Advertisement

KEVSER YAYINCILIK

  Ana Sayfa / Soru ve Cevaplar

 

Bugün :  

Sık Kullanılanlara Ekle

 

Başlangıç Sayfası Yapın

 
 

Bismillahirrahmanirrahim

 

TEVBE SÛRESİ 43. AYETİN TEFSİRİ

 Soru-22:Size Sormak istediğim, tevbe suresinin 43. ayetinin tefsiridir. Bildiğiniz gibi bu ayette Resulullah'ın bazı münafıklara veya zaif-ül iman insanlara savaşa gitmemek için verdiği izin eleştirilmektedir. Bu eleştiriyi masumiyetle nasıl bağdaştırıyorsunuz?

Cevap-22: Bizce bu ayetleri de aynı Tahrim suresindeki ayetlerin tefsirinde güttüğümüz mantıkla tefsir etmeliyiz. Evet Maalesef benzer bir çok âyet gibi, bu âyet de bazıları tarafından çarpık bir şekilde tercüme ve tefsir edilerek güya Allah Resulü'nün masumiyetine aykırı bir sonuç çıkarılmaya çalışılmıştır.

Biz yine önce âyetlerin metnini, ardından nüzûl sebebini ve bize göre doğru olan tefsirini vermeğe çalışacağız:

"Allah seni affetsin; neden doğru söyleyenler sana belli oluncaya ve yalancıların kim olduğunu öğrenmeden onlara izin verdin?"

"Allah'a ve âhiret gününe iman edenler, mallarıyla ve canlarıyla cihad etmekten (kaçınmak için) senden izin istemezler. Allah takvâ sahiplerini bilendir."

"Senden yalnızca Allah'a ve âhiret gününe inanmayan, kalpleri kuşkuya kapılıp da kuşkularında kararsızlığa düşenler izin ister."

"Eğer onlar (gerçekten savaşa) çıkmak isteselerdi, herhalde ona hazırlık yaparlardı. Ancak Allah, (onların savaşa) doğru hareket etmelerini çirkin gördü de (tevfikini onlardan uzaklaştırıp savaşa çıkmalarına) engel oldu ve (onlara): "Siz de oturanlarla birlikte oturun" denildi."

"Sizinle birlikte çıksalardı, size kötülük ve zarardan başka bir şey ilave etmez ve hemen aranıza mutlaka fitne (ihtilaf ve nifak) sokmağa koyulurlardı. İçinizde onlara haber taşıyanlar vardır. Allah zulme sapanları bilir."...(Tevbe, 43 ila 47)

Sebeb-i nüzûl: Allah Resûlü ve Müslümanlar Tebûk savaşına hazırlandıkları bir sırada, münafıklardan bir grup Resûlullah'a gelerek bazı bahaneler uydurup savaşa gitmemeleri için izin istediler. Resulullah da kendilerine izin verdi ve ardından bu âyetler nâzil oldu. İşte bu âyetlerin zahirine dayanarak Allah Resulu'nün bu olayda hata yaptığını,  Hatta bazı müfessirler (Zımahşerî gibi) âyetteki "Afâ" (afv kökünden) kelimesine dayanarak Resulullah'ın günah ve kötü bir iş yaptığını, (zira bu kelimenin, sürekli cinayet ve kötü bir işin işlendiğine kinâye olduğunu söylemişlerdir. Böyle olunca da ister istemez Peygamber'in masûm olduğunu söylemek mümkün değildir.

Ancak biz âyetin böyle bir manayı kastettiğini kabul etmiyoruz. Zira, her şeyden önce âyetin tercümesinde hata yapılmıştır. Evet âyetteki "Afâ" kelimesi, "Affetti" şeklinde değil, "Affetsin" diye tercüme edilmelidir. Yani bu âyetteki mazi kipinden, ihbâr değil dua anlamı kastedilmiştir. Arap edebiyatından haberdar olanlar, bu tür kullanışların arapçada ne kadar yaygın olduğunu bilmektedirler. Böyle bir tabirin kullanılması ise illa da bir günahın işlendiğine delil teşkil etmez. Bu bir nevi duâdan ibarettir. Benzer tabirler bütün dillerde, özellikle Araplar içerisinde yaygın bir şeydir. Mesela biz "Allah geçmişlerini, ananı-babanı bağışlasın" diyoruz. Bunu söylerken, illa da onlara bir günahı ispat etmeğe çalışmıyoruz. Kim olursa olsun, makamı ne olursa olsun, her kes Allah'ın rahmet ve mağfiretine muhtaçtır.

Bazıları burada, Resulullah'ın verdiği izinin haram olmadığını, zira Nûr suresinin 62. Ayeti* gereği Resulullah'ın böyle bir yetkisinin bulunduğunu, ancak münafıkların bir an evvel rezil rüsva olmaları açısından bu izinin verilmemesinin daha uygun olacağını, izin verilmekle böyle bir meslehatın kaçırıldığını, yani daha iyi olan bir şeyin terk edildiğini, bu affın da bu terk-i evlâya yönelik olduğunu, dolayısıyla da masûmiyetle çelişecek bir günahın söz konusu olmadığını söylemişlerdir.

Ancak Merhûm Allâme Tabatabaî, olayı daha başka bir şekilde tahlil ederek, burada hatta terk-i evlânın dahi söz konusu olmadığını ve Tahrim suresinde olduğu gibi burada da, bir yandan izin isteyen kişilerin kınanması, diğer yandan ise, Yüce Resulullah'a yönelik, görünüşte kınama olan, ancak gerçekte ince ve latif bir övgünün söz konusu olduğunu ileri sürmektedir.

Şöyle ki, evvela Resulullah yukarıda da değindiğimiz âyet (Nûr, 62) gereği dilediği kimselere izin verme yetkisine sahipti. Bu yüzden de izin vermekle her hangi bir yanlışı söz konusu değildir.

Saniyen, onların ne olduğunu ve hangi maksatla izin istediklerini biliyordu. Zira Kur'ân-ı Kerim bir diğer âyetinde şöyle buyuruyor:

"Eğer biz dilersek, sana onları (münafıkları) elbette gösteririz, böylelikle sen onları simalarından tanımış olursun. Andolsun, sen onları, sözlerinin anlatım biçiminden de tanırsın. Allah, amellerinizi bilir." (Muhammed, 30)

 O halde Resulullah onları konuşma üsluplarından tanıyordu. Ancak, o emsalsiz, yüce ve İlâhî ahlâkın sahibi, bir yandan perdelerin yırtılmaması ve hidâyet bağlarının tamamen kopmaması, diğer yandan emri yere düşürülerek kalbi hasta olan diğerlerinin de buna cüret etmemeleri ve Allah Resulü'nün yöneticilik otoritesine bir halel gelmemesi için onlara izin verdi.

Salisen bahsettiğimiz âyetlerin devamındaki âyetlerde, söz konusu kişilerin savaşa katılmalarında hiçbir meslehatın olmadığını, hatta gitmemelerinin daha iyi ve daha faydalı olduğunu, zira gittiklerinde fitne, fesat çıkartacaklarını, zaten izin verildiğinde dahi gitmeyeceklerini açık bir şekilde beyan etmektedir.    

Bütün bu açıklamaları dikkate alırsak, sanki âyet-i kerime şöyle buyurmak istiyor: "Ey Habibim, ne kadar fedakarlık, ne kadar şefkat ve merhamet?! Yeter artık, bu kadarı da fazladır." Görüldüğü gibi ince bir üslûpla bir yandan dolaylı olarak Allah Resulü övülmekte, bir yandan da söz konusu münafıklar kınanmakta ve artık bu şefkat ve merhameti hak etmedikleri vurgulanmaktadır.

Bu tefsire yakın bir diğer tefsir ise şudur: Bu ayetlerde verilmek istenen mesajın ilk ve son  muhatabı söz konu münafıklar ve onların iç yüzünü ortaya koymaktır. Ancak bunu beyan etmek için böyle bir yöntem ve üslup seçilmiştir. Yoksa ne Peygamber'in yaptığının yanlış olduğu, ne de onun kınanması söz konusudur. Bunu bir örnekle açıklamaya çalışalım: farz edin zalim ve küstah birisi sizin çok sevdiğiniz evladınızı vurmak, zulmetmek istediğinde, bir dostunuz onun önüne geçerek bu zulmüne engel oluyor. Siz haberi aldığınızda dostunuza dönerek diyorsunuz ki: "Sağ olasıca, neden bırakmadın vursun; bıraksaydın da o alçağın ne olduğunu herkes görseydi." Bu tabirden, sizin, evladınıza yapılmak istenen haksızlığın önlenmesinden rahatsız olduğunuz ve o dostunuzun yaptığının kötü olduğu söylenebilir mi? Hangi baba evladına haksızlık yapılmasından hoşnut olur? Hangi dost dostuna karşı yapılmak istenen haksızlığa duyarsız kalabilir?! O halde bu itirazdan maksadın o zalim kimseyi yermek ve onun ne denli adi birisi olduğunu ortaya koymaktan başka bir şey değildir. Ancak bunu açıklamak için böyle bir metot seçilmiştir. Söz konusu ayette de durum aynen böyledir. 

Burada şöyle bir itiraz da edilebilir: Ayet-i Kerime'de eğer Resulullah'ın onların asıl maksatlarını bildiği doğru ise, o zaman neden âyette "Onların doğru söyleyip söylemediğini bilmeden..." tabiri kullanılmıştır. Bu itiraza cevabımız şudur ki burada zahiren hitap Peygamber'e olmakla birlikte asıl maksadın ümmetin bilgi sahibi olmasıdır.

 


 

*"...Böylelikle, senden, kendi bazı işleri için izin istedikleri zaman, onlardan dilediklerine izin ver ve onlar için Allah'tan bağışlanma dile. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.

 

 
Site içi Arama


 

 

 

 

Go to top of page  Ana Sayfa | Kitap Listesi | Kıble Dergisi | Makaleler | Kadin ve Aile | Cocuklar Îçin | Soru Ve Cevap | Yazarlarımız |
Kur`an | Hadisler | Dualar | Şiirler | Ses ve Video | Programlar | Linkler  |  Îletişim için |

Copyright© 2000 Kevser Yayinlari Internet Hizmetleri. Tüm Haklari Saklidir Ayrintili bilgi almak için veya bize her konuda yazmak için, paragonxx@yahoo.de  'e mesaj yollayiniz. WWW.KEVSERNET.COM