Advertisement

KEVSER YAYINCILIK

  Ana Sayfa / Soru ve Cevaplar

 

Bugün :  

Sık Kullanılanlara Ekle

 

Başlangıç Sayfası Yapın

 
 

Bismillahirrahmanirrahim

 soru 275

HZ. MUSA’NIN (A.S)’IN MASUMİYETİ

 

1- Masumiyet karşıtlarının kendilerine delil olarak kullandıkları şeylerden birisi de Hz. Musa (a.s) ile ilgili bazı ayetlerin zahiridir.

Bunlardan birisi Beni İsrail’den olan mazlum birisiyle Firavun’un adamlarından olan zalim birisi arasında geçen bir kavgada, Hz. Musa (a.s)’ın Firavun’un adamlarından olan kimseye vurduğu bir yumrukla onun ölümüne vesile olması hakkındaki bazı ayetlerdir: Bu ayetlerde şöyle geçiyor: “(Musa) dedi: ‘Ey Rabbim kendime zulmettim, o halde beni mağfiret eyle. Allah da onu mağfiret etti. Şüphesiz o Ğafur ve Rahim’dir.” (Kasas / 16)

Diyorlar ki Hz. Musa açıkça kendi nefsine zulmettiğinden bahsedip ve Allah’tan bağışlanma diliyor. Eğer yaptığı iş günah değilse neden bağışlanma diliyor? Ayrıca bir önceki ayette, yani 15. ayette, Hz. Musa’nın kendisi “Bu şeytanın bir işiydi” diyor. Yine Hz. Musa bu olaydan sonra Nübüvvete ulaşıp da Firavun’a tebliğ ile görevlendirildiğinde, Firavun ona “Sen yapmaman gereken o işi yaptın.(Yani bizden birisini öldürdün.)” deyip Hz. Musa’yı kınayınca, Hz. Musa şöyle dedi: “ben onu dallinden olduğum bir halde yaptım.” (Şuara / 19-20) Burada da Hz. Musa gerçi o sırada peygamber değildi, ama özellikle peygamberlerin ister nübüvvet öncesi ister nübüvvet sonrası masum olmaları gerektiğine inananlar bu cümleyi masumiyetle nasıl bağdaştırabilirler?

Cevap: Ayetlerdeki tabirlerin yorumuna geçmeden önce şunu tespit etmemiz gerekir ki, acaba Hz. Musa’nın bu öldürme işlemi her halükarda caiz miydi, yoksa gerçekten caiz olmayan ve daha net bir tabirle bir “cinayet” miydi? Çünkü burada özellikle Ehl-i Sünnet’in açık bir çelişkisi söz konusudur. Zira birçokları bunu bir cinayet olarak addetmelerine rağmen genel olarak peygamberlerin yanlışlarına “zelle” tabirini kullanıyorlar. Büyük bir günah olan ve Furkan suresindeki tabiriyle ebedi cehennemde kalmayı insana hak ettiren bir günah olmasına rağmen dönüp buna “zelle” demenin hiçbir mantıklı bir yanı yok! Kaldı ki mütevatir dedikleri bazı rivayetlerde, bu fiilinden dolayı Hz. Musa şefaat hakkından mahrum kalacaktır!!

Evet, bizce burada (haşa) asla bir cinayet ve günah söz konusu değildir. Zira söz konusu Kıpti’yi öldürmesi şer’an caizdi; çünkü o Firavun’un bir adamı ve memuruydu ve Firavun’la adamlarının Beni İsrail’in başına neler getirdiğini Kur’an çeşitli ayetlerinde beyan etmektedir ki onlardan bir tanesi, binlerce masum erkek çocuğu dünyaya gelir gelmez öldürmeleri, kızları hizmetçi ve cariye olarak kullanmaları, Beni İsrail’in kadınlarını kendilerine helal etmeleri ve daha nice cinayetler ki Kur’an tek kelimede onlara “yeryüzünde fesat çıkaranlar” tabirini kullanmaktadır. Dolayısıyla Hz. Musa’nın bu cinayetleri işleyenlerden birisi olarak, o şahsı öldürmesi haram değildi. Kaldı ki adam Beni İsrail’den birisiyle kavga ediyor ve onun canına kıymak niyetindeydi ve Hz. Musa mazluma sahip çıkmak için kavgaya karıştı. Demek ki burada (haşa) işlenen bir günah söz konusu değildir. İşte burada hemen “peki o zaman neden Hz. Musa nefsine zulmetme, işini şeytani bir iş olduğundan ve bilahare bunun “dall” olduğu bir halde yaptığından bahsediyor” diye soracaksınız. Şimdi bunları açıklamaya çalışacağız inşaallah.

a) Eğer burada ayetlerden uygunsuz bir durum seziliyorsa, bu, işin aslından dolayı değil keyfiyet ve zamanlaması açısındandır. Şöyle ki Hz. Musa (a.s) bu olayda biraz aceleci davranıp o Kıpti’ye bu şekilde bir tepki göstermekle kendisini deşifre etti ve ardından gelen zahmet ve eziyete katlanmaya Mısır’ı terk edip Meyden tarafına gitmeye vs. mecbur kaldı ve eğer Mu’min-i Al-i Firavun’un yardımı olmasaydı, Firavun ve adamlarının eline düşüp daha nice sıkıntılara müptela olması kaçınılmaz olacaktı. Orada Hz. Musa’ya yakışan şeyin kendine hakim olup o mazluma daha uygun yollarla yardım etmeye çalışmasıydı. Demek ki, Hz. Musa’nın buradaki kendine zulmünden maksat günah zulmü değil, dünyevi eziyet ve çilelere kendisini maruz bırakmasıydı. Kısacası olsa olsa bu iş bir “terk-i evla”dan öte bir şey değildi. Şunu da ilave etmek gerekir ki, bu “katl” gerçi kasten olsaydı dahi bir günah sayılmazdı, ama büyük ihtimal bu bile değildi ve Hz. Musa sırf o adamı korkutmak ve zulmünden alı koymak için bir darbe vurdu; fakat kastetmediği halde onun ölümüne yol açtı.

İşte buradan hareketle bazıları, ayette geçen dall kelimesinin, bilgisizlik ve gaflet anlamına geldiğini (buna lügat kitapları da şahittir) ve Hz. Musa’nın adeta “Ben o darbenin onun ölümüne yol açacağını ve dolayısıyla onca olumsuz sonuçlara vesile olacağını bilmiyordum” demek istediğini söylüyorlar.

Hz. Musa’nın mağfiret dilemesi tabirine gelince burada iki ihtimal söz konusudur:

b) Bu kelimenin lügat anlamı kastedilmiştir. Kur’an’da geçen birçok yerdeki gibi burada da bu kelimenin lügat anlamı kastedilmiştir. Arap lügatinde “mağfiret”, “Gafere” kökünden, örtmek, saklamak demektir. Hz. Musa (a.s) “Fağfir li” cümlesiyle, “Ya Rabbi, beni firavun ve adamlarının gözünden sakla, koru” demektedir.

 

c) Terk-i evladan özür dileme. Faraza bir kimse birinci manayı kabul etmez ve bunun illa da ıstılahtaki anlamına geldiği hususunda diretirse, yine cevabını vermemiz mümkündür. Şöyle ki burada Hz. Musa’ya en fazla bir “terk-i evlayı isnad edebiliriz. Yani Hz. Musa gerçi mazluma sahip çıkmak ve ona yardımcı olmak niyetindeydi, ama ona yakışan, acele etmeyip bu işi daha tedbirli yollarla halletmek ve kendisini söz konusu zahmetlere düşürmemekti. Dolayısıyla daha iyiyi erk etme babından mağfiret dilemesinin bir sakıncası yoktur. Çünkü peygamberler, erk-i evlayı bile kendilerine adeta bir günah olarak addediyor ve bundan dolayı Allah’tan mağfiret diliyorlardı; Hz. Âdem ve birçok diğer peygamberde olduğu gibi.

 

 

2- Hz. Musa’nın (a.s) masumiyetiyle ilgili dile getirilen ikinci itiraz, Hz. Musa’nın Tur dağı dönüşünde kavminin Samiri’nin vesveseleriyle buzağıperest olduğunu görünce gösterdiği tepkiyle alakalıdır. Diyorlar ki Hz. Musa’nın malum durumu görünce kendine yakışmayan ve masumiyetiyle bağdaşmayan iki tane tepkisi söz konusudur; birisi elindeki levhaları bir kenara atması ve bir anlamda üzerine vahiy yazılı levhalara saygısızlık yapmasıdır. Diğeri ise kardeşi Hz. Harun’a kızıp onu azarlamasıdır; oysa onun söz konusu olayda hiçbir suçu yoktu. Ayrıca Hz Musa’nın olayın ardından kendisi ve kardeşi için Allahtan mağfiret dilemesi de yukarıda bahsettiğiniz düşünceyi teyid etmektedir.

 

Cevap: Eğer biz Hz Musa’nın, dönüşünde karşılaştığı manzara üzerinde iyi düşünürsek, Hz Musa’nın tepkilerinin değil bir hata ve günah, tam tersine olması gereken ve tamamen yerinde ve zaruri bir tepki olduğunu açıkça göreceğiz. Düşünün yıllarca tevhid tohumlarını Beni İsrail’in siyah kalplerine yerleştirmeye çalışan ve onları küfür ve şirk bataklığından kurtarmak için yıllarca çile çeken Hz Musa (a.s) kısa bir ayrılığın ardından dönüp de onca zahmet ve çilenin boşa gittiğini ve İsrailoğullarının Samiri’nin vesveselerine boyun eğdiğini ve bir buzağı heykelinin önünde secde ettiklerini ve her tarafta şirk ve putperestlik naralarının atıldığını görünce başka nasıl bir tepki gösterebilirdi ki?! Onun bu haklı öfkesi, şahsi ve haşa nefsani bir galeyan değil, meydana gelmiş bu acı, üzücü ve kahredici durumun ıslahı ve İsrailoğullarına düştükleri korkunç yanlışı anlatabilme ve durumun vahametini gösterebilmek için bir zaruretti ve aslında böyle bir tepki olmasaydı anormal olurdu. Ve eğer böyle bir tepki gösterilmeseydi şirk ve puttperestlik kalıntıları yıllarca, hatta asırlarca Beni İsrail içinde devam ederdi. Demek ki bu açıdan ortada yapılan herhangi bir yanlış söz konusu değildir ve tam tersine yapılması gereken yapılmıştır.

Hz Musa’nın levhaları elinden bırakması konusuna gelince; evvela ayetin orijinalindeki “ilka” kelimesi, bir çok müfessirin de dediği gibi “atma” değil, “bir kenara bırakma” olarak da mana edilmiştir. Kaldı ki böyle olmasa dahi burada olsa olsa yine haşa herhangi bir saygısızlık söz konusu olmadan, sırf öfke ve tepkisini daha iyi bildirme maksadıyla böyle yapmıştır. Dolayısıyla da böyle bir şeyi de hata veya (haşa) günah olarak değerlendirmek ancak patavatsızlık olur.

Kardeşi Harun’a (as) karşı davranışı da olayın zaruri halkalarından birisiydi. Zira Hz Musa herkesten önce kardeşine bu tepkiyi gösteriyor ki eğer birilerinin kafasında Hz Harun’un da bu olayda bir dahli olduğunu düşünürse cevabı bizzat Hz Harun’un dilinden almış olsun ve bilsin ki şirk ve putperestlik o kadar tehlikeli ve vahim bir olaydır ki hatta peygamberin dahi bu konuda seyirci kalması dahi Ona oldukça pahalıya mal olur. Nasıl ki İslam Peygamberi hakkında Allah-u Teala Ona hitaben şöyle buyuruyor: “Eğer şirk koşarsan amelin boşa gider ve sen mutlaka hüsrana uğrayanlardan olursun.” (Zümer,65) Yine şöyle buyurmaktadır: “O, bize isnâden bazı sözler uydurmaya kalkışsaydı, * Elbette biz onu bundan dolayı kuvvetle yakalardık. * Sonra da onun şah damarını keser atardık. * O vakit sizden hiçbiriniz ona siper de olamazdınız.” (Hakka, 45-47) Benzer ayetler Kuranda çoktur. Bunlardan maksat Peygamber (s.a.a) üzerinden başkalarına mesaj vermektir. Zira insanlar Allah-u Teala’nın kendi Resulüne ve Habibine karşı böyle bir tehditte bulunduğunu görünce kendilerine daha çok dikkat eder ve ayaklarını ona denk alırlar. Kaldı ki iki kardeş arasındaki bu tür davranışlar hiçbir zaman saygısızlığa hamledilemez.

 

3- Hz Musa (a.s) hakkında eleştiri konusu yapılan ve masumiyetle çeliştiği söylenen bir diğer husus A’raf suresinin 143. ayetinde bahsedilen ru’yet olayıdır; ayette şöyle geçmektedir:

“Ne zaman ki, Musa, mikatımıza geldi, Rabbi ona kelâmıyla ihsanda bulundu. "Ey Rabbim, göster bana kendini de bakayım sana" dedi. Rabbi ona buyurdu ki; "Beni katiyyen göremezsin ve lâkin dağa bak, eğer o yerinde durabilirse, sonra sen de beni göreceksin." Daha sonra Rabbi dağa tecelli edince onu yerle bir ediverdi, Musa da baygın düştü. Ayılıp kendine gelince, "Sen sübhansın", "tevbe ettim, sana döndüm ve ben inananların ilkiyim," dedi.”

Diyorlar ki evvela neden Hz Musa (as) o büyük makamı, marifet ve imanına rağmen neden böyle olmayacak bir istekte bulundu? O Allah-u Teala’nın mukaddes zatının gözle görülemeyeceğini bilmiyor muydu? Saniyen bayılıp yere düşmesi, onun bir yanlış yaptığının ifadesi değil mi? Salisen Hz Musa’nın (as) “tevbe ettim, sana döndüm” cümlesi yaptığı yanlıştan döndüğünü gösteriyor; yoksa tevbe etmesinin ne anlamı var?

 Cevap: Bu konuda da müfessirler değişik cevaplar vermişlerdir. Bunlardan en açık olanı Kur’an’ın da desteklediği şu cevaptır. Hz. Musa’nın söz konusu isteği kendisinin bir isteği ve arzusu değil, kendisinden bunu ısrarla isteyen ve Hz. Musa’nın sözünü dinlemeyip “Ey Musa, Allah’ı açık bir şekilde görmediğimiz müddetçe asla iman etmeyiz.” (Bakara / 55) diyen Beni İsrail’in isteğini dile getirmek için söylenen ifadelerdi.

Hatta bazıları ayetlerin Beni İsrail’in bu isteğinin Tur dağına gitmeden önce olduğunu ve Allah-u Teala’nın Beni İsrail’den yetmiş kişiyi seçip de mikata getirmesini Hz. Musa’ya emretmesini bu olaya bağlayıp ameli olarak onlara bunun mümkün olmadığını göstermek içindi. Bu böyle olsun veya olmasın Hz. Musa’nın isteği bundan dolayıydı ve ilahi emirle bunun böyle olamayacağını ameli olarak onlara göstermek içindi. Hatta yıldırım şeklinde inen tecelli bunun bir parçasıydı ve ceza niteliği taşımıyordu. Evet Allah-u Teala ve resulü Hz. Musa adeta şu mesajı onlara vermek istiyordu ki siz Allah’ın kudretinin küçük bir tecellisini görmeye muktedir değilken, onun mukaddes zatını nasıl müşahede edebilirsiniz?!

Hz. Musa’nın “Ben sana döndüm ve ben iman edenlerin ilkiyim” sözü de işin aslında olduğu gibi yine Beni İsrail’den taraf söylenen bir sözdü. Nasıl ki Allah-u Teala İslam ümmetine vereceği birçok mesajı Resulullah’ın üzerinden ve direk olarak ona hitaben verdiği gibi.

 

 

 

4- Kehf Suresinin bazı ayetlerinde Hz. Musa’yla ilgili bazı cümleler de yine bazıları tarafından eleştiri konusu yapılmıştır.

“Ey Muhammed! Bir vakit Musa genç adamına demişti ki: "İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar gideceğim yahut senelerce gideceğim." * Bunun üzerine ikisi de iki denizin birleştiği yere vardıklarında balıklarını unuttular. Bu arada balık, denizde yolunu bulup kaybolmuştu. * İki denizin birleştiği yeri geçtikleri zaman, Musa genç arkadaşına: "Kuşluk yemeğimizi getir. Gerçekten biz bu yolculuğumuzda epey yorulduk" dedi. * Adam: “Gördün mü? dedi. Kayaya sığındığımız vakit doğrusu ben balığı unutmuşum. Onu hatırlamamı, muhakkak şeytan bana unutturdu. O denizde garip bir yol tutup gitmişti." * Musa da demişti ki: "İşte aradığımız o idi." Bunun üzerine izlerine dönüp gerisin geri gittiler.” (Kehf / 60 – 64)

Evet görüldüğü gibi bu ayetlerde Hz. Musa’ya ve arkadaşına unutkanlık isnad edilmiştir. Bir de Kehf suresinin 73. ayetinde Hz. Musa’nın Hz. Hızır’ın yaptıklarına defaten itirazı söz konusu olup da Hz. Hızır kendisine sözleşmelerini hatırlatınca ona şu cevabı verdiğini naklediyor: “Musa dedi ki: "Unuttuğum şeyden dolayı beni suçlama ve bu işimden dolayı bana bir güçlük çıkarma.” Bu ayette de yine Hz. Musa unutkanlığından bahsediyor. Bunlar Hz. Musa’nın ve genelde peygamberlerin ara sıra nisyan ve unutkanlık arızasına müptela olabileceğini gösteriyor. Oysa masumiyete mutlak bir şekilde inanan kimseler (Ehlibeyt mektebi gibi), peygamberlerin unutkanlıktan da masum olduğunu iddia ediyorlar.

 

Cevap:  Bu eleştiriye de birkaç türlü cevap verilmiştir. Biz bunlardan iki tanesini zikrediyoruz:

a) Nisyan bazen gerçek anlamında (unutkanlık) anlamında değil, bir şeyi göz ardı etmek, terk etmek anlamına kullanılır. Örneğin Allah-u Teala buyuruyor ki: “Beni hatırlayın ki ben de sizi hatırlayayım.” (Bakara / 152) Açıktır ki Allah-u Teala unutmaz ki hatırlamış olsun. Maksat siz beni unutmayın ki ben de sizi göz ardı etmeyip lütfumu sizden kesmeyeyim. Bu cevap en azından Hz. Musa’nın Hz. Hızır’a söylediği cümle için geçerli olabilir. Yani Hz. Musa Hz. Hızır’a verdiği sözü unutmamasına rağmen, gördüğü ve şer’i kurallar açısından aykırı bulduğu fiillere itiraz etmeyi vazife bildi ve verdiği sözü görmemezlikten geldi.

b) İkinci cevap yukarıda verdiğimiz bütün durumlar için geçerlidir. O da şudur ki peygamberler aldıkları vahiyler onları koruma, yorumlama ve tebliğ etmede asla hata ve unutkanlığa müptela olmazlar. Bunda kendi aldıkları tedbirlerle birlikte direk olarak ilahi yardım ve tasarruflar söz konusudur. Ancak bu çerçevenin dışında kalan ve sadece peygamberlerin şahsını ilgilendiren bazı konularda nisyana müptela olmaları mümkündür ve bizim savunduğumuz masumiyet anlayışına da asla halel getirmez.

 

 

 
Site içi Arama


 

 

 

 

Go to top of page  Ana Sayfa | Kitap Listesi | Kıble Dergisi | Makaleler | Kadin ve Aile | Cocuklar Îçin | Soru Ve Cevap | Yazarlarımız |
Kur`an | Hadisler | Dualar | Şiirler | Ses ve Video | Programlar | Linkler  |  Îletişim için |

Copyright© 2000 Kevser Yayinlari Internet Hizmetleri. Tüm Haklari Saklidir Ayrintili bilgi almak için veya bize her konuda yazmak için, paragonxx@yahoo.de  'e mesaj yollayiniz. WWW.KEVSERNET.COM