çok
az farkla Bakara suresinin 145. ayetinde ve Ra'd
suresinin 37. ayetinde geçmektedir.
b) "Andolsun ki,
sana da, senden öncekilere de şu vahyedildi:
"Yemin ederim ki, eğer şirk koşarsan, bütün
çalışmaların boşa gider ve mutlaka kendine yazık
edenlerden olursun." (Zumer, 65)
c) "Eğer O
(Peygamber), bize isnâden bazı sözler uydurmaya
kalkışsaydı, * Elbette biz onu bundan dolayı
kuvvetle yakalardık. * Sonra da onun şah damarını
keser atardık. * O vakit sizden hiçbiriniz ona
siper de olamazdınız." (Hakka, 44-47)
Onların bu
bahanelerini nasıl cevaplayabiliriz?
Cevap-470:
Soruda da geçtiği üzere bu mealde birçok ayet
vardır, ama onların hepsini zikretmeye gerek
yoktur. Zira bunları dikkate alan, benzer
ayetlerin cevabını da öğrenmiş olacaktır; çünkü
hepsinde üslup ve amaç aynıdır.
Evet, bu tür
ayetlerde yapılan şartlı uyarılar, asla şartın
vuku bulduğu anlamına gelmez. Eğer bir şeyin
şartlı beyan edilişi, illa da onun vuku bulduğu
anlamına gelseydi, başka benzer şartlı cümlelerde
de durum aynı olurdu. Oysa onlarda şartın vuku
bulmadığını kesin olarak biliyoruz. Örneğin şöyle
buyurmaktadır:
"Yemin olsun ki,
dilersek sana vahy ettiğimizi ortadan kaldırırız;
sonra bize karşı kendine bir vekil (koruyucu)
bulamazsın."
(İsra, 86) Hepimiz böyle bir meşiyyetin asla vuku
bulmadığını, tam tersini Allah-u Teâlâ'nın Resulü
vasıtasıyla şeraitini tekmil ettiğini biliyoruz.
"Peki, vuku
bulmayan bu tür uyarıların yapılmasının sırrı
nedir?" diye sorulabilir. Bu hususta iki noktaya
değinmekte fayda var:
Birincisi,
bu gibi uyarılarla Allah-u Teâlâ Resulü'nün beşeri
yönüne dikkat çekip, eğer sadece onların bu
yönleri söz konusu olsaydı, hata yapma ihtimalleri
olabileceğine dikkat çekip, Peygamberin
masumiyetini tamamlayan unsurun İlahi yardımlar
olduğuna vurgu yapmaktır.
İkincisi, bu
ayetlerdeki tabirler ayrıca eğitim amaçlı
kullanılmış ve Resulullah kanalıyla başkalarına,
ümmetine mesaj verilmek istenmiştir. Yani hitap
zahirde Resulullah'a yapılmasına rağmen asıl
muhatap başkalarıdır. Çünkü birçok kimse,
kendisine direk hitap edilip bazı ağır uyarıların
yapılmasını tahammül edemiyor ve yanlışlarından
dönme yerine daha da inada biniyorlar. Oysa
dolaylı mesajda bu risk asgariye iniyor ve adam
kendi kendine, "Eğer Allah Resulü'ne bile bu
konularda ayrıcalık tanınmıyor ve böyle ağır bir
dille uyarılıyorsa, bize haydi haydi tanınmaz. O
halde hal ve hareketlerimize daha çok dikkat
etmeliyiz!" Esasen bu hemen her millette bulunan
"Kızım sana diyorum, gelinim sen anla" yöntemidir.
Bu bölümü, hitabın Resulullah'a yöneltilmesine
rağmen asıl muhatabın, ümmet olduğunu gösteren çok
açık bir ayeti de aktararak bu bölümü noktalamak
istiyoruz:
"…Onlardan
(anne-babadan) biri veya her ikisi senin yanında
yaşlanırsa, sakın onlara "öf" bile deme ve onları
azarlama. İkisine de tatlı ve güzel söz söyle. *
İkisine de acıyarak tevazu kanatlarını indir. Ve
şöyle de: "Ey Rabbim! Onların beni küçükten
terbiye edip yetiştirdikleri gibi, sen de
kendilerine merhamet et."
(İsra, 23-24)
Hepimiz bu
hitapların asıl muhatabının anne babasız büyüyen
Resulullah değil, ümmet olduğunu biliyoruz.
|