Advertisement

KEVSER YAYINCILIK

  Ana Sayfa / Soru ve Cevaplar

 

Bugün :  

Sık Kullanılanlara Ekle

 

Başlangıç Sayfası Yapın

 
 

Bismillahirrahmanirrahim

 

Soru 409: İmam Ali'ye hilafet Allah tarafından peygamber aracılığıyla tanındı. Ve daha sonra çeşitli nedenlerde dolayı Ebubekir daha sonra da diğerleri geldi. İmam'ın ilk halife olmasına rağmen yerine bırakılmadı. İmam da hakkını aramadı. Bunun yapmasının nedeni de İslam'ın zarar görmemesiydi. Bu noktada bir arkadaş şu soruyu sordu: İmam neden savaşmadı da yerini Ebubekir'e bıraktı. Ben de cevap olarak şunu dedim: İslam'ın içerde çıkacak bir savaşa karşın zarar görmemesi için bunu yaptı. O da şunu savunuyor: Allah İmam Ali'nin başına neler geleceğini biliyordu. Buna rağmen bunu ona verdi. Allah İslam'a zarar verecek bir şeyi neden istesin ki? İmam savaşmalıydı diyor. Ben de çeşitli yollarla anlatmaya çalıştım, ama ikna edemedim. Bana bu noktada yardımcı olabilir misiniz? Karşıdaki kişi Sünni bir kardeştir.

 

Cevap: Muhterem kardeşim, İslam'dan az buçuk haberi olan bir kimse için bu sorunun ne kadar saçma olduğu açıktır. Bu soruda dile getirilen hususu kabul eden kimsenin birçok diğer sorunun cevabını da vermesi gerekir. Örneğin: Allah-u Teala insanların kahir çoğunluğunun, hakkı ve ilahi mesajları kabullenmeyeceklerini bildiği halde neden 124 bin peygamber gönderdi onlara?

Şeytan'ın insanları azdıracağını bildiği halde neden onu yarattı ve insanların başına bela oldu?

İnsanların içinden binlerce kan içici gaddar ve zalimlerin türeyeceğini bildiği halde neden yarattı onları? vs.

Bunların bir tek cevabı var: İnsanlara hücceti tamamlaması ve onları imtihan etmesi için...

Ehlibeyt de Resulullah'tan sonra ümmet için bir imtihan vesilesiydi. Nasıl ki Allah Resulü (s.a.a) de öyle buyurmuştur: "Benim Ehlibeyt'im ümmetin imtihan kapısıdır." Dolayısıyla onları kabul edip yollarını izleyenler, kurtulur, bunu yapmayanlar helak olurlar.

Kaldı ki yapılan yanlışları Allah-u Teala istemez. Ama yapılmasına izin verir; çünkü aksi takdirde imtihan olmazdı.

Elbette şunu da ilave etmek lazımdır ki Hz. Ali mutlak anlamda baştan beri susup yapılan yanlışa rıza göstermemiştir. Başta insanlara hücceti tamamlayacak ve her kesin doğruyu yanlışı anlayacak şekilde itirazlarını yapmış ve Allah ve Resulünün emrini ve verdikleri ahdi çeşitli şekillerde onlara hatırlatıp tebliğini yapmıştır. Ama fayda etmediğini görünce İslam'ın maslahatı ve temeklerinin sarsmaması için susmaya mecbur kalmıştır. Bunu kendisi çeşitli şekillerde beyan etmiştir ki aşağıda bunun bazı örneklerini aktarmakla yetiniyoruz:

 Hz. Ali (a.s), Cemel savaşından önce yaptığı bir konuşmada şöyle buyuruyor:

"Allah'a yemin ederim ki, Allah-u Teala, Yüce Peygamberi'nin ruhunu aldığından bugüne kadar, sürekli ben hakkımdan uzaklaştırılmış bulunuyorum..." (Nehcu'l-Belağa, Hutbe: 6)

Yine kendi hilafeti döneminde halifeler dönemiyle ilgili bir konuşmasında halifelerin ona ait olan bir hakkı yağmaladıklarını dile getirerek, gözünde diken boğazında kemik kalmış biri gibi bu duruma tahammül ettiğini açıkça dile getirmiştir:

"Allah'a andolsun ki falan kimse (Ebu Kuhafe oğlu Ebubekir), hilafete göre yerimin, değirmen taşının mili gibi olduğunu bildiği halde hilafeti bir gömlek gibi üzerine giyindi. Oysa sel her zaman benden akar ve hiç bir kuş benim yükseldiğim yüce zirvelere yükselemez. Ben de hilafetle kendi arama bir perde gerdim, ondan tümüyle yüz çevirdim. Başladım kendi kendime düşünmeye; şu kesilmiş elimle hemen atağa mı geçeyim, yoksa şu kapkaranlık körlüğe sabır mı edeyim? Öyle bir karanlık ve körlük ki bu, büyüğü tamamıyla yıpratır, küçüğü tümüyle ihtiyarlatır, mümin kimse de Rabbine ulaşıncaya dek bu karanlık körlükte sürekli olarak zahmetten zahmete düşer. Gördüm ki sabretmek akla daha yatkındır, sabrettim. Ama gözümde diken vardı, boğazımda ise kemik. Mirasımın tümüyle yağmalandığını görüyordum."

Hz. Ali'nin Medine'de kendi hilafeti döneminde okuduğu bir hutbede neden hakkını almak için kıyam etmediğini de şöyle açıklamıştır:

"Peygamber (s.a.a), bizim aramızdan gittiğinde biz onun varisi, velileri ve öz soyundan olan yakınlarıyız, artık kimse hilafet konusunda bizimle niza etmez ve göz dikmez, dedik. Ama beklemediğimiz bir şekilde Kureyş'ten bir grup bizim hakkımıza el uzatarak yöneticilik hakkını bizden aldı ve kendileri sahiplendiler. Allah'a yemin ederim ki, eğer Müslümanların arasında bölünme meydana gelmesi, küfrün tekrar geri dönerek dinin tamamen yok olması korkusu olmasaydı bu gün üzerinde olduğumuz şeyden farklı bir durumda olurduk." (Şerh-i Nehcu'l-Belağa, Hutbe: 3)

Hz. Ali (a.s), ikinci halife tarafından kurulan şurada kendisine hilafeti vermeleri karşısında, ortaya konulan Ebubekir ve Ömer'in yolunu devam ettirmesi şartını açıkça reddetmiş ve yalnız Allah'ın kitabı ve Peygamber'in sünnetine bağlı kalacağını açıklamıştır. Açıktır ki, Hz. Ali (a.s) onların Şeyhu'l-İslamlığını yapmış olsaydı veya onların hilafetteki yöntemlerini meşru bilseydi, o zaman onların sünnetini bir ölçü olarak reddetmesinin bir anlamı kalmazdı. Yakubi nakletmiştir ki, Ömer'in kurduğu altı kişilik halife belirleme şurasında olan Abdurrahman b. Avf, Hz. Ali'yi bir kenara çekerek şöyle dedi:

"Allah bizimle senin aranda şahit olsun ki, kendi hilafetin döneminde Allah'ın kitabına ve Peygamberi'nin sünnetine ve Ebubekir ve Ömer'in sünnetine uyasın."

Hz. Ali şöyle karşılık verdi:

"Halife olursam gücüm yettiğince sizlerin arasında Allah'ın kitabı ve Peygamber'in sünnetine uygun olarak davranacağım."

Abdurrahman sonra Osman'ı bir kenara çekerek aynı sözü ona da dedi, Osman onun isteğini hemen kabul etti. Tekrar Hz. Ali'ye aynı teklifi tekrarladı; ama Hz. Ali yine aynı cevabı vererek sözlerine şunları ekledi: "Allah'ın kitabı ve Peygamber'in sünnetinin yanı sıra artık başka bir kimsenin gelenek ve gidişatına uymaya bir ihtiyaç yoktur. Aslında sen bu hilafeti benden uzaklaştırmaya çalışıyorsun."

Bütün bunlar gösteriyor ki Hz. Ali (a.s) üç halife döneminde hilafet sisteminin meşruiyetini kabul etmemiş ve onları kendi hakkını yağmalayan güçler olarak görmüştür. Elbette Hz Ali (a.s)'ın eşsiz ilmi makamı yüzünden, halifeler kendi siyasetleriyle çelişmediği ve bilgisizlik yüzünden başka bir alternatifleri de olmadığı hallerde İmam'a başvurmuşlardır. İmam Ali de onların dinle ilgili sorularını halletmiş ve İslam'ın hükmünü beyan etmiştir.

Ama neden İmam'a başvurduklarında onların ilmi ihtiyaçlarını gidermiş ve onlara yol göstermiştir acaba? Oysa isteseydi onların sorularına cevap vermeyi reddederdi. Bunun cevabı aşağıdaki hususa dikkat edilirse açıktır.

Masum İmam'ın da Peygamberler gibi iki önemli ilahi vazifesi vardır; birincisi hilafet ve ikincisi şehadet (gözetleyicilik). Yani Hz. Adem aleyhisselam'dan başlayarak her dönemde bu iki ilahi görevi üstlenmeleri için, her zaman bulunan masum ilahi şahsiyetler (peygamberler veya peygamberlerin vasileri) var olmuşlar. Hilafet görevi, insanların doğru şekilde yönetilmesini ve toplumda ilahi hükümlerin uygulanmasını sağlamak içindir. İkinci görev olan şahadet (gözetleyicilik) görevi ise, dine bağlı olan insanların haktan sapmalarını önlemek ve sürekli ilahi hükümlerin tahriften korunmasını sağlamak içindir.

Kur'an-ı Kerim'de birçok ayet peygamberlerin bu iki ilahi göreve sahip olduğunu açıklamaktadır. Bu açıklama ışığında şu noktaya dikkat etmek gerekir ki, bir peygamber veya imamda bu iki görevden birinin sekteye uğraması yani bazı engeller yüzünden yürürlük kazanmaması, diğer vazifenin de tatil olmasını gerektirmez. Birçok peygamber kendi dönemlerinde hilafet görevini yüklenmemesine rağmen ikinci görevlerini, yani şehadet (gözetleyicilik görevini) yerine getirmiştir. Peygamber veya masum imam bu iki görevden hangisini ifa etmeğe bir fırsat bulursa, onu yerine getirmelidir. Çünkü bu onun ilahi mesuliyetidir.

Hz. Ali (a.s) ilk üç halife döneminde hilafet görevini ifa etmekten mahrum bırakılmasına rağmen şehadet görevini kısmen ifa etmeğe fırsat bulmuş ve bu vazifeyi yerine getirmiştir. Ancak bunun yanı sıra, sürekli onların hilafetlerinin meşru olmadığını da çeşitli şekillerde imkân dâhilinde beyan etmiştir. İslam'ın temeli tehlikeye düşmesin diye de bir kıyama başvurmamıştır. Bizce, İslam tarihinde gerçe k manada bir araştırması olan kimse bunların hiçbir gizli yönü olmayan apaçık gerçekler olduğunu anlar. İsteyen kabul eder ve istemeyen emr-i vakı'i müdafaa etmek için onları görmezlikten gelir. Vesselam....

 

 
Site içi Arama


 

 

 

 

Go to top of page  Ana Sayfa | Kitap Listesi | Kıble Dergisi | Makaleler | Kadin ve Aile | Cocuklar Îçin | Soru Ve Cevap | Yazarlarımız |
Kur`an | Hadisler | Dualar | Şiirler | Ses ve Video | Programlar | Linkler  |  Îletişim için |

Copyright© 2000 Kevser Yayinlari Internet Hizmetleri. Tüm Haklari Saklidir Ayrintili bilgi almak için veya bize her konuda yazmak için, paragonxx@yahoo.de  'e mesaj yollayiniz. WWW.KEVSERNET.COM