Advertisement

KEVSER YAYINCILIK

  Ana Sayfa / Soru ve Cevaplar

 

Bugün :  

Sık Kullanılanlara Ekle

 

Başlangıç Sayfası Yapın

 
 

Bismillahirrahmanirrahim

 

Soru-458: Masumiyet inancına karşı gelenler bir de Taberî gibi Yahudi ve Hıristiyan kaynaklı efsanelerden temiz olmayan bazı tarihlerde nakledilen "inkita-ı vahy" (vahyin kesilişi) isimli bir efsaneye dayanarak ve bazı ayetleri de bu efsaneye uyarlayarak güya Allah Resulü'nün (s.a.a) bir hata yaptığını ve bundan dolayı da adeta bir ceza olarak bir müddet vahyin kesildiğini iddia etmektedirler. Bu konuyu da etraflı olarak ele alıp bu konudaki iddiaları delilli bir şekilde çürütebilir misiniz? 

 

Cevap-458: Masumiyet karşıtları bu konuda özellikle iki rivayeti çokça kullanmaktadırlar:

a) Yahudiler Peygamber'in huzuruna gelip üç mesele (ruh, Ashâb-ı Kehf ve Zü'l-Karneyn) hakkında bazı sorular sordular. Peygamber, "İnşallah" demeden, "yarın ge­lin cevabınızı vereyim" dedi. Bunun için vahiy kesildi.

b) Osman, hediye olarak Peygamber'e biraz hurma veya üzüm gönderdi. Bir dilenci Peygamber'in kapısına geldi, Peygamber onu dilenciye verdi. Osman onu dilenciden satın aldı ve tekrar peygamber'e gönderdi. Yine dilenci peygamberin kapısına gitti ve aynı iş üç kere tekrarlandı.

Sonuncu defa peygamber yumuşakça: "Sen dilenci misin, tüccar mısın?" buyurdu. Dilenci, peygamber'in bu sözüne darıldı ve vahiy bu sebeple kesildi.

Bu konuda aşağıdaki ayetlerin de indiğini iddia etmektedirler:

"Hiçbir şey için, Allah'ın dilemesi dışında: "Ben yarın onu yapacağım deme" * Ancak Allah dilerse (yapacağım de). Ve unuttuğun vakit Allah'ı an ve "Umarım Rabbim beni, doğruya daha yakın olana eriştirir." de." (Kehf, 23-24)

"Andolsun kuşluğa *  Ve geceye, karanlığı iyice çöktüğü zaman, * Rabbin seni terk etmedi ve darılmadı da. * Şüphesiz senin için son olan, ilk olandan (ahiret dünyadan) daha hayırlıdır. * Elbette Rabb'in sana verecek, böylece sen hoşnut olacaksın. * Seni yetim bulup da barındırmadı mı? * Ve seni yol yitirmiş bulup da, yol göstermedi mi sana? * Ve seni yoksul bulup da zengin etmedi mi? * Öyleyse, sakın yetimi üzüp, kahretme, * İsteyip dileneni de azarla­yıp, kovma; * Rabbinin nimetini de anlat." (Duhâ, 1-11)

 

* Daha önce de belirttiğimiz gibi, bu gibi İlahi emirleri, illa da yapılan bir yanlışı düzetmeye yönelik olarak algılamamalıyız. Bunlar ya Allah-u Teâlâ'nın Resulü'nü korumaya yönelik tedbirleridir. Ya da zahirde Resulü'ne hitap etmekle birlikte, asıl muhatap ümmetidir kendisi değil. Daha önce buna bazı örnekler zikretmiştik.

Şimdi nakledilen "vahyin kesilmesi" iddiası hakkındaki rivayetleri incelemeye çalışalım.

Evet değindiğimiz gibi bazı tarihçiler, özellikle de Taberî, vahyin kesilişi (inkıta-i vahiy) adında bir meseleyi söz konusu edip şöyle diyorlar: "Resulullah, o meleği görüp ilk vahyi aldıktan sonra, Allah-u Teâlâ ka­tından tekrar vahiy gelmesini bekliyordu. Fakat artık ne o güzel melekten bir haber vardı, ne de o gaybî mesajdan."

Bizce şayet bi'setin evvelinde bir müddet vahyin kesildiğini kabul et5sek dahi,  bu, Kur'ân'ın tedrici nüzulünden başka bir şey değildir.

Aslında bir takım maslahatlardan dolayı ilahi irade, Kur'ân'ın yavaş yavaş nazil olmasına yönünde tecelli etmişti. Ancak bi'setin evvelinde, vahiy daha yeni gelmeye baş­ladığı için vahyin arası kesilince, bu "inkıta-i vahiy" olarak telakki edildi. Yoksa "inkita-i vahiy" diye bir şey söz konusu değildi.

Bu mesele, art niyetli yazarların elinde bir bahane teşkil ettiği için konuyu daha iyi açıp "vahyin kesilişi" diye bir meselenin gerçek olmadığını ve Kur'ân ayet­lerinin bu meseleye tatbik edilişinin temelsiz olduğunu ispatlamak istiyoruz.

Önce hadiseyi aynen Taberî'nin naklettiği gibi aktaralım:

"Vahy kesilince, Peygamber'in bi'setin başlangıcındaki şek ve şüpheleri tekrar baş­ladı. Hatice de onun gibi şüpheye kapıldı ve: "Allah seninle ilişkisini kesmiştir sanı­yorum" dedi. Peygamber, bu sözü duyduktan sonra Hira dağına doğru yola koyuldu. Bu sırada Cebrail nazil oldu ve Peygamber'e aşağıdaki ayetlerle hitabetti: "Andolsun kuşluğa *  Ve geceye, karanlığı iyice çöktüğü zaman, * Rabbin seni terk etmedi ve darılmadı da. * Şüphesiz senin için son olan, ilk olandan (ahiret dünyadan) daha hayırlıdır. * Elbette Rabb'in sana verecek, böylece sen hoşnut olacaksın. * Seni yetim bulup da barındırmadı mı? * Ve seni yol yitirmiş bulup da, yol göstermedi mi sana? * Ve seni yoksul bulup da zengin etmedi mi? * Öyleyse, sakın yetimi üzüp, kahretme, * İsteyip dileneni de azarla­yıp, kovma; * Rabbinin nimetini de anlat." (Duhâ, 1-11)

Bu ayetler indikten sonra Peygamber, fevkalade sevindi ve hakkında söylenilen­lerin hepsinin yalan olduğunu anladı"

 

Tarih Değil, Efsanedir:

Hatice'nin hayatı, tarihte kaydedilmiştir. Peygamber'in (s.a.a) güzel huyları, iyi davra­nışları, hâlâ gözlerinin önünde olan ve Rabb'ini adil bilen Hatice, nasıl olur da birden bire Allah'ın ve Resulü'nün hakkında böyle bir su-i zanda bulunur acaba?

Nübüvvet makamı, yüce sıfatlar ve güzel huylara sahip olmaksızın hiçbir kimse­ye verilmez. Resulullah (s.a.a) o yüce, sıfatlara ve bir takım özel şartlara haiz olma­saydı eğer, bu makama asla erişemezdi. Bu sıfatların en önemlisi, ismet (günah ve ha­talardan masum olmak), itmi'nan (gönlün daima huzur içinde oluşu, asla ıstırap ve en­dişeye kapılmaması) ve tevekküldür. Bu sıfatlara sahip olan birinin aklından böyle yan­lış fikirlerin geçmesi asla mümkün değildir. Ulema derler ki: "Peygamberlerin tekâmül hareketleri, çocukluk döneminden başlar, hicaplar, perdeler bir bir gözlerinin önünden kalkar, ilmi kışkırtıcılığı son derecesine ulaşır; gördükleri, duydukları şey­ler hakkında hiç şüphe etmezler." Böyle bir mertebeye ulaşan kimse, onun bunun sözüyle şüpheye düşer mi, endişeye kapılır mı hiç?!

Duhâ süresindeki "Rabb'in seni terk etmedi ve darılmadı da" cümlesinden anlaşıl­dığına göre bir adam Resulullah'a: "Rabbin seni terk etmiş, sana darılmıştır" demişti. Fakat diyen adam kimdir ve bu cümle Peygamber'i ne derecede etkiledi? Bu hususta söz konusu surede hiçbir işaret yoktur.

Kimi müfessirler, bu cümleyi bazı müşrikler söylemiştir, diyorlar. Bu kavle göre, mezkûr ayetler vahyin başlangıcı ile ilgili olmalı.

Çünkü bi'setin başlangıcında Hatice ve Ali'den başka hiçbir kimsenin vahyin nüzulünden haberi yoktu. Hatta ileride de anlatacağımız gibi Resulullah'ın peygamberliği üç yıla kadar müşriklerin çoğuna gizli idi. Peygamber, bu üç yıl içinde risaletini umu­ma tebliğ etmekle memur değildi. Bilahare "Artık sen emrolunduğun şeyi açıkça söyle" ayet-i kerimesi (Hicr, 94) nazil oldu ve Peygamber (s.a.a) risaletini açığa vurdu.

 

Siyer Yazarlarının Vahyin Kesilişi Hakkındaki İhtilafları:

Kur'ân'ın hiçbir yerinde vahyin kesilişi diye bir meseleye işaret olunmamıştır. Sa­dece siyer ve tefsir kitaplarında böyle bir mesele göze çarpmaktadır. Fakat vahyin kesilişinin sebebi ve süresi hakkında değişik görüşler vardır. İnsan müfessirler ve siyerciler arasındaki bunca farklı görüşleri görünce, ister istemez meselenin aslında şüphe düşüyor. Şimdi kısaca bu ihtilaflara değinelim:

1- Yahudiler Peygamber'in huzuruna gelip üç mesele (ruh, Ashâb-ı Kehf ve Zü'l-Karneyn) hakkında bazı sorular sordular. Peygamber, "İnşallah" demeden, "yarın ge­lin cevabınızı vereyim" dedi. Bunun için vahiy kesildi. Müşrikler, vahyin kesilmesine çok sevinip: "Allah onu terk etmiştir" dediler. Duhâ suresi, bu batıl düşünceyi red­detmek için nazil oldu.[1]

Bir görüşe göre bu hadise bi'setin başlangıcıyla ilgili değildir. Çünkü Yahudi âlimlerinin bu üç konu hakkında Peygamber ile görüşmesi, hicretin yedinci yılında olmuştu. Bu yılda peygamber'in nübüvvetinin hakikatini, Yahudi bilginlerden sormak için Kureyş tarafından Medine'ye bir heyet gelmiş ve onlar da heyete, yukarıda değindiği­miz üç meseleyi Muhammed'den sorun demişlerdir.[2]

2- Peygamber'in karyolasının altında bir köpek yavrusu ölmüştü ve hiçbir kimse­nin haberi yoktu. Peygamber, evden çıktığında Havle evi süpürürken onu görüp dı­şarı attı. Ondan sonra vahy meleği nazil oldu ve Duhâ suresini getirdi. Peygamber (s.a.a), vahyin gecikme sebebini sorunca Cebrail (a.s), "Biz köpek bulunan bir eve girmeyiz" dedi.[3]

3- Müslümanlar, vahyin gecikme sebebini sordular. Peygamber (s.a.a): "Siz, tırnak ve bı­yıklarınızı kısaltmayınca, nasıl vahy gelebilir?" buyurdu.[4]

4- Osman, hediye olarak Peygamber'e biraz hurma veya üzüm gönderdi. Bir dilenci Peygamber'in kapısına geldi, Peygamber onu dilenciye verdi. Osman onu dilenciden satın aldı ve tekrar peygamber'e gönderdi. Yine dilenci peygamberin kapısına gitti ve aynı iş üç kere tekrarlandı.

Sonuncu defa peygamber yumuşakça: "Sen dilenci misin, tüccar mısın?" buyurdu. Dilenci, peygamber'in bu sözüne darıldı ve vahiy bu sebeple kesildi.[5]

5- Peygamber'in hanımlarından veya yakınlarından birinin bir köpek yav­rusuna sahip o9lması, vahyin inmesine mani idi.[6]

6- Peygamber, vahyin gecikmesini Cebrail'e (a.s) sordu. Cebrail (a.s): "Benim kendimden hiç­bir ihtiyarım (yetkim) yoktur" dedi.[7]

Bu konuda başka kaviller de vardır ki, bu hususta tefsir kitaplarına bakabilirsiniz.[8] Fakat ne var ki, ön yargılı yazarlar bunca kaviller içinden sadece Taberî'nin nak­lettiği[9] kavli seçmiş ve bunu, Peygamber'in şüpheye düştüğünün alameti olarak addet­mişlerdir. O kadar kavlin içinden sadece birini zikredip ömrü boyunca hiçbir hadi­se karşısında sarsılmayan mutmain bir şahsiyet hakkında o kavil esasınca hüküm ver­mek, bu tip yazarların art niyetli veya en azından İslam tarihinden habersiz oldukla­rını ortaya koymaktadır.

Aşağıdaki noktalara dikkat edilirse, bu ihtimalin temelsiz olduğu anlaşılacaktır:

1-    Hz. Hatice, bütün varlığıyla Peygamber'e (s.a.a) bağlı, ömrünün sonuna kadar kocasının yolunda fedakârlık eden ve servetini peygamber'in yüce hedefi uğrunda vakfeden bir kadındı. Bi'set yılında, Peygamber ile evlenmesinden on beş yıl geçiyordu. Bu müddet içinde kocasından iyilikten başka bir şey görmemişti. Acaba Peygamber'e bu kadar bağlı olan bir kadın, ona karşı öyle sert konuşur muydu?!

2- "Rabb'in seni terk etmedi ve sana darılmadı da" ayetinden, o sözün Peygam­ber'e söylendiği anlaşılmakta, fakat söyleyen kimmiş ve niçin söylemiş, malum de­ğildir.

3- Bu haberi nakledenler, bir gün Hatice'yi, Peygamber'e teselli veren, onu şüphe­den çıkaran ve hatta onu intihar etmekten alıkoyan bir kadın olarak takdim ederler, diğer bir gün ise onu, Peygamber'e karşı "Allah, sana gazab etmiştir" diyebilecek biri­si olarak tanıtmaktadırlar. İşte burada "Yalancı, unutkan olur" demekle yetiniyoruz.

4- Eğer Hira dağında ilk vahiy olarak Alak suresinden birkaç ayet indikten son­ra vahy kesilmiş ve bir müddet aradan sonra Duhâ suresi inmiş ise, o halde nüzul sırasına göre Duhâ suresi, ikinci sure olmalıdır. Oysaki nüzul tarihi açısından Duhâ suresi, Kur'ân'ın onuncu süresidir.[10] Duhâ suresine kadar Kur'ân sureleri nüzul sırasına göre şöyledir: 1-Alak, 2- Kalem, 3- Müzzemmil, 4- Müddessir, 5-Tebbet, 6- Tekvîr. 7- İnşirâh. 8- Asr. 9- Fecr, 10- Duhâ

Tarihçilerden sadece Yakubî, nüzul tarihi bakımından Duhâ suresini, üçüncü su­re olarak kabul etmiştir. [11]

Bu görüş, hatta bu nakil ile de tatbik etmemektedir.

 

Vahyin Kesiliş Müddeti Hususundaki İhtilaf:

Vahyin kesiliş süresi, çeşitli şekillerde yazılmıştır. Tefsir kitaplarında "4 gün, 12 gün, 15 gün, 19 gün, 25 gün, 40 gün" kavilleri göze çarpmaktadır.

Kur'ân'ın tedrici nüzulünün hikmetini göz önünde bulundurursak, "İnkita-i vahy" dedikleri meselenin istisnai bir hadise olmadığını anlarız. Çünkü Kur'ân, ilk günden itibaren ilahi iradenin Kur'ân'ın tedricen nazil olmasına taalluk ettiğini bildirmiştir. "Kur'ân'ı ayet ayet ayırdık ki, onu insanlara duradura okuyasın ve onu yavaş yavaş indirdik." (İsrâ, 106)

Kur'ân'ı Kerim, bir başka ayette Kur'ân'ın yavaş yavaş nazil olmasının sırrını şöy­le açıklamakta:

"Kâfirler dediler ki: " Kur'ân ona toptan indirilseydi ya!" Biz, onunla senin kalbi­ni sağlamlaştırmak için onu böyle (ayet ayet indirdik) ve onu ağır ağır okuduk." (Furkân, 32)

Kur'ân'ın iniş usulüne nazaran, her gün ve her saat Cebrail'in Peygamber'e nazil olup bir ayet getirmesini asla beklememeliyiz. Kur'ân'ın yavaş yavaş inmesindeki hik­metler ve sırlardan dolayı Kur'ân-ı Kerim'in ayetleri toplumun ihtiyaçları ve so­rulan sorulara göre değişik zamanlarda nazil olmuştur. Aslında vahiy kesilmiş değil, vahyin acilen inmesini gerektiren bir neden yokmuş demektir.


 

[1]- Tefsir-i Ruhu'l-Meânî, c.30, s.157, Siretü'l-Halebiyye, c.1, s.349-350.

[2]- Siret-u İbn-i Hişâm, c.1, s.300-301.

[3]- Tefsir-i Kurtubî, c.10, s.71-83, Siretü'l-Halebiyye, c.1, s.349.

[4]- Tefsir-i Kurtubî, c.10, s.71-83, Siretü'l-Halebiyye, c.1, s.349.

[5]- Tefsir-i Ruhu'l-Meânî, c.30, s.157.

[6]- Tefsir-i Taberî'nin hamişinde basılan "Garâibü'l-Kur'ân "Tefsir-i Ebi'l-Fütûh, c.12, s.108.

[7]- Tefsir-i Ebi'l-Fütûh, c.12, s.108.

[8]- Tefsir-i Mecmeü'l-Beyân, c.10, Duhâ Suresinin Tefsiri.

[9]- Tefsir-i Taber-i, c.3, s.252.

[10]- Tarih'ül Kur'ân- Zencai, s.58.

[11]- Tarih-i Yakubi, c.2, s.33.

 

 
Site içi Arama


 

 

 

 

Go to top of page  Ana Sayfa | Kitap Listesi | Kıble Dergisi | Makaleler | Kadin ve Aile | Cocuklar Îçin | Soru Ve Cevap | Yazarlarımız |
Kur`an | Hadisler | Dualar | Şiirler | Ses ve Video | Programlar | Linkler  |  Îletişim için |

Copyright© 2000 Kevser Yayinlari Internet Hizmetleri. Tüm Haklari Saklidir Ayrintili bilgi almak için veya bize her konuda yazmak için, paragonxx@yahoo.de  'e mesaj yollayiniz. WWW.KEVSERNET.COM