Advertisement

KEVSER YAYINCILIK

  Ana Sayfa / Soru ve Cevaplar

 

Bugün :  

Sık Kullanılanlara Ekle

 

Başlangıç Sayfası Yapın

 
 

Bismillahirrahmanirrahim

 

Soru-25: Ziyaretçi defterine yazı yazan Sünni bir arkadaş, yazısının bir bölümünde "Ehl-i Sünnet Peygamberlerin dışında kimseyi hata ve günahtan masum görmez." diyerek güya Şia'nın Ehl-i Beyt imamlarının masum olduğuna inanmasını alaylı bir biçimde eleştirmektedir. Size sorum şu: Evvela Şia'nın Peygamberler'in ve Ehli Beyt İmamlarının masumiyetine delilleri nedir? Saniyen, Ehl-i Sünnet gerçekten Peygamberlerin masumiyetine tam anlamıyla inanıyor mu?

Cevap-25: Aziz kardeşim, Ehl-i Beyt mektebinin Peygamberlerin ve Ehl-i Beyt imamlarının masumiyetine delillerini diğer bazı soruların cevabında açıkladığımız için tekrara gerek görmüyoruz; ancak ikinci sorunuzla ilgili şunu diyebiliriz ki, gerçi söylem olarak Ehl-i Sünnet söz konusu arkadaşın söylediğini söyler ve kitaplarında yazar ve Peygamberler'den  sadece bazı zeller (küçük yanılgılar) sadır olabileceğini açıklarlar; ama kaynaklarında nakledilen bir takım rivayetler ve bazı Kur'ân ayetlerine getirilen yorumlar ve yine bazı sahabe ve halifelerle ilgili takınılan tavırlar, Ehl-i Sünnet'in bu konulardaki resmi görüşleri hakkında en azından bazı tereddütler doğuruyor insanda. Zira evvela Resulullah veya diğer bazı Peygamberler ile ilgili bir takım şeyler söyleniyor veya naklediliyor ki onlar öyle söyledikleri gibi zelle falan değil, basbayağı büyük hata veya günahtırlar. Veya bazı olaylar veya görüşler nakledilmektedir ki sonuç olarak onlardan bazı sahabenin, hatta Peygamber'den bile üstün olduğu ortaya çıkmaktadır. Biz bunlardan bazı örnekleri üç bölümde bizzat Sünni kaynaklardan sizlere nakledip kararı kendi vicdanınıza bırakacağız.

 

a) Resulullah (s.a.a) ile ilgili olanlar:

1- Bedir savaşında alınan esirlerle ve esirlerin fidye karşılığında serbest bırakılmasıyla ilgili, deniliyor ki bu olayda Allah Resulü sahabenin çoğunluğuyla birlikte hata yapmış ve esir alınmayacağı yerde esir almışlar ve sonra da esirleri fidye karşılığı serbest bırakmışlardır. Daha sonra Allah-u Teala Enfal suresinin 66 ila 68. âyetlerini indirerek Resulullah'ı ve söz konusu Müslümanları yaptıkları yanlıştan dolayı kınamıştır. Şimdi önce bu âyetlerin metnini bir görelim:

 

"Hiçbir peygambere yeryüzünde, kesin bir zafer kazanıncaya (dini yeryüzünde kökleşinceye) kadar esir alması yakışmaz. Siz dünyanın geçici yararını istiyorsunuz. Oysa Allah (size) ahireti istemektedir. Allah üstün ve güçlüdür. Ve hikmet sahibidir. (67)

Eğer Allah'ın önceden bir yazması olmasaydı, aldığınız (esirlere) karşılık size gerçekten büyük bir azap dokunurdu. (69)

Artık ganimet olarak elde ettiklerinizden helal ve temiz olarak yiyin ve Allah'tan korkup sakının. Hiç şüphesiz Allah bağışlayandır, esirgeyendir." (69)

İşte bu ayetlerin zahirine ve nakledilen bazı rivayetlere dayanarak Sünni yazarlar diyorlar ki Bedir savaşında Müslümanların esir almaları, sonra da esirleri fidye karşılığında serbest bırakmaları Resulullah'ın bir içtihadından ileri gelmiş, fakat bu içtihadda hata yaptığı için Allah tarafından kınanmıştır.

Şimdi bu görüş kabul edildiği takdirde, Resulullah'ın bu fiili ve güya ictihadını bir zelle olarak nitelendirmek mümkün müdür? Eğer biz de bunu söylemiş olsak, âyetlerin muhtevası bunun tam tersini ortaya koymaktadır.  

67. ayette buyuruyor ki:

"...Siz (şu esir almanızla) dünyanın geçici metaını istiyorsunuz. Oysa Allah (sizin için) ahireti istemektedir..."

Allah Resulü'nün hayatı ve şahsiyetine az da olsa vakıf ve arif olan bir kimse Resulullah'ın bu ilahi uyarıya muhatap olmasına ihtimal dahi verilebilir mi?!

Hedefi için dünya ve dünyevî olan her şeye sırt çeviren, müşriklerin tekliflerine karşı "Güneşi sağ elime, ayı da sol elime koysalar dahi yine de davamdan vazgeçmem" buyuran Allah'ın Habibi esirlerden gelecek üç-beş kuruş fidyeye mi göz dikmişti?!

Bazıları, bu olayda Resulullah ve Müslümanlar dünya ve ahireti birlikte istiyorlardı, diyorlar. Bu hüsn-i zan Resulullah hakkında fena değil; ancak Kur'ân bunu dahi reddederek açıkça: "Siz dünyanın geçici metaını istiyorsunuz..." buyurmaktadır. Bu ise ayetin muhatabı olan kimse veya kimselerin hakkında söz konusu hüsn-i zannın geçersiz olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

68. ayette ise: "Eğer Allah'ın önceden bir yazması olmasaydı, aldığınıza (esirlere veya fidyelere) karşılık size gerçekten büyük bir azap dokunurdu." buyrulmaktadır.

Şimdi bu ayetin muhtevasını dikkate aldığımızda yapılan bu yanlışa bir zelle deyip geçmemiz mümkün mü? "Zelle" demek küçük yanılgı demektir. Oysa hepimiz biliyoruz ki büyük azap ancak büyük günaha karşı söz konusu olabilir. Hekim ve adil Allah'ın bir zelle (küçük günah veya hata) karşılığında büyük azapla cezalandırması düşünülebilir mi? Şimdi acaba (neuzu billah) Allah Resulü büyük bir günah mı işlemişti ki büyük bir azabı hak etmiş olsun?!" Bunun ihtimalini dahi vermenin  ne kadar dehşet verici olduğunu insaf sahibi olan her kes teslim eder herhalde!

İşte gördüğünüz gibi olay o kadar da basit değildir. Hem bu ağır İlahi kınamanın Resulullah'a yönelik olduğunu söyleyeceksin, hem de bu bir zelle idi deyip kendini rahatlatacaksın; olacak şey mi Allah aşkına?!

O zaman nedir bu olayın gerçek yüzü? Bu yanlışı yapan ve söz konusu ayetler vasıtasıyla kınanan kim veya kimlerdi, diye sorulabilir. Bunun cevabı, sitemizin Sorular ve cevaplar bölümünün geniş bir şekilde verilmiş, sağlam delillerle bunun Allah Resulü'ne yönelik olamayacağı ispat edilmiş ve ayetlerin gerçek tefsiri ortaya konmuştur. Uzun olduğu için burada tekrara gerek görmüyoruz; isteyen kardeşler oraya müracaat edebilirler.

 

2- Fetih Suresi'nin ilk âyetlerinde Resulullah'a (s.a.a) hitaben şöyle buyurmaktadır:

"Biz sana açık bir fetih nasip ettik * ki Allah senin önceki ve sonraki günahlarını bağışlasın..."

Bizim bildiğimiz kadarıyla Sünni müfessirler, genelde bu ayetlerdeki günah ve mağfireti, bilinen şer'i günah ve mağfiret olarak tefsir etmektedirler. Şimdi bu tefsire göre (haşa) Allah Resulü'nün geçmiş ve gelecekte birçok günah işlediği ve işleyeceği, fakat Allah tarafından affedildiği gibi bir sonuç ortaya çıkmaktadır.  Bu görüşü benimsedikten sonra, bunu zelle olarak nitelemekle halletmek mümkün mü? Bir kere zelle, küçük hata demektir. Hata, hatadır; insanın onda bir suçu günahı söz konusu değil ki af ve mağfiret söz konusu olmuş olsun.

Şimdi yine "O zaman, bu ayetleri nasıl tefsir etmek gerekir ki Resulullah'ın masumiyetiyle çelişmesin?" diye sorulacak olursa, bunu yine başka bir sorunun cevabında açıklamış bulunuyoruz. O bölüme müracaat edip okuyabilirsiniz.

 

3- Sünni kaynaklarda Resulullah'ın masumiyetiyle açık bir şekilde çelişen ve zelle olarak yorumlanması mümkün olmayan bir diğer husus da, bir çok muteber kaynaklarında nakledilen şu rivayettir:

Sahih-i Buharî ve Sahih-i Müslim başta olmak üzere, birçok kaynakta Ebu Hureyre'den şöyle rivayet edilmektedir: Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: "Allah'ım, Muhammed de bir beşerdir; her beşer (insan) gazaplandığı gibi o da gazaplanır; ben seninle ahitleşmişim ve sen asla ahdini bozacak değilsin. Eğer ben (gazaplandığım zaman) bir kula (haksız yere) eziyet eder veya ona küfür eder veya lanet eder ya da kırbaçlarsam, bütün bunları o kul için bir keffaret ve sana yakınlaşma vesilesi kıl!"

(Sahih-i Buhari, C.4, Dualar Kitabı, Peygamber'in "Ben eziyet edersem..." Babı. Sahih-i Müslim, C.4, Birr Ve İyilik Kitabı, Hak Etmediği Halde Peygamber'in Bir Kimseyi Lanetlemesi Bâbı)

 

Bu rivayetlerden açık bir şekilde anlaşılan şey şudur ki, (haşa, sümme haşa) Allah Resulü de diğer insanlar gibi gazaplandığı zaman, bazen haksız yere birilerine eziyet ediyor veya lanetliyor, küfür ediyor veya kırbaçlıyordu!! Bunu masum olarak kabul edilen Peygamber'e yakıştırmak mümkün mü? Allah Resulü'nün (s.a.a) kendisi insanları lanet etmekten, küfür bazlıktan, insanlara eziyet etmekten nehyetmemiş midir? Kendi nehyettiği bir şeyde, insanlara örnek olması gerektiği halde, nasıl kendisi böyle çirkin bir şeye teşebbüs edebilir?!  O yüceler yücesi, defalarca "Ben rahmet olarak seçildim, lanetçi olarak değil." buyurmamış mıdır? Şimdi Allah aşkına söyleyin, haksız yere birisine eziyet etmek, küfür ve lanet etmek veya kırbaçlamak zelle olarak nitelendirilebilir mi?

 

4- Yine Buhari ve Müslim başta olmak üzere bir çok muteber Sünni kaynakta "Ledüd Hadisi" diye meşhur olan bir rivayet nakledilmektedir ki rivayetin değişik nakillerini dikkate alarak, olayı şöyle özetleyebiliriz: "Resulullah'ın hayatının son günlerinde, hastalığı iyice ağırlaştığı bir sırada, Resulullah'ın hanımları veya ashabından bazısının tavsiyesiyle, sancılanan kimselere verilen acı bir ilacı, Allah Resulü'nün ağzına döküyorlar. Resulullah uyandığında ağzının acılığını hissedince, yemin ederek orada bulunan herkesin ağzına aynı ilaçtan dökülmesini emrediyor; amcası Abbas hariç (çünkü o bu işe müdahale etmemişti). Meclistekiler bu işte bir art niyetlerinin olmadığını beyan ediyorlarsa da nafile; bir kere Resulullah bu işin yapılması gerektiğine dair and içmiştir. Böylece oradakilerin hepsinin ağzına birer birer ilaçtan dökülüyor! Hatta Resulullah'ın hanımlarından birisi (Meymune), ısrarla oruç olduğunu söylüyor; fakat Resulullah and içmiştir diye onun da sözünü dinlemeyerek ağzına ilaç dökülüyor!"

(Sahih-i Buhari, Tıp kitabı, Ledüd Bâbı, Sahih-i Müslim, Selam Kitabı, Ledüd ile Tedavinin Mekruhluğu Bâbı, Müsned-i Ahmed b. Hanbel, C.6, S.118, Sünen-i Tirmizi, C. 3, S. 265 Ve...)

 

Şimdi ey vicdan sahipleri, size böyle bir muamele yapılırsa, karşılığında siz böyle bir tepki içerisine girer misiniz ki rahmet Peygamberi ve (Kur'an'ın tabiriyle)  en yüce ahlaka sahip olan Allah'ın Habib'i girsin?! Evvela ortada bir suç veya en azından bir art niyet yoktu ki oradakiler böyle bir cezayı hak etmiş olsunlar. Suçlu bile olsalar, kendisine en kötü muameleleri yapan kimseleri affeden rahmet Peygamberi, kendi ashap ve zevcelerine, bazılarının oruç olmalarına da aldırmadan, böyle davranabilir mi?! Şimdi böyle bir rivayeti kabul ettikten sonra, bunu bir zelle olarak görüp göremeyeceğinizi, artık sizin kendi vicdanınıza bırakıyorum.

Bu konuda verebileceğimiz daha bir çok örnek vardır ki söz uzamasın diye, bu kadarıyla yetiniyoruz. Bazı örnekler de bu sitenin "Sorular ve Cevaplar" bölümünde, 34, 35 ve 36. soruların cevabında geniş bir şekilde işlendiği için, tekrar etmeğe lüzum görmüyoruz.

 

b)- Diğer Peygamberlerle İlgili Olanlar:

1- Buhari ve Müslim gibi bir çok muteber bilinen kaynakta nakledilen ve İmam Suyuti tarafından mütevatir hadisler silsilesinde bir rivayette, açık bir şekilde Hz. Adem, Allah'a isyan sayılan gerçek bir günah işlemekle, Hz. İbrahim (a.s), günah olan bazı yalanları söylemekle, Hz. Nuh (a.s), haksız bir duada bulunmakla, Hz. Musa (a.s), Allah emretmediği halde bir insan öldürmekle (cinayet işlemekle) suçlanarak, şefaat etme liyakatine sahip olmadıkları bizzat bu peygamberlerin kend,i dlinden nakledilmektedir!!

Ebu Hureyre Resul-i Ekrem'den (s.a.a) şöyle rivayet etmektedir:

"Ben kıyamet günü insanların efendisiyim. Biliyor musunuz bu nedendir? Allah kıyamet günü öncekileri ve sonrakileri bir alanda toplar. O gün ki davetçi, onlara sesini duyurur. Göz onları -yayıldıkları- yerlere kadar görür. Güneş alçalır, insanların taşımaya güçleri yetmeyecek kadar bir gam, sıkıntı sarar. İnsanların bazısı bazısına: "İçinde bulunduğumuz durumu ve başımıza geleni görmüyor musunuz? Size Rabbiniz katında şefaat edecek birisine bakmaz mısınız?" derler.

"İnsanların bazısı, bazısına Adem'e gidin derler. Onlar da Adem'e gelirler: "Ey Adem, sen insanların babasısın; Allah seni kendi elleriyle yarattı, sana ruhundan üfledi ve meleklerin sana secde etmesini emretti. Rabbinin katında bize şefaat et. İçinde bulunduğumuz durumu ve başımıza geleni görmüyor musun?" derler. Adem der ki: "Rabbim bugün öyle bir gazaba gelmiştir ki, O ne bundan önce böyle bir gazaba gelmiş ve ne de bundan sonra benzeri bir gazaba gelmeyecektir. O beni ağaçtan yemekten men etti, ben ona asi oldum ve o ağaçtan yedim. 

Nuh'a gelirler: "Ey Nuh, sen peygamberlerin (tufandan sonra) yere (dünyaya) gönderilen ilkisin. Allah seni çok şükreden biri olarak adlandırdı. Rabbinin katında bize şefaat et. İçinde bulunduğumuz durumu ve başımıza geleni görmüyor musun?" derler. (Nuh) der ki: "Rabbim bu gün öyle bir gazaba gelmiştir ki, o ne bundan önce böyle bir gazaba gelmiş ve ne de bundan sonra böyle bir gazaba gelmeyecektir. Benim bir tek duam vardır, onu da kavmimin aleyhine yaptım. Nefsim, nefsim, İbrahim'e gidiniz."

İbrahim'e gelirler, derler ki: "Sen Allah'ın Nebisi ve yeryüzündeki Halili'sin. Rabbine bizim için Şefaatte bulun. İçinde bulunduğumuz durumu ve başımıza geleni görmüyor musun?" derler. İbrahim onlara der ki: "Benim Rabbim, bu gün öyle bir gazaba gelmiştir ki, o ne bundan önce böyle bir gazaba gelmiş ve ne de bundan sonra böyle bir gazaba gelmeyecektir. (Dünyada) söylemiş olduğu yalancıklarını zikreder. Nefsim, nefsim!... Benden başkasına didin, Musa'ya gidiniz."

Musa'ya gelirler: "Ey Musa, sen Allah'ın Resulü'sün; Allah seni rısaletleri ile ve senle konuşmakla seni faziletli kıldı. Rabbine bizim için şefaatte bulun; içinde bulunduğumuz ve başımıza geleni görmüyor musun?" derler. Musa onlara der ki: "Rabbim, bu gün öyle bir gazaba gelmiş tir ki, O ne bundan önce böyle bir gazaba gelmiş ve ne de bundan sonra böyle bir gazaba gelmeyecektir. Ben öldürülmesi emredilmeyen birisini öldürdüm. Nefsim, nefsim!... İsa'ya gidiniz." İsa'ya giderler. Derler ki: "Ey İsa, sen Allah'ın Resulü'sün; beşikteyken insanlara konuştun. Sen, O'ndan bir sözsün. Meryem'e o sözü ilka etti. Sen ondan bir "ruh"sun. Rabbine bizim için şefaatte bulun". İsa (a.s) onlara der ki: "Rabbim, bugün öyle bir gazaba gelmiş tir ki, o ne bundan önce böyle bir gazaba gelmiş ve ne de bundan sonra böyle bir gazaba gelmeyecektir. (O hiç günahlarından söz etmedi.) Nefsim, nefsim!.. Benden başkasına gidin, Muhammed'e (s.a.a) gidiniz."

(Sahih-i Buhari, C.6, Beni İsrail suresinin tefsiri, Sahih-i Müslim, C.1, Kitab-ül İman, Mütevatir Hadisler (Suyuti), 111. Hadis)

 

2- Ebu Hureyre'nin bir diğer rivayeti; Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: "Ölüm meleği (Azrail) (a.s), (Allah tarafından) Musa'nın yanına gönderildi (ki onun canını alsın. Musa (bu durumu sezince) tokat atarak onun gözünü kör etti. Azrail (a.s) Rabbine dönerek, "Beni öyle bir kulun yanına göndermişsin ki, ölmek istemiyor" dedi. Allah gözünü ona iade etti ve şöyle buyurdu: "Dön ve ona de ki, elini bir sığırın sırtına koysun; elini altında yer ala her kıla karşılık bir yıl ömrünü uzatacağım. (Azrail dönüp bunu Musa'ya söyleyince, şöyle dedi: "Ey Rabbim, bütün bunların ardından ne olcak? Cevap geldi: "Ölüm!" İşte o zaman "O halde şimdi istiyorum ölümümü" dedi ve Allah'tan kendisini Beyt-ül Mukaddese yaklaştırıp orada canının alınmasını istedi... O zamana kadar, Azrail canları açık bir şekilde almaya geliyordu. Ama Musa'ya gelip de tokadı yiyerek kör olduktan sonra, artık gizli bir şekilde (canları almaya) gelmeğe başladı!!"

(Sahih-i Buhari, C.2, Cenazeler Kitabı, Mukaddes Yerde Gömülmeği İsteyen Kimse Babı, Sahih-i Müslim, C.7, Musa'nın Faziletleri Babı, Müsned-i ahmed b. Hanbel, C.2, S.533, Müstedrek-üs Sahihayn, C.2, S.578)       

 

3- Yine Şöyle rivayet edilmiştir Allah Resulü'nden (s.a.a): "Bir karınca, peygamberlerden birisinin ayağını ısırdı. O peygamber de (öyle bir) rahatsız oldu ki emrederek karıncaların yuvasını tümden yaktırdı!! Bu sırada Allah-u Teala ona şöyle vahyetti: "Ayağını bir karınca ısırdı diye, Allah'ı tesbih eden bir ümmeti mi yakıyorsun?!" Tirmizi'nin nakline göre bu Peygamber Hz. Musa imiş!!

(Sahih-i Buhari, C.4, Cihad ve Seyr Kitabı, Sahih-i Müslim, C.7, Canlıları Yakma Kitabı, Karıncanın yakılmasından Nehy Babı, İrşad-üs Sari, C.6, 114, Feth-ül Bari, C.7, S.168)

Şimdi Allah rızası için söyleyin bütün bunları zelle diyerek temizlemek mümkün mü?! 

 

Bir çok rivayette de Allah'ın en seçkin kulları olan Peygamberler hakkında öyle şeyler nakledilmiştir ki onları normal bir insana atfetmekten insan haya ediyor; ama biz kabul etsek etmesek de, beğensek de beğenmesek de bunlar Sünni kaynaklarda, hem de en meşhur ve en muteber bilinenlerinde nakledilmiştir. Bunlardan da birkaç örnek vererek, bu bölüme son vermek istiyoruz:

 

1- Ebu Hureyre Allah'ın Resulü'nden şöyle rivayet eder; buyurdu: "Musa (a.s) hayalı ve mahcup birisiydi; öyle ki bedenini kimsenin göremeyeceği şekilde örterdi. Bilahare Beni İsrail'den bazıları bu durumdan istifadeyle O'na eziyet maksadıyla şöyle dediler: "Mutlaka o (Musa), bunu cildinde, baras olduğu veya fıtık-hadım olduğu için yapıyor." Allah-u Teala Musa'yı ona isnad ettikleri bu ithamdan kurtarmak istedi. Bir gün Musa, tek başına bir yerde elbiselerini çıkarıp taşın üzerine koydu ve gusül etmeğe başladı. Gusülde bittikten sonra, elbisesini almaya geldiğinde, taş elbiseyi alarak kaçmaya başladı. Musa asasını alarak taşın peşine düştü. O taşı kovalarken "Ey taş elbisemi ver; ey taş elbisemi ver" diye sesleniyordu. Bu esnada Musa, aniden Beni İsrail'in ileri gelenlerinden bir grubun yanına vardı. Onlar çıplak bedenle Musa'yla karşılaşınca, onu Allah'ın yarattığı en güzel şekilde gördüler (ve hiçbir kusurunun olmadığını anladılar). Böylece Allah, onu Beni İsrail'in ithamından kurtarmış oldu. İşte orada taş durdu ve Musa elbiselerini alıp giydi. Ardından (o kızgınlık haliyle) asasıyla taşa vurmaya başladı. Allah'a and olsun ki taşın üzerine üç, dört veya beş darbe izi belli oluyordu!! İşte Allah-u Teala'nın Kur'an'da "Ey iman edenler Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın ki Allah onu onların söylediği ithamdan uzaklaştırdı ve O (Musa) Allah indinde şeref ve haysiyet sahibiydi" ayetinde bunu demek istiyor!!"

(Sahih-i Buhari, C.1, Gusül Kitabı, Yalnız Bir Yerde Çıplak Gusledenin Babı, Sahih-i Müslim, C.1, Yalnız Bir Yerde Çıplak Gusletmenin Cevazı Babı)

 

2- Ebu Hureyre Bir diğer rivayetinde Resulullah'tan şöyle naklediyor: "Bir gece Hz. Süleyman  şöyle dedi: Allah'a and olsun ki bu gece, 100 veya 99 eşimle ilişki de bulunacağım (!!) ki her biri Allah yolunda cihad edecek bir mücahid doğursun!" Yanında bulunan bir melek, ona dedi ki: "Söyle inşaallah." Ama Süleyman (a.s) inşaallah demedi. Bu yüzden de o kadınlardan bir tanesi hariç hiç birsi hamile kalmadı; o da tam insan olmayan bir parça et doğurdu." Ardından Resulullah şöyle ekledi:" Muhammed'in nefsini elinde tutan (Allah'a) and olsun ki eğer "İnşaallah" deseydi, her birisi Allah yolunda cihad edecek bir savaşçı doğururdu."

(Sahih-i Buhari, C.4, Ciha Kitabı, Cihad için evlat isteyen Babı, (Sahih-i Müslim, C.5, Kitab-ül İman, Bab-ül İstişna)

 

b) Ashap Hakkındaki Bazı Tutumların değerlendirilmesi:

Önceden de belirttiğimiz gibi, gerçi Ehl-i Sünnet'in ashap hakkındaki resmi görüşü bellidir; ancak bu kardeşlerimizin bazı tutum ve davranışları ve kaynaklarında nakledilen bazı görüş ve rivayetler, insana başka çağrışımlar yapmaktadır. Şimdi de bunlardan bazı örnekler vererek, kararı okuyucularımızın kendi vicdanlarına bırakıyoruz:

1- Bir defa her şeyden önce Ehl-i Sünnet'in sahabe hakkındaki tutumlarına bir göz atmak lazım. Resulullah hakkında nakledilen bir takım uygunsuz söylem veya eylemleri, asla tevil etme ihtiyacı duymadan, "Olabilir; o da bir beşerdi!" diyerek teyid ve tasdikten çekinmeyen kardeşlerimiz, nedense söz bazı ashaptan ve onlardan sadır olan yanlışlardan açılınca, adeta onlar masummuşlar gibi davranıp asla laf söyletmeme ve her yaptıklarını bir türlü tevil etme ve doğruya çıkarma eğilimine girip, bu yanlışları dile getirenlere demediklerini bırakmıyor ve nice ithamlara maruz bırakıyorlar. Oysa eğer gerçekten onların masum olmadıklarına inanıyorlarsa, bu tepkileri anlamsızdır. Elbette eğer bir kimse, senetsiz sübutsuz, kaynak göstermeden bir kimseye bir isnat veya ithamda bulunursa, bu kabul edilemez ve böyle birisine tepki gösterilmesi doğaldır. Ancak eğer kaynak gösteriyorsa (hem de Ehl-i Sünnet'in kendi kaynaklarından), burada yapılacak şey, ya gösterilen delil ve belgeleri ikna edici bir şekilde cevaplayıp çürütmek veya kabul etmektir; en azından susmaktır.

Biz burada bunlara bir kaç örnek vermekle yetiniyoruz:

Mesela Hudeybiye antlaşması sırasında 2. Halife Ömer b. Hattab'ın, Resulullah'a karşı takındığı tavır ve itirazları dile getirildiğinde, en azından bunun bir hata, bir yanlış olduğunu kabul etme yerine, bin bir türlü te'vile başvuruluyor ve hata olması bir yana, bu onun iftiharlarından birisi olarak gösterilmeğe çalışılıyor .

Yine Allah Resulü'nün vefatına yakın bir sırada 1. ve 2. halife de dahil bütün sahabenin (Hz. Ali hariç), Üsame ordusuna katılmalarını ısrarla emretmesine rağmen, Ebubekir ve Ömer'in orduya katılmaktan çekinip Medine'de kalmaları dile getirildiğinde, yine bunu en azından bir yanlış, bir hata olarak değerlendirme yerine, nice akıl almaz tevillere baş vurulmaktadır.

Bir diğer çarpıcı örnek ise, bizzat Allah Resulü'nün yatağı başında vuku bulan olaydır. Buhari ve Müslim de dahil bir çok Sünni kaynağın nakline göre, Allah Resulü (s.a.a), hayatının son demlerinde yanındaki ashabına dönerek, "Bana bir kağıt kalem getirin; size öyle bir şey yazayım ki, benden sonra asla dalalete düşmeyesiniz." diye fermanda bulunduğunda, oradakilerden bazısı (ki bunun Ömer b. Hattab olduğunda kaynaklar müttefiktir), "Şu adam sayıklıyor, (veya bazı rivayetlere göre hastalığın etkisi altında kalmıştır, yani ne demek istediğini bilmiyor); aramızda Allah'ın kitabı var; o bize yeter!" diyerek Resulullah'ın vasiyetinin yazılmasına engel oluyor.

(Bu konuda şu Sünni kaynaklara baş vurulabilir: Sahih-i Buhari (Diyanet baskısı), C.1, S.108, C.8, S.412-413, Sahih-i Muslim, C.2, S.72, Müsned-i Ahmed, C.1, S.222, Siret-ül Halebiyye, C.3, S.344, Kenz-ül Ummal, C.7, S.243, Hadis Külliyatı (İbrahim Canan), C.15, S.223-224-229, Tabakat (İbn-i Sa'd), C.2, S.242-244, El-Milel-ü Ven-Nihel (Şehristani), S.29, Mecme-üz Zevaid (Heysemi), C.9, 33.)

 

Bu olay hakkında da maalesef tutum aynı! Allah'ın Habibi'ne karşı (ona kayıtsız şartsız itaati emreden onca ayete rağmen) sergilenen bu tavır hakkında hadis şarihleri tarafından yapılan akıl almaz tevillere Allah rızası için bir bakın; ondan sonra bizim bu tespitimiz hakkında kararınızı verin.

Zehebi gibi meşhur bir Sünni alimin yorumu, bunlardan sadece bir tanesi. O diyor ki: "Bazıları bu olaya dayanarak Hz. Ömer'i eleştirmeğe çalışıyor; oysa bu olay onun kerametlerinden birisidir! Çünkü Allah-u Teala ona ilham etti ki bu yazının yazılmasını önlemen gerekiyor. Zira eğer yazılırsa, ileride ümmetin arasında fitneye vesile olabilir. Hz. Ömer de bu yüzden yazılmasına engel oldu!!" Nasıl beğeniyor musunuz? Karar sizin.

Ümmetin icmayla seçtiği şer'î halife olan Hz. Ali'ye karşı savaşan bazı sahabenin yaptıkları hakkında yapılan te'viller, bunun bir diğer örneği, ki artık üzerinde durmaya gerek görmüyoruz. Bu bölümde yapılan te'villere bir başka örnek daha zikredip geçmek istiyoruz:

Sahih-i Müslim ve birçok diğer Sünni kaynakta Abdullah İbn-i Abbas'tan şöyle nakledilmiştir: "Ben, çocukluk dönemimde bir gün sokakta çocuklarla oynarken, Allah Resulü'nün (s.a.a) oradan geçtiğini görünce, kaçıp bir duvarın arkasına saklandım. Ama Resulullah, benim yanıma gelerek, muhabbetle elini sırtıma vurarak bana, "Abdullah!  Git Muaviye'yi benim yanıma çağır!" buyurdu. Ben (gidip) geldim ve onun yemek yediğini söyledim.  Yine, git Muaviye'yi çağır, buyurdu. Ben yine (gidip) geri döndüm ve "O yemek yiyor." dedim. (Bilahare, iki defa çağrılmasına rağmen yemeği bahane ederek gelmeyen  Muaviye hakkında) Allah Resulü şöyle buyurdu: "Allah onun karnını duyurmasın!" 

(Sahih-i Müslim, C.8, İyilik ve İhsan Kitabı, "Hak Etmediği Halde Resulullah'ın Lanetlediği Kimse..." Babı, Müsned-i Ebi Davud, C.11, S.359)

Ehl-i Sünnet'in sahabe hakkındaki bahsettiğimiz ifratî tutumuna en bariz örneklerden birisini teşkil ettiği için, meşhur Sünni âlimlerden bazılarının bu olay hakkında ortaya koydukları tevilleri ve görüşlerini, sizlere aktarmak istiyoruz. Muaviye gibi ne olduğu ve İslam tarihinde neler yaptığı her münsif insan tarafından bilinen biri hakkında bu gibi teviller yapılabiliyorsa, diğer sahabe hakkındaki tutumlarını artık kendiniz tahmin edin; ondan sonra da Resulullah hakkındaki bazı rivayetlerle karşılaştırın!!

İbn-i Hacer Mekkî, Muaviye'nin faziletleri (!!) hakkında yazdığı "Tathir-ül Cinân" kitabında bu hadis hakkında muhtelif cevaplar verdikten sonra, şöyle diyor: "Bu beddua, kasıtsız olarak Allah Resulü'nün ağzından çıkmıştır. Kaldı ki Müslim bu hadisi sahihinde "Resulullah'ın, hak etmediği halde birisini lânetlemesi..." babında naklederek, Muaviye'nin bu bedduayı hak etmediğini ima etmeğe çalışmıştır!!" (Tathir-ül Cinan, S.59)

Şemseddin Zehebî, Tezkiret-ül Huffaz kitabında, İmam Nesaî'nin hayatından bahsederken şöyle diyor: "Şamlılar (Hz. Ali'nin faziletleri hakkında kitap yazdıktan sonra) Nesaî'ye, "Neden Muaviye'nin faziletleri hakkında da  kitap yazmadığını sorunca, şu cevabı verdi: "Muaviye hakkında hangi fazileti nakledeyim? "Allah karnını doyurmasın.." hadisini mi?" (Yani bundan başka bir hadis onun hakkında bilmiyorum.)

Zehebi, bu sözü naklettikten sonra şöyle diyor: "Aslında Nesaî'nin tariz ve kınama maksadıyla söylediği bu hadis, bir kınama ve ta'n vesilesi değil, Muaviye'nin faziletlerinden birisi olarak sayılmalıdır! Zira Allah Resulü'nün kendisi buyurmuştur ki "Allah'ım, benim kullar hakkındaki lanet ve bedduamı, onlar hakkında rahmet ve günahlardan arınma vesilesi kıl!" (Tezkiret-ül Huffâz -Hindistan baskısı-, C.2, S.699)  

Yine İbn-i Hacer Mekki bir diğer kitabında, Meşhur Emevî "Hakem bin Âs" ve oğlu "Mervân" hakkında Resulullah'ın ettiği lanet ve bedduaları, muhtelif senetlerle muteber kaynaklardan naklettikten sonra şöyle diyor: "Ama Resulullah'ın bu iki kişi hakkındaki laneti onlara bir zarar vermez. Zira Allah Resulü kendi lanet ve bedduasını başka bir sözüyle telafi etmiş ve buyurmuştur ki: "Allah'ım, Muhammed de başkaları gibi bir beşerdir; eğer bir kimseye lanet ve beddua ederse, bu onun için rahmet ve günahlardan temizlenme vesilesi olsun!!!" (Sevâik-ül Muhrika, S.108)

İbn-i Hacer'in temize çıkardığı Hakem ve oğlu Mervan hakkında bir iki cümle yazmamız okuyucuları aydınlatma babından faydalı olur.

 

Hakem Bin Eb-il Âs

Resulullah (s.a.a), Mekke'de davetini açığa vurduğunda o, Resulullah'a (s.a.a) muhalefet etmişti. Ebu Lehep, Utbe bin Ebi Muayt ve Ebu Cehil gibi İslam'ın en azılı düşmanlarıyla beraber Resulullah'a (s.a.a) karşı her türlü düşmanlıklarını yaptılar. (Tabakât-ı İbn-i Sa'd, C.1, S.186)

Tanınmış İslam tarihçisi İbn-i Hişam şöyle diyor: "Resulullah'a (s.a.a) komşu olup ona eziyet edenler Ebu Leheb , Hakem bin Abi-l As ve Utbe bin Abi Muayt idi." (Sire-tu İbn-i Hişam, C.2, S.57)

Hakem bin Abi-l As, cahiliyye devrinde Resulullah'ın (s.a.a) komşusuydu. İslam'ın ilk zamanlarında o, Allah Resulü'nü çok eziyet ederdi. O, Resulullah'ın (s.a.a) en kötü komşularından idi.

Hakem, Mekke'nin fethinden sonra zahiri olarak Müslüman oldu ve Medine'ye geldi. Ama doğru dürüst bir inancı yoktu.

Resulullah (s.a.a) yürüdüğünde o, Hazret'in peşi sıra yürüyüp çeşitli edalar çıkarıp, göz kaş oynatarak, maskaraya alacak şekilde hakaret  ederdi.

Resulullah (s.a.a) namaz kıldığında O'nun taklidini yapardı. Bunlara ilaveten Resulullah'ın (s.a.a) özel yaşantısına burnunu sokardı. Resulullah (s.a.a), bir gün hanımlarından birisinin evindeyken izinsiz odaya girdi. Resulullah (s.a.a), onu tanıdı ve elinde bir asayla dışarı çıkıp şöyle buyurdular: "Beni bu lanetten  rahatlatacak kimse yok mu?" Daha sonra şöyle buyurdular: "Bu adam bu şehirde kalmamalı."

Böylece onları, Taif şehrine sürgün etti. Bu iki şahıs Resulullah'ın (s.a.a) vefatına kadar Taif'de  kaldılar. Resulullah'ın (s.a.a) vefatından sonra Osman, Ebu Bekir'den onları Medine'ye döndürmesini istedi. Ebu Bekir kabul etmedi ve şöyle dedi: "Resulullah'ın (s.a.a) sürdüğünü ben geri döndüremem."

Ebu Bekir'den sonra Ömer halifeliğe geldiğinde Osman, yine aynı şeyi istedi. O da kabul etmeyerek Ebu Bekir'in verdiği cevabı verdi.

Osman'ın kendisi hilafete geldiğinde onları Medine'ye döndürdü ve şöyle dedi: "Bunlar için ben, Resulullah (s.a.a) ile konuşmuştum. Resulullah (s.a.a), onları Medine'ye döndürecekti; ama ecel müsaade etmedi!!" (Ensâb-ül Eşrâf, C.5, S.27; El-İstiab, C.1, S.316; Üsd-ül Gabe, C.1, S.34)

Abdullah bin Amr bin As şöyle diyor: "Resulullah'ın (s.a.a) huzurundayken hazret şöyle buyurdular: "Şimdi lanetlenmiş birisi meclise gelecek." Ben, az önce Ömer'in Resulullah'ın (s.a.a) yanına gelmek için elbisesini giydiğini görmüştüm. Kalbim Ömer'in geleceği korkusuyla sıkışıyordu. Aniden Hakem bin Ebi-l As içeri girdi." (El-İstiab, C.1, S.317)

Hâkim şöyle yazıyor: "Resulullah (s.a.a), Hakem'i ve çocuklarını lanetledi."

Hakem bin Ebi-l As'ın İslam tarihindeki kötü geçmişi kimseye gizli değildir. Resulullah'a (s.a.a) kötü davranmasından dolayı İslam'ın merkezinden sürülmesine ve de Hz. Resulullah (s.a.a) tarafından lanetlenmesine rağmen, Osman, onu Medine'ye döndürerek, onlara saygınlık kazandırdı.

 

Mervan

Hakem oğlu Mervan da babası gibi kötü bir geçmişe sahipti. Resulullah (s.a.a) tarafından sürülmüştü.

Hâkim Nişâburî, kendi Müstedrek kitabında şöyle naklediyor: "Medine'de yeni doğan çocukları Resulullah'a (s.a.a) getiriyorlardı. Mervan da dünyaya geldiğinde, onu Resulullah'ın (s.a.a) huzuruna getirdiler. Hazret, onun hakkında şöyle buyurdular: "Bu mel'un oğlu mel'undur." (Müstedrek-i Hakim, C.4, S.479)

Resulullah (s.a.a), bir gün Hakem'i gördü ve şöyle buyurdu: "Benim ümmetim bu adamın çocuklarından çok işkenceler görecektir." (El-İsabe, C.1, S.345; Üsd-ül Gabe, C.1, S.34)

Ümm-ül Mu'minin Ayşe, Mervan'a şöyle diyordu: "Sen babanın sulbündeyken Resulullah (s.a.a) babanı lanetledi." (Üsd-ül Gabe, C.2, S.34; El-İsabe, C.1, S.317)

İşte size Hakem ve oğlu Mervan'ın portresi ve diğeri de İbn-i Hacer gibi Sünni âlimlerin onlar hakkındaki görüşleri!! Değerlendirmesini kendi insaf ve vicdanınıza bırakıyoruz.

 

2- Ehl-i Sünnet'in, resmi açıklamalarının aksine birçok konuda bazı halifelerin içtihad ve uygulamalarını, Resulullah'ın uygulamalarına ters düşmesine rağmen tercih edip amel ettiklerini görüyoruz. Kaynaklardan ve olayın iç yüzünden habersiz olan kardeşler, buna şaşırıp hemen itiraza kalkışabilirler. Ancak bu kardeşlerimize sakin olmalarını ve aşağıda bizzat Sünni kaynaklardan vereceğimiz örneklere dikkat edip ondan sonra karar vermelerini istirham ediyoruz. İşte örnekler:

 

a) Resulullah'ın (s.a.a) zamanında, hac mut'ası (temettu' haccı) ve kadınlar mut'ası uygulanıyordu; ancak sonradan 2. Halife kendi hilafeti zamanında bunları yasakladığı için Ehl-i Sünnet de o gün bu gündür Resulullah'ın değil, 2. Halifenin görüşüne amel ediyorlar. Bu iddiamızın belgelerini isteyen kardeşlerimize, Mürsek kardeşin Mut'a hakkındaki yazısını dikaktlice okumalarını tavsiye ediyoruz.

 

b) Allah Resulü'nün (s.a.a) sünnet namazlarını hiçbir zaman cemaatle kılmaması ve başkalarını da bundan men etmesine rağmen 2. Halife bunu uygulamış ve bidat olduğunu itiraf ettiği halde "Ne güzel bid'attir!" deyip bunu sünnetleştirmiştir. Bu gün de görüyoruz ki Ehl-i Sünnet camiası Resulullah'ın değil, 2. Halife'nin sünneti (kendi tabiriyle "güzel bid'ati") doğrultusunda hareket etmektedir.

(Teravih namazının Resulullah Zamanında değil, 2. Halife zamanında cemaatle kılınmağa başlandığının Sünni kaynaklardaki belgeleri için şu kaynaklara müracaat edilebilir: Sahih-i Buharî, C.3, Oruç Kitabı, Ramazan'da Geceleri İbadetle geçirenin Fazileti Bâbı, Sahih-i Müslim, C.2,  Ramazan'da Geceleri İbadete Teşvik Bâbı, Tabâkat (İbn-i Sa'd), C.3, S.202, İrşâd-üs Sârî, C.3, S.415, Târih-i Yakubî, C.2, S.140, Târih-ül Hulefâ (Suyutî), S.123.)

 

c) Kaynakların açık bir şekilde yazdığına göre, Resulullah (s.a.a) dört rek'atlik namazları seferde, seferi olarak (ikişer rekat  şeklinde) kılmıştır. Ancak 3. Halife Osman, hilafeti zamanında Mina'da dört rek'at olarak kılmış ve bir çok sahabinin (Hz. Ali, İbn-i Abbas, Abdullah b. Mes'ud ve...gibi) Allah Resulü'nün hiçbir zaman böyle yapmadığını ve namazı seferde, seferi olarak kıldığını hatırlatıp itirazda bulunmalarına rağmen, kendi görüşünden vazgeçmeyip "Bu benim şahsi görüş ve ictihadımdır." diyerek onların itirazlarına itina göstermemiştir. Şimdi ise Ehl-i Sünnet'in Resulullah değil, bizzat 3. Halifenin görüş ve uygulamasına göre hareket ettiğini görmekteyiz.

(Resulullah'ın Mina'da namazı seferi olarak kıldığının belgeleri için: Sahih-i Buhari, Seferi Namazı hükmü bölümü, Hac Kitabı, Mina'da Namaz  Bâbı, Sahih-i Müslim, Yolcuların namazı Kitabı, Mina'da Namazın Seferi Kılınışı Bâbı, Sünen-i Nesâî, Sünen-i Tirmizi, C.1, Seferde Namazların seferi kılınışı Bâbı, C.1, S.212, Müsned-i Ahmed b. Hanbel, C.1, S.378-425, C.2, S.31-140-148, C.5, S.165, Sünen-i Beyhakî, C.3, S.126-135-143-144-153, El-Muvatta' (İmam Malik), Hac Kitabı, Mina'da Namaz Bölümü, Sünen-i Daremî, C.1, S.354, C.2, S.55, Müsned-i İmam Ebu Hanife, S.16, Kenz-ül Ummâl, C.4, S. 242, Müsned-i Teyâlisî, C.8, S.250, Osman'ın uygulamasının belgeleri için ise, Sahih-i Buhari, Seferi Namazı hükmü bölümü, Mina'da Namaz Bâbı, Aynı rivayet Buhari'nin Hac Kitabı, Mina'da Namaz  Bâbı'nda da tekrarlanmıştır; Hilyet-ül Evliya (ebu Naim İsfahanî), C.4, S.344, C.7, S. 188, Sünen-i Nesâî, C.1, S.212, kaynak olarak baş vurulabilir.)

 

d)-  Allah Resulü zamanında, talak (boşama), eğer tek mecliste gerçekleşseydi, bu ister bir kere söylemekle olsun, isterse üç defa tekrarlansın veya bir deyişte "Üç defalığına seni boşadım." Şeklinde olsun, bir defa sayılıyor ve üç talak hükmü (örneğin muhallile ihtiyaç duyulması) geçerli olmuyordu. Ancak 2. Halife Ömer'in zamanında, onun yaptığı bir ictihad sonucunda, bu uygulama değiştirildi ve  tek celsede de olsa bir kimse eşine "Seni üç defalığına boşadım" dediğinde, bu üç defa sayılıyor ve artık o kadının kocası, muhallil olmadan (başka birisiyle evlenmeden) bir daha eşine dönemiyordu. Şimdi de Ehl-i Sünnet arasında Resulullah'ın uygulaması değil, 2. Halife'nin görüş ve uygulamasının hakim olduğunu görmekteyiz.

(Talak hakkında bu şekilde bir uygulamanın 2. Halife zamanında başladığının belgeleri için, örnek olarak şu Sünni kaynaklara müracaat edilebilir: Sahih-i Müslim, Süt verme Kitabı, Üç Talak Bâbı, Sahih-i Ebi Davud, C.13, S.218, Müstedrek-üs Sahihayn (Hakim Nişaburi), C.2, S.196, Müsned-i Ahmed B. Hanbel, C.1, S.314, Sünen-i Beyhakî, C.7, S.336, Sünen-i Darekutnî, Talak Kitabı, S.433, 444, Sünen-i Nesâî, C.2, Üç Talak Bâbı, Müsned-i İmam Şafiî, Talak Kitabı, S.112)

 

Evet bunlar gibi daha bir çok örnekler de verilebilir ki sözü fazla uzatmamak için bu kadarıyla yetiniyoruz. Bu konularda daha geniş bilgi sahibi olmak isteyenleri, Allame Şerefuddin'in "Nas Ve İctihad" kitabına müracaat etmelerini tavsiye ediyoruz.

Görüldüğü gibi, resmi açıklamaların aksine bir çok yerde Sünni kardeşlerimiz, kendi bildikleri sebeplerden dolayı Resulullah'ın açıklama ve uygulamaları yerine, Halifelerinkini tercih ederek amel etmektedirler.

 

3- Bu bölümde size örnek olarak bazı olaylardan bahsedeceğiz ki, Ehl-i Sünnetin resmi açıklamalarının aksine, onlardan da (ortada bir kasıt olsun veya olmasın), Halifelerin Resulullah'a üstünlüğü ortaya çıkmaktadır; eğer bu olaylar veya görüşlerin hepsini buraya aktarmaya çalışırsak, onlarca sayfayı doldurmamız gerekecek; bu yüzden akıllıya işaret yeterlidir esasına dayanarak bunlardan sadece bazı örnekler vermekle yetineceğiz:

a) Sünni kaynaklardan haberdar olan bir kimse "Muvafıkât-ı Ömer" diye bir kavrama sık sık rastlar. Bunun anlamı şudur: Güya bir çok yerde 2. Halife Ömer, Allah-u Teala'nın sonradan göndereceği hükümleri önceden sezmiş ve onları açıklamış; vahiy indiğinde insanlar Ömer'in dediğinin doğru ve İlahi vahye muvafık olduğunu görmüşlerdir. Hatta bazı Sünni alimleri (İbn-i Hacer Askalnî, İbn-i Hacer Mekkî ve Suyutî gibi) bunun sayısını yirminin üzerine çıkarmışlardır. Belki de bundan dolayı olsa gerek ki "Eğer, benden sonra bir peygamber gelmiş olsaydı, o, Ömer olurdu." sözü Resulullah'a atfen söylenmiştir.

(Müvafıkat-i Ömer konusunda ve Sünni alimlerin bu konudaki görüşleri için Şu kaynaklara müracaat edilebilir: Müsned-i Ahmed b. Hanbel, C.1, S. 24-36-53-456, C.2, S. 148, C.6, S.223-271, Müsned-i Tayalisiî, Hadis: 41, Siret-u İbn-i Hişâm, S.348, Tarih-ul Hulefâ (Suyutî), S.114, Tefsir-i Dürr-ül Mensûr (Suyutî), C.3, S.170, C.5, S. 213-214, Şerh-i İbn-i Ebi-l Hadid, c.12, S.57, Feth-ül Bârî (İbn-i Hacer Askalanî), C.423, Sevâik-ül Muhrike (İbn-i Hacer Mekkî), S.57-58)

 

Şimdi bazıları hemen "Bunda yadırganacak ne vardır? Böyle bir şey olamaz mı?" diye itiraz edebilirler. Bu kardeşlerimize cevabımız şudur ki, eğer mesele burada noktalanmış olsaydı, belki önemsemeyip göz yumabilirdik. Ancak mesele daha ilerilere taşınmış ve bu sayılan yerlerin bir çoğunda güya Allah Resulü ile Ömer arasında ihtilaf çıkmış ve her biri bir türlü görüş belirtmiş; fakat daha sonra vahiy indiğinde, bunların hepsinde Resulullah'ın değil Ömer'in dediğinin doğru olduğu ve İlahi vahye muvâfık ve mutabık olduğu ortaya çıkmıştır!!! Bunları okurken insanın, "Madem Resulullah'tan da daha akıllı birisiydiyse, o zaman Allah-u Teala'nın onu Peygamber seçmesi daha mantıklı olmaz mıydı?" diyesi geliyor içinden!

Biz bu konuda bundan fazla sözü uzatmaya gerek görmüyor ve olayların detayını öğrenmek isteyenlere verdiğimiz kaynaklara müracaat etmelerini tavsiye ediyor ve kararı kendi vicdanlarına bırakıyoruz.

 

b) Sünni kaynaklarda sayısı elliyi geçen bir çok sahabiden (ki bunların başında 1. Halife Ebubekir gelmektedir) bahsedilmektedir ki, bunlar cahiliyet zamanında kendi akıllarıyla bir çok doğruyu kavramışlardı. Bu yüzden de puta tapmaz, puta kesilen etten yemez, şarap içmez, zina etmez ve daha sonra İslam'da da haram kılınan şeylerden kaçınıyorlardı ve kısacası Hanif dinine amel etmekteydiler. Ama ne hikmetse bu kaynaklar Allah Resulü'ne gelince, peygamberlik öncesi (cahiliyet zamanında) Resulullah'ın bu saydıklarımızdan en azından bir kısmına (haşa) mübtela olduğunu nakletmektedirler. Bu konuda da bir çok örnek verilebilir ki biz sadece iki tanesini nakletmekle yetineceğiz:

 

a) Buhari başta olmak üzere bir çok kaynakta Abdullah b. Ömer ve bazı diğer ravilerden şöyle nakledilmektedir: "Allah Resulü, henüz kendisine vahiy gelmediği (Peygamber olmadığı) sıralarda, bir gün Beldeh dağının eteklerinde, Zeyd İbn-i Amr İbn-i Nüfeyl ile karşılaştı. Orada bir sofra açarak onu, içinde et de bulunan yemeğe davet etti. Zeyd o eti yemekten çekinip Resulullah'a şöyle dedi: "Ben sizin putlarınıza kestiğiniz etlerden yemem. Ben ancak Allah'ın ismi anılarak kesilen etlerden yerim." Bir diğer rivayette şu şekilde nakledilmiştir: "Resulullah, Ebu Süfyan b. Hars ile birlikte o etten yiyorlardı. Onlar, Zeyd'i de yedikleri etten yemesi için sofraya davet ettiler; ama o şu cevabı verdi: "Kardeşimin oğlu, ben putlar adına kesilen etten yemem." Hadisi rivayet eden şöyle ilave ediyor: "Artık o günden itibaren Resulullah da peygamberliğe seçilinceye kadar, putlar adına kesilen etlerden yemedi!" 

(Bu olayı nakleden bazı Sünni kaynaklar:  Sahih-i Buharî, C.7, Putlar adına kesilen Bâbı, C.5, Zeyd İbn-i Amr İbn-i Nüfeyl Hadisi Bâbı, Müsned-i Ahmed b. Hanbel, C.1, 189, El-İstiâb (İbn-i Abd-il Birr), C.2, S.4, El-Ağânî (Ebulferec İsfahanî), C.3, S.120)

 

Gördüğünüz gibi, bu rivayetlere göre Allah Resulü (s.a.a) de cahiliyet zamanında başkaları gibi put sahibiydi; hayvanlarını onlar adına kesiyor ve onlardan yiyordu. (Zeyd'in Resulullah'a hitaben söylediği "Sizin putlarınız adına kestiğiniz..." cümlesi bunu açıkça ortaya koyuyor.) Ama Zeyd'in bu hareketini görünce gaflet uykusundan uyanıp artık bunlardan kaçınmaya karar veriyor!! Şimdi hangisi daha üstündür, (en azından cahiliyet zamanında) Zeyd mi, Resulullah mı?! Karar sizin.

 

b) Acaba Resulullah cahiliye zamanında şarap da içiyor muydu? Aşağıda nakledeceğimiz olay, Allah Resululü'nün değil sadece Cahiliyet zamanında şarap içmesi, hatta Peygamberliğe seçildikten sonra bile, sadece Mekke'de değil Medine de bile, yani şarabın haramlığını açıkça ilan eden vahiy ininceye kadar, (haşa) içtiğini ortaya koyuyor. Aşağıda nakledeceğimiz rivayetten biz bunu anlıyoruz; eğer biz yanılıyorsak, siz düzeltin. Ahmed b. Hanbel kendi Müsned'inde şöyle naklediyor:

Nafi İbn-i Kisan kendi babasından şöyle naklediyor: "Ben Resulullah'ın zamanında şarap ticareti yapıyordum. Bir defasında, Medine'de satmak için Şam'dan birkaç fıçı şarap getirdim. Resulullah'ın huzuruna varıp "Ya Resulallah, senin için kaliteli-güzel bir şarap getirmişim." Allah Resulü bana şu cevabı verdi: "Ey Kisân, sen gittikten sonra şarap haram kılındı!!" (Müsned-i Ahmed b. Hanbel, C.4, S.335)

Şimdi aziz kardeşlerim, başkası değil, siz kendinizi bir dikkate alın. Eğer siz bir kimseyle, şöyle birkaç günlüğüne de olsa ahbablık yapsanız, onun alışkanlıklarından, nelerden hoşlanıp hoşlanmadığından haberdar olmaz mısınız? Böyle ki bir kimseye, bir hediye alıp götürmek isterseniz, onun hoşlanmadığı veya asla kullanmadığı bir şeyi alıp götürür müsünüz? Mesela sigara kullanmayan bir kimseye, sigara hediye etmenin bir mantığı var mı? Bu ona hakaret sayılmaz mı? Şimdi eğer Resulullah Şarap içmiyorduysa, uzun zaman Allah Resulü'yle birlikte Medine de bulunan Kisân'ın, bundan bihaber kalması mümkün mü? Kaldı ki eğer öyle bir şey olsaydı bile, Allah Resülü ona Şarab sen gittikten sonra haram kılındı." deme yerine, re'sen "Ben bunu kullanmıyorum." demesi daha mantıklı olmaz mıydı?"

Görüldüğü gibi bu rivayetten, sadece cahiliyet zamanı değil, Allah Resulü'nün (haşa), Peygamber olduktan sonra da yıllarca, Medine döneminde bile, şarap kullandığı sonucu ortaya çıkıyor! 

 

c) Bir kısım Sünni rivayetlerden anlaşılan şu ki (haşa) şeytan Allah Reslü'nden değil, Ömer b. Hattap'tan korkuyordu!!  "Bunu da nereden çıkarıyorsunuz?" diye yine hemen itiraza kalkışmayın; vereceğimiz belgelere dikkat edin; eğer haksız isek, o zaman istediğinizi söyleyebilirsiniz; işte size birkaç örnek:

 

Urve b. Zübeyr, Ümm-ül Mu'minin Aişe'den şöyle nakletmektedir: "Resulullah (ile birlikte) otururken, birden bir gürültü-kargaşa ve çocukların sesini duyduk. Resulullah ayağa kalktı ve etrafına çocukların toplandığı Habeşi bir kadının şarkı söylediğini (gördü). Resulullah bana hitaben "EyAişe, gel de seyret." Buyurdu. Ben gelip yanağımı Resulullah'ın omzuna koyup, ona seyretmeğe başladım. (Biraz geçtikten Resulullah, "Acaba doydun mu? Acaba doydun mu?" diye soruyordu. Ben de her defasında ona "Hayır" cevabı veriyordum ki Resulullah'ın yanında, nasıl bir yere sahip olduğumu anlayayım. İşte o sırada aniden Ömer çıkageldi. Bunu gören insanlar, o cariyenin etrafından dağıldılar. Bunun üzerine Allah Resulü şöyle buyurdu: "Ben insanlar ve cinlerden olan bütün şeytanların Ömer'den kaçtığını görüyorum!!"  (Sünen-i Tirmizi, C.5, Ömer'in Menkıbeleri Bâbı, Hadis: 3774)

 

Ehl-i Sünnet'in Halifelerin eleştirilmezlik düşünceleri noktasında naklettikleri aşağıdaki rivayetler de dikkat çekicidir:

 

Resulullah (s.a.a): "Ebu Bekir ve Ömer istişare sırsında bir meselede ittifak edip birleştiler mi asla itiraz etmem." (Kütüb -i Sitte Muhtasarı, (İbrahim Canan), C.16, S.132, Hadis: 54)

 

İbn-i Ömer'den rivayetle: "Ömer'in bir şey için -zannederim bu böyle olmalıdır- deyip de onun zannettiği  şekilde hasıl olmadığı vaki değildir." der. (Kütüb -i Sitte Muhtasarı, (İbrahim Canan), C.16, S.132, Hadis: 55)

Resulullah (s.a.a): "Benden sonra bir peygamber gelseydi Ömer olurdu." (Kütüb -i Sitte Muhtasarı, (İbrahim Canan), C.16, S.132, Hadis: 58)

 

Resulullah (s.a.a): "Allah'ın hakkı Ömer'in lisanına ve kalbine konmuştur." (Kütüb -i Sitte Muhtasarı, (İbrahim Canan), C.16, S.132, Hadis: 59)

 

Hz. Peygamber buyurmuştur: "Allah, Ebu Bekir'in (kararlarında) hata yapmasından, semasının fevkinde rahatsız olur." (Kütüb -i Sitte Muhtasarı, (İbrahim Canan), C.16, S.132, Hadis: 60)

 

Kütüb-i Sitte  Muhtasarı sahibi yukarıdaki rivayetleri şu kaynaklardan nakletmiştir: Feyzul Kadir (Münavi), Mecme-üz Zevaid (Heysemi), Üsd-ül Gâbe, Buharî, Feth-ül Bârî (İbn-i Hacer), Sünen-i Tirmizi.

 

 
Site içi Arama


 

 

 

 

Go to top of page  Ana Sayfa | Kitap Listesi | Kıble Dergisi | Makaleler | Kadin ve Aile | Cocuklar Îçin | Soru Ve Cevap | Yazarlarımız |
Kur`an | Hadisler | Dualar | Şiirler | Ses ve Video | Programlar | Linkler  |  Îletişim için |

Copyright© 2000 Kevser Yayinlari Internet Hizmetleri. Tüm Haklari Saklidir Ayrintili bilgi almak için veya bize her konuda yazmak için, paragonxx@yahoo.de  'e mesaj yollayiniz. WWW.KEVSERNET.COM