KEVSER YAYINCILIK

  Ana Sayfa / Soru ve Cevaplar                                                                                                           Soru ve Cevaplar

Bugün :  

  Sık Kullanılanlara Ekle                                                                                                                                                                                                                                                         Başlangıç Sayfası Yapın
 

Bismillahirrahamnirrahim

 

Soru-198:Sizlere sormak istediğim bir soru vardı: Bazı Sünni (daha doğrusu vehhabi) sitelerde okudum, şöyle diyorlar: "Neden Hz. Ali (a.s) kendi çocuklarına birinci ikinci ve üçüncü halifenin isimlerini vermiştir? Bu onların arasında hiçbir problemin olmadığını ve Hz. Ali'nin onların hilafetlerinden razı olduğunu göstermiyor mu?" Ayrıca Osman isminin manası yılan yavrusu demektir. Çocuklara anlamlı ve sevilen isimler verilmesi tavsiye edilmişken, böyle bir ismin çocuğa verilmesi ne anlam ifade eder?

2- Eğer İkinci Halife Ömer, Hz. Fâtıma annemize sıkıntı verip üzmüşse Hz. Ali (k.v) neden ona mudahele etmedi. Hâşâ Hz. Ali (k.v) korktu mu? Veya nedir sebebi?

3-Hz. Ömer'in Hz. Fâtıma'nın evini yakmaya gelişi, karnındaki bebeğini (Peygamber torununu) düşürtmesi, Sünni kaynaklarda var mıdır? Eğer gerçekten bunlar doğru ise, kendi kendime soruyorum: "Bunu nasıl bir mantık ve nasıl bir iman yaptırabilir?!" 

 

 

Cevap-198: Muhterem kardeşim, evvela bu isimler sadece o şahıslara has isimler değil, onlardan başka bir çokları da aynı ismi taşıyorlardı. Hatta Beni Haşim içerisinde bile bu isimlere sahip olanlar vardı. Sonra Şia kaynaklarında nakledilen bazı rivayetlerde Emir-ül Mu'minin Ali (a.s)'ın şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Ben kardeşim Osman bin Maz'un'un (Resulullah'ın önceden vefat eden çok değerli bir sahabisi) hatırasını yaşatmak için oğluma Osman ismini koydum."  Aynı şey diğer isimler için de söz konusu olabilir.

Elbette Emir-ül Mu'minin Ali (a.s)'ın bu isimleri koymalarındaki hedefi şu da olabilir ki bizim mücadelemiz isim kavgası değil, Allah'a ve Resulü'ne ne kadar teslimiyet ve itaat gösterip göstermemektir. Kısacası İmamlarımız gerçek İlahî ve Nebevî çizgiden ayrılan kimselerle şiddetle mücadele edip onlara karşı tavır alma  ve onlardan teberri etmekle birlikte, bu mücadelenin şahıs eksenli olmadığı, duygusallığa, kavmiyetçiliğe dayanmadığını ispatlamak için de bazı çocuklarına bu isimleri vermiş olabilirler.

Diğer hususlara gelince, Resulullah'ın bir put adını bir oğluna koyduğu rivayetinin doğru olduğunu zannetmiyoruz. Zira evvela Resulullah'ın çocuklarının isimleri kaynaklarda yazılıdır ve bunların arasında böyle bir ismi biz görmedik. Saniyen rivayetlerde de vurgulandığı gibi Allah Resulü başka bir şeyin ubudiyetini andıran isimleri gördüğünde, onları "Abdullah", "Abdurrahman" gibi Allah-u Teala'nın kulluğunu andıran isimlerle değiştirirdi.

İsimlerin manasına gelince, aziz kardeşim bunların iyi veya kötü algılanışı şahıslara veya ortamlara göre değişebilir. Eski Araplar savaşçıl bir millet oldukları ve hep birbirleriyle veya başkalarıyla rekabet içerisinde olduklarından dolayı, bu duyguları verdikleri isimlere bile yansıyordu. Örneğin "Aslan", "Savaş", "Kılıç", "Kartal", "Şahin" vb. isimler hep bunun için koyulur ve hepsinde, çocuklarına savaşçı bir ruh aşılama ve düşmanlarına göz dağı verme gibi amaçlar güdülüyordu. "Yılan" ismini de muhtemelen bu hedefle koyuyorlardı ve "düşmanını yılan gibi sokacak ve zehirleyip öldürecek" gibi bir umut ve arzuyu dillendiriyorlardı. Ayrıca bu isim bir kuş yavrusu için de kullanılır.

Burada şunu da eklemekte fayda vardır ki bazılarının (özellikle Vahhabilerin) bu olaya temessük ve tenezzül etmeleri, (Arapların tabiriyle) suda boğulan kimsenin çürük bir ota dahi sarılmasına benziyor. Zira Emir-ül Mu'min Ali (a.s)'ın, Hz. Fâtıma'nın ve diğer Ehlibeyt İmamları'nın halifeler ve onların hilafetleri hakkındaki tartışma götürmez açıklama ve eleştirileri ortadayken, onların hilafet ve halifelerden güya rıza ve hoşnutluğunu bunun gibi önemsiz ve değişik sebeplere dayanabilecek bir olayı gerekçe göstererek ispata çalışmak, en basit tabiriyle basiretsizliktir. Biz, sözümüz sadece iddia sanılmasın diye merak eden kimselere, önceden benzer iki soruya verdiğimiz cevapta naklettiğimiz bazı örnekleri vermekle yetiniyoruz:

 

Soru: Eğer İkinci Halife Ömer, Hz. Fâtıma annemize sıkıntı verip üzmüşse Hz. Ali (k.v) neden ona mudahele etmedi. Hâşâ Hz. Ali (k.v) korktu mu? Veya nedir sebebi?

Cevap: Sorunuz iki şıktan oluşmaktadır: Birincisi sıkıntı verilip verilmemesi; ikincisi ise Hz. Ali'nin neden suskun ve tepkisiz kalışı. Burada bahse değer çok mes'ele vardır. Ancak  "Akıllıya işaret yeterlidir" kuralınca ben, bir iki belgeyi aktararak ikinci şıkkın cevabına geçeceğim:

Sahih-i Buhari'de üç yerde ve diğer birçok muteber bilinen kaynakta cüzî farklarla Ümm-ül Mu'minin Âişe'den şöyle nakletmektedir: "Resulullah'ın (s.a.a) kızı Fâtıma, Resulullah'ın vefatından sonra Ebu Bekir'e gelerek Medine'de kendisine verilenleri, Fedek'i ve Hayber humsundan geri kalanı istedi; Ebu Bekir de bundan çekinerek Resullah'ın şöyle buyurduğunu iddia etti: "Biz miras bırakmayız; bizim bıraktığımız sadakadır." Bunun üzerine Hz. Fâtıma öfkelenerek Ebu Bekir'e küstü ve ölünceye dek bir daha onunla konuşmadı."[1]

Sahih-i Tirmizî'de ise şöyle nakletmektedir: "Fâtıma Ebu Bekir ve Ömer'in yanına gelerek Resulullah'tan kalan mirasını istedi; Onlar da 'Biz Resulullah'ın "Ben miras bırakmam" hadisini duyduk' dediler; bunun üzerine Fâtıma "Vallahi asla sizinle konuşmam artık" dedi ve ölünceye dek bir daha onlarla konuşmadı. Fâtıma Resulullah'tan sonra altı ay yaşadı ve vefat ettiğinde ise eşi Ali onu geceleyin defnetti namazını da kendisi kıldırdı ve Ebu Bekir'e izin vermedi."[2]

 Ehl-i Sünnet âlimlerinden İbn-i Kuteybe "El-İmâmet-u Ves-Siyâse" kitabının "Ali'nin Biatının Keyfiyeti" bölümünde şu bilgilere yer vermiştir: "Ebu Bekir bir ara biatten kaçınıp Ali'nin evine toplananları aradı ve Ömer'i onların peşine gönderdi. Ömer Ali'nin kapısına gelerek onlara seslendi; dışarıya çıkmaktan çekinince  odun getirmelerini istedi ve onlara şöyle bağırdı: 'Ömer'in canını elinde tutana (Allah'a) andolsun ki dışarıya çıkarsınız ya da evi içindekilerle birlikte yakacağım.' 'Ey Ebâ bu evin içerisinde Fâtıma vardır' dediklerinde 'Farketmez' diye cevap verdi..."[3]

Yine aynı bölümün bir diğer yerinde şöyle nakletmektedir: "Ömer Ebu Bekir'e Şöyle dedi: 'Hadi kalk Fatıma'ya gidelim; biz onu gazaplandırdık.' Birlikte Fatıma'ya gelip görüşmek için izin istediler; fakat Hz. Fâtıma izin vermedi; bu sefer Hz. Ali'ye geldiler; o da onları Fâtıma'nın yanına götürdü; yanında oturduklarında Hz. Fâtıma yüzünü duvara doğru çevirdi; selam verdiler; cevaplarını vermedi...Sonra Hz. Fâtıma onlara hitap ederek şöyle konuştu: 'Size Resulullah'tan bir hadis nakledersem tasdik eder misiniz?' Evet  dediler; şöyle devem etti: 'Sizi Allah'a ant verdiriyorum, Peygamber'den benim hakkımda 'Fâtıma'nın rızası benim rızamdır; Fâtıma'nın gazabı benim gazabımdır; kim benim kızımı severse beni sevmiştir; kim Fâtıma'yı hoşnut ederse beni hoşnut etmiştir; kim onu gazaplandırırsa beni gazaplandırmış olur' buyurduğunu duydunuz mu? Onlar da evet duyduk cevabını verince Hz. Fâtıma şöyle dedi: 'Allah ve melekleri şâhid olsunlar ki siz ikiniz beni gazaplandırdınız ve hoşnut etmediniz. Peygamber'in yanına vardığımda mutlaka sizi şikayet edeceğim.' Bunun üzerine Ebu Bekir ağlayarak 'Allah'ın ve senin gazabından Allah'a sığınırım' deyince, Hz. Fâtıma şu cevabı verdi: 'Allah'a andolsun ki kıldığım her namazın ardından sana beddua edeceğim..."

Aziz kardeşim bunlar olup bitenlerden çok kısa pasajlardı; söz fazla uzamasın diye şimdilik bununla yetiniyorum. Zaten başta da söylediğim gibi "Akıllıya işaret de kâfidir"   

 

Hz. Ali'nin, bu olup bitenler hakkındaki tavrının nedenlerine gelince, bir önceki sorudaki izahatımız bu sorunun cevabına da ışık tutar niteliktedir; ancak burada cevabın tekmili için, bizzat Hz. Ali'nin kendisinden Nehc-ül Belâğa ve bazı diğer kaynaklarda nakledilen cevapları sizlere nakletmek istiyoruz:

Hz Ali (a.s) Nehc-ül Belağa'nın  "Şıkşıkıye Hutbesi" diye meşhur olan 3. hutbesinde Resulullah'tan sonraki olaylara değinmiş ve takındığı tavır hakkında şöyle buyurmuştur:

"Andolsun Allah'a ki Ebu Kuhafe‘nin oğlu, o (hilafeti) bir gömlek gibi giyindi; oysa daha iyi bilirdi o, ben hilâfete nispetle değirmen taşının mili gibiydim; hilâfet benim çevremde dönerdi; sel benden akardı; hiçbir kuş, benim (zirveme) çıkamazdı. Hilâfetle arama bir perde çektim; onu koltuğumdan silkip attım. Düşündüm; kesilmiş elimle hamle mi edeyim; yoksa bu kapkaranlık körlüğe sabır mı edeyim? Hem de öylesine bir körlük ki ihtiyarları tamamıyla yıpratır; çocuğu kocaltır; inanan da Rabbine ulaşıncaya dek bu zulmette zahmet çeker.

Gördüm ki sabretmek daha doğru; sabrettim; ettim ama gözümde diken, boğazımda kemik vardı; mirâsımın yağmalandığını görüyordum..." (Resulullah sonrası olaylara ışık tutan bu hutbenin tamamını Nehc-ül Belağa'da okumanızı tavsiye ediyorum.

Nehc-ül Belâğa'nın 26. hutbesinin bir bölümünde ise şöyle buyuruyor:

"Gördüm ki Ehl-i Beytim'den başka yardımcım yok, onları ölüme sürmedim; çerçöpe karşı gözümü yumdum; boğazıma oturan şerbeti yuttum; öfkemi yendim; zakkumdan da acı olan o mihnete dayandım."

Ehl-i Sünnet'in Mutezilî âlimlerinden İbn-i Ebi-l Hadid, Nehc-ül Belağa'nın 119. hutbesinin şerhinde Abdullah İbn-i Cünâde'den şöyle naklediyor:

"Hz. Ali'nin hilafetinin ilk günlerinde ben Hicaz'da bulunuyordum ve İrak'a gitmeğe niyetliydim. Mekke'de umre yaptıktan sonra Medine'ye geldim. Mescid-ün Nebi'ye girdiğimde insanlar namaz için toplanmışlardı. O sırada Hz. Ali kılıcını kuşanmış vaziyette çıka geldi ve toplanmış camaata hutbe okudu. O hutbesinde Allah'a hamd u senâ ve Resulullah'a salât u selamdan sonra şöyle buyurdu: "Resulullah'ın vefatından sonra biz Ehl-i Beyt, ümmetin bizim hakkımıza tamah edeceğine inanmazdık; ama beklemediğimiz oldu; hakkımızı gasbedip bizi pazar ehlinin yerine koydular; bizden nice gözler ağladı; nice sıkıntılar meydana geldi. Allah'a andolsun ki eğer Müslümanların bölünüp parçalanma korkusu, küfrün geri dönme ve dinin yok olma korkusu olmasaydı, biz onlara karşı başka türlü davranırdık!..."

Yine İbn-i Ebi-l Hadid Kelbî'den şöyle nakletmektedir: Hz. Ali, Talha ve Zübeyr'e karşı koymak için Basra'ya hareket etmeden önce bir hutbe okuyarak şöyle buyurdu: "Kureyş Allah Resulü'nden sonra bizim hakkımızı elimizden alıp kendine tahsis etti. Ben bütün bu sıkıntılara rağmen sabretmeği Müslümanların bölünüp parçalanmalarından ve kanlarının dökülmesinden daha evla gördüm; zira insanlar İslâm'la daha yeni tanışmışlardı. Din en ufak bir hareketle bozulan ve en yeteneksiz birisinin hareketiyle bile ters yüz olan bir tuluma benzer..."

Yine altı kişilik meşhur şurada, Osman'ın halife seçilmesinin ardından şöyle buyurmuştur:

"Mutlaka siz de bilirsiniz ki ben, insanlar içerisinde ona (hilafete) benden başkasından daha layık birisiyim; ama andolsun Allah'a ki ben, sadece bana haksızlık edilir, ama  Müslümanların işleri yolunda olursa, teslîm olurum (muhalefet etmem) ve bunu yaparken de ecrini dileyerek, üstünlüğünü isteyerek yaparım; sizin, dünyânın süsünü-püsünü, özentisini-bezentisini istemenizdense çekinirim." (Nehc-ül Belâğa, 73. Hutbe)

Malik-i Eşter'i Mısır'a vâli tayin ettiğinde Mısırlılara yazdığı mektubunda yine şöyle buyuruyor konu hakkında:

"(Hamd ü senâ ve salât ü selâmdan sonra) gerçekten de noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, Muhammed'i âlemlere korkutucu, peygamberlere tanık olarak gönderdi; Allah'ın salâtı ona ve soyuna olsun. O göçünce Müslümanlar hilâfet husûsunda ayrılığa düştüler. Birbirleriyle çekiştiler. Andolsun Allah'a ki Arabın, bu işi, Peygamber'den sonra Ehl-i Beyt'inden alacağını, benim halifeliğime engel olacağını hatırıma bile getirmedim. Fakat bir de baktım, gördüm ki halk, filân kişiye biat etmekte; elimi çektim; sonunda insanların dinden döndüklerini, Allah'ın salâtı ona ve soyuna olsun, Muhammed'in dînini iptâle kalkıştıklarını, halkı buna çağırdıklarını görünceye dek dayandım. Fakat bu işe giriştikleri zaman, İslâm'a yardım etmezsem onda bir gedik açılacağından, onun yıkılacağından korktum; çünkü bu musibet bana, az bir gün sürecek, sonra serap gibi yitip gidecek, yahut bulut gibi dağılıp yitecek olan hilâfetten, size emir olmaktan mahrum kalmaktan da daha büyük olacaktı." (Nehc-ül Belâğa, 62. Mektup)

Görüldüğü gibi Emir-ül Mu'minin (a.s) bu sözlerinde Resulullah'tan sonraki olaylarda takındığı tavırların nedenlerini bizlere kısa ve öz olarak beyan etmektedir ki basiret sahiplerinin hiçbir açıklama ve yoruma gerek kalmadan, gereken cevabı alabileceğini düşünüyoruz

 

 

Soru: Hz. Ömer'in Hz. Fâtıma'nın evini yakmaya gelişi, karnındaki bebeğini (Peygamber torununu) düşürtmesi, Sünni kaynaklarda var mıdır? Eğer gerçekten bunlar doğru ise, kendi kendime soruyorum: "Bunu nasıl bir mantık ve nasıl bir iman yaptırabilir?!"

 

Cevap: Aziz kardeşim, gerçi bu konu detaylı ve Şia kaynaklarında yer aldığı şekliyle Sünni kaynaklarda nakledilmemiştir. Ancak bu olayın gerçekleştiğine dair bazı ipuçlarını Sünni kaynaklarda da görmek mümkündür.  Aslında olayın Şia kaynaklarında yer aldığı şekliyle vuku bulduğu ispatlanmasa ve sadece Sünni kaynaklarda nakledilenler dikkate alınsa dahi, yapılanların ne kadar büyük ve dehşet verici olduğunu göstermeğe yeter, artar bile.

Şimdi biz bu konuyla ilgili Sünni kaynaklarda nakledilenlerden bazı örnekler vererek kararı sizin hür vicdanınıza bırakıyoruz:

 

 Sahih-i Buhari'de üç yerde ve diğer birçok muteber bilinen kaynakta cüzî farklarla Ümm-ül Mu'minin Âişe'den şöyle nakletmektedir: "Resulullah'ın (s.a.a) kızı Fâtıma, Resulullah'ın vefatından sonra Ebu Bekir'e gelerek Medine'de kendisine verilenleri, Fedek'i ve Hayber humsundan geri kalanı istedi; Ebu Bekir de bundan çekinerek Resullah'ın şöyle buyurduğunu iddia etti: "Biz miras bırakmayız; bizim bıraktığımız sadakadır." Bunun üzerine Hz. Fâtıma öfkelenerek Ebu Bekir'e küstü ve ölünceye dek bir daha onunla konuşmadı."[4]

Sahih-i Tirmizî'de ise şöyle nakletmektedir: "Fâtıma Ebu Bekir ve Ömer'in yanına gelerek Resulullah'tan kalan mirasını istedi; Onlar da 'Biz Resulullah'ın "Ben miras bırakmam" hadisini duyduk' dediler; bunun üzerine Fâtıma "Vallahi asla sizinle konuşmam artık" dedi ve ölünceye dek bir daha onlarla konuşmadı. Fâtıma Resulullah'tan sonra altı ay yaşadı ve vefat ettiğinde ise eşi Ali onu geceleyin defnetti namazını da kendisi kıldırdı ve Ebu Bekir'e izin vermedi."[5]

 Ehl-i Sünnet âlimlerinden İbn-i Kuteybe "El-İmâmet-u Ves-Siyâse" kitabının "Ali'nin Biatının Keyfiyeti" bölümünde şu bilgilere yer vermiştir: "Ebu Bekir bir ara biatten kaçınıp Ali'nin evine toplananları aradı ve Ömer'i onların peşine gönderdi. Ömer Ali'nin kapısına gelerek onlara seslendi; dışarıya çıkmaktan çekinince  odun getirmelerini istedi ve onlara şöyle bağırdı: 'Ömer'in canını elinde tutana (Allah'a) andolsun ki dışarıya çıkarsınız ya da evi içindekilerle birlikte yakacağım.' 'Ey Ebâ Hafs (Ömer) bu evin içerisinde Fâtıma vardır' dediklerinde 'Farketmez' diye cevap verdi..."[6]

Yine aynı bölümün bir diğer yerinde şöyle nakletmektedir: "Ömer Ebu Bekir'e Şöyle dedi: 'Hadi kalk Fâtıma'ya gidelim; biz onu gazaplandırdık.' Birlikte Fâtıma'ya gelip görüşmek için izin istediler; fakat Hz. Fâtıma izin vermedi; bu sefer Hz. Ali'ye geldiler; o da onları Fâtıma'nın yanına götürdü; yanında oturduklarında Hz. Fâtıma yüzünü duvara doğru çevirdi; selam verdiler; cevaplarını vermedi...Sonra Hz. Fâtıma onlara hitap ederek şöyle konuştu: 'Size Resulullah'tan bir hadis nakledersem tasdik eder misiniz?' Evet  dediler; şöyle devem etti: 'Sizi Allah'a ant verdiriyorum, Peygamber'den benim hakkımda 'Fâtıma'nın rızası benim rızamdır; Fâtıma'nın gazabı benim gazabımdır; kim benim kızımı severse beni sevmiştir; kim Fâtıma'yı hoşnut ederse beni hoşnut etmiştir; kim onu gazaplandırırsa beni gazaplandırmış olur' buyurduğunu duydunuz mu? Onlar da evet duyduk cevabını verince Hz. Fâtıma şöyle dedi: 'Allah ve melekleri şâhid olsunlar ki siz ikiniz beni gazaplandırdınız ve hoşnut etmediniz. Peygamber'in yanına vardığımda mutlaka sizi şikayet edeceğim.' Bunun üzerine Ebu Bekir ağlayarak 'Allah'ın ve senin gazabından Allah'a sığınırım' deyince, Hz. Fâtıma şu cevabı verdi: 'Allah'a andolsun ki kıldığım her namazın ardından sana beddua edeceğim..."

 

Ömer b. Hattab der ki:

"Allah Teâlâ Resulünü kendine davet ettikten sonra (Resulullah'ın vefatından sonra) Ali, Zübeyr ve beraberindekilerin bizden ayrıldıklarını, bize muhalif olarak Fâtıma'nın (s.a) evinde toplandıklarını bildirdiler."[7]

Tarihçiler, Ebubekr'e biatten sakınarak Ali ve Zübeyr'le birlikte Hz. Fâtıma'nın (s.a) evinde toplananları şöyle kaydederler:

"Abbas b. Abdulmuttalib, Utbe b. Ebuleheb, Selman-i Farsi, Ebuzer-i Gıffari, Ammar b. Yasir, Miktad b. Esved, Berra b.Azib, Ubey b. Ka'b, (S.a.a)'d b. Ebi Vakkas, Talha b. Abdullah, Haşimoğulları, Ensar'la Muhacirlerden bir grubu.[8]

 

Ali ve beraberindekilerin Ebubekr'e biat etmekten sakınarak Hz. Fâtıma'nın evinde toplanmaları konusu tarih kitaplarında, Sahihlerde ve Müsnetlerde, kelam, rical ve diğer kitaplarda tevatür haddinde nakledilmiş ve bunun doğruluğunda hiç bir şüpheye yer verilmemiştir. Fakat bu kitapların yazarları, istemeyerek kalemlerinin işlediği miktar dışında, Hz. Fâtıma'nın (s.a) evine sığınanlarla hakim gücün aralarında vuku bulan bütün olayları beyan etmekten hoşlanmadıkları için açıklamamışlardır. Bu önemli tarihî olay hakkında Belazurî'nin kısa olarak kaydetmiş olduğu sözleri şöyledir:

"Ali Ebubekr'e biat etmekten sakınınca Ebubekir zorla da olsa onu kendi yanına getirmesi için Ömer'i görevlendirdi! Ömer de Ebubekr'in emrini yerine getirmek istediğinde Ali'yle aralarında bir tartışma geçti. Bunun üzerine Ali Ömer'e şöyle dedi:

"Sütü iyi sağ; çünkü onun yarısı da senin olacak! Vallahi bugün onun hilafeti için harcadığın çabalar, yarın seni diğerlerinden öne geçirip hilafeti sana teslim etmesi içindir."[9]

Ebubekir ölüm yatağında diyordu ki:

"Dünyada üç şey dışında hiç bir şeye üzülmedim; keşke bu üçünü yapmasaydım: ... Keşke bana karşı savaş için kapanmış da olsaydı Fâtıma'nın evinin kapısını açmasaydım..."

Yakubi Ebubekr'in bu alandaki sözünü Tarih'inde şöyle kaydeder:

"Keşke ben Resulullah'ın kızı Fâtıma'nın kapısını -gerçi bana karşı savaşa hazırlanmak kapanmış- açıp adamları içeri salmasaydım."[10]

Hz. Fâtıma'nın (s.a) Evine Saldırı

Meşhur tarihçiler Ebubekr'in emriyle Hz. Fâtıma'nın (s.a) evine saldıranların şunlar olduğunu kaydederler:

Ömer b. Hattab, Halid b. Velid, Abdurrahman b. Avf, Sabit b. Kays-i Şemmas, Ziyad b. Lübeyd, Muhammed b. Müslime, Zeyd b. Sabit, Seleme b. Selamet b. Vakş, Seleme b. Eslem, Useyd b. Huzeyr.[11]

Tarih ve siyer sahipleri bu şahısların Hz. Fâtıma-i Zehra'nın (s.a) evine saldırıp nasıl içeri girdiklerini ve oraya sığınanlara nasıl davrandıklarını şöyle kaydederler:

Başta Ali b. Ebutalib ve Zübeyr olmak üzere Ebubekr'e biat etmekten sakınan Muhacirlerden bir grubu silahlı oldukları halde öfkeyle Fâtıma'nın (s.a) evine girdiler.[12]

Ensar ve Muhacirlerden bir grubunun Resulullah'ın (s.a.a) kızı Fâtıma'nın evine sığınıp Ali b. Ebutalib'in etrafında toplandıklarını Ebubekir ve Ömer'e haber verdiler.[13]

Onlara, Fâtıma'nın evinde toplananların hilafet konusunda Ali b. Ebitalib'e biat etmek istediklerini söylediler.[14]

Bunun üzerine Ebubekir Ömer b. Hattab'a Fâtıma'nın evine giderek onları oradan dışarı çıkararak topluluklarını dağıtmasını ve direnecek olurlarsa, onlarla savaşmasını emretti.

Ebubekr'in bu emri üzerine Ömer eline bir meşale alarak Fâtıma'nın evine doğru yola koyuldu; Fâtıma'nın evini içindekilerle birlikte yakmak istiyordu. Hz. Fâtıma (s.a) Ömer'in karşısına çıkarak ona hitaben:

"Ey Hattab'ın oğlu! Bizim evimizi mi yakmaya geldin?!" dedi. Ömer, "Evet!" dedi, " ya da ümmetin kabul ettiğini kabul edersiniz (Ebubekire biat edersiniz)."[15]

Belazuri bunu şöyle nakleder:

"Ey Hattab'ın oğlu! Beni evimin içinde yakmaya mı geldin?!" dedi. Ömer, "Evet!..." dedi.[16]

Bu olaydan yıllar sonra Abdullah b. Zübeyr kendi hükumetine teslim olmaları için Mekke'de Haşimoğulları'na baskı uyguladı. Haşimoğulları bunu kabul etmeyince onları bir dağın arasında toplayıp odun getirerek hepsini ateşte yakmalarını emretti!

Abdullah b. Zübeyr'in kardeşi Urve b. Zübeyr kardeşinin bu hareketine geçerlilik kazandırmak için Ebubekir'e biat olayında Ömer'in Hz. Fâtıma'nın evini yakmak için görevlendirilmesini delil göstererek şöyle dedi.:

"Kardeşimin bu hareketi sadece bir tehditti; nitekim geçmişte de biat etmeyen Haşimoğulları'nı odun toplayarak yakmayla tehdit ettiler!"[17]

Urve'nin "geçmiş"ten maksadı Haşimoğulları'nın Ebubekir'e biat etmekten sakındıkları için Fâtıma'nın evinin etrafında odun toplayarak evi içindekilerle birlikte yakmaya kalkışmaları olayıdır.

Mısırlı şair Hafız İbrahim bu olayı şiirinde şöyle kaydeder:

 

Ali'ye bir şey söyledi Ömer

Bunu söyleyen de duyan da saygıya layıktır(!!):

Eğer biat etmezsen, Mustafa'nın kızı içinde olduğu halde

Yakarım evini, o evden kimse sağ kurtulamaz.

Adnan savaşçılarının önderi karşısında bu sözü

Hafsa'nın babasından (Ömer'den) başkası söyleyemezdi!![18]

 

Yakubî kendi Tarih'inde şöyle kaydeder:

"Onlar bir grupla Ali'nin evine saldırdılar... bu arada Ali'nin kılıcı kırılınca, saldıranlar Ali'nin evine girme cüreti buldular!"[19]

Taberi de Tarih'inde şöyle yazar:

"Ömer, Talha ve Zübeyr'le muhacirlerden bir grubunun sığınmış olduğu Ali'nin evine saldırdı. Zübeyr kılıcını çekerek ona karşı koymak istedi. Fakat tam o sırada ayağı kayarak kılıç elinden yere düştü. Bunun üzerine eve saldıranlar toplanarak onu tutukladılar..."[20]

Ebubekir-i Cevheri ise şöyle nakleder: Ali, "Ben Allah'ın kulu ve Resulullah'ın (s.a.a) kardeşiyim dedi! Nihayet onu Ebubekir'in yanına götürerek Ebubekir'e biat etmesini istediler. Bunun üzerine Ali şöyle dedi:

"Ben hükümet ve hilafete sizlerden daha layığım. Ben size biat etmem; aksine sizin bana biat etmeniz gerekiyor. Siz hilafeti Resulullah'ın akrabaları ve yakınları olmanız bahanesiyle Ensar'dan aldınız; onlar da sizin bu deliliniz gereğince onu size bıraktılar. Ben de sizin Ensar'a getirmiş olduğunuz delili getiriyorum. O halde eğer nefsani heveslerinize uymuyorsanız ve eğer Allah'tan korkuyorsanız bizim hakkımızda insafla hakemlik edin; Ensar'ın size hak verdiği gibi beni resmen tanıyın; aksi durumda bile bile bize karşı yaptığınız bu zulmün vebalı sizin üzerinizedir."

Ömer, "Biat etmeden kurtulamazsın" dedi. Ali ise, "Ey Ömer!" dedi, "Sağdığın bu sütün yarısı sana ulaşacaktır. Ebubekir'in hükumetinin temellerini bugün sağlamlaştır ki yarın onu sana bıraksın. Vallahi ne seni dinlerim ve ne de ona uyarım." Ebubekir ise, "Bana biat etmezsen seni mecbur etmem" dedi. Ebu Ubeyde-i Cerrah da şöyle devam etti: "Ya Ebe-l Hasan! Sen gençsin; bunlar ise Kureyş'ten ve senin yaşlı akrabalarındırlar! Sen ne onların tecrübesine sahipsin ve ne de işleri onlar kadar bilirsin! Bence böyle önemli bir sorumluluğu üzerine alması için Ebubekir senden daha güçlü, sabırlı ve işbilirdir! O halde sen de ona uyarak hükümeti ona bırak. Ömrün yeter de uzun bir zaman yaşarsan hem fazilet açısında, hem Resulullah'a yakın olman açısından ve hem de İslam'da önceliğin, dini sağlamlaştırmak konusunda çabaların açısından bu makama geçmeğe herkesten daha layık olursun!"

Ali, "Ey Muhacirler!" dedi, "Allah'tan çekinin; hükümet ve hilafeti Muhammed'in (s.a.a) evinden çıkarıp kendi evlerinize, kendi mahalleniz ve kendi kabilelerinize götürmeyin; onun ailesini halkın arasındaki makamlarından düşürmeyin ve haklarını ayaklar altında çiğnemeyin. Ey muhacirler; vallahi aramızda Kur'an okuyan, din işlerini bilen, Resulullah'ın (s.a.a) sünnetinden haberdar olan ve yönetim işinden anlayan biri olduğu müddetçe bu ümmetin işlerini üstlenmeye biz Ehl-i Beyt sizlerden daha layığız. Vallahi bütün bunlar bizde vardır. O halde nefsî heveslerinize uymayın; aksi durumda haktan adım adım uzaklaşırsınız."

İmam Ali'nin bu sözlerini duyan Buşr b. Sa'd ona şöyle dedi: "Ensar Ebubekir'e biat etmeden önce senin bu sözlerini duysaydı senin hükümet ve önderliğini kabul etmede hatta iki kişi bile birbiriyle ihtilaf etmezlerdi; ama iş işten geçti ve onlar Ebubekir'e biat ettiler!!" Böyelce Ali orada Ebubekir'e biat etmeden eve döndü.[21]

 

Yine Ebubekir-i Cevheri şöyle der:

"Fâtıma, Ali ve Zübeyr'e nasıl davranıldığını görünce evinin kapısında durarak Ebubekir'e şöyle dedi: Ey Ebubekir! Ne kadar çabuk Resulullah'ın (s.a.a) ailesine karşı hile yapmaya başladın! Vallahi hayatta olduğum müddetçe Ömer'le konuşmayacağım."[22]

Diğer bir rivayette ise şöyle geçer:

"Fâtıma hıçkırıklar içinde evden dışarı çıktı, halkı iterek evden uzaklaştırmaya başladı..."[23]

Yakubî de kendi Tarih'inde şöyle kaydeder:

"Fâtıma dışarı çıkarak evini işgal edenlere şöyle hitap etti: "Evimden dışarı çıkın; aksi durumda vallahi başımı açarak Allah'a şikayette bulunurum." Fâtıma'nın evine saldıranlar bu tehdidi duyunca dışarı çıkarak oradan uzaklaştılar."[24]

Mes'udî kendi Tarih'inde şöyle yazar:

"Sakife'de Ebubekr'e biat edilmesinin peşinden Salı günü biat edenler mescidde biatlerini yeniledikten sonra Ali (a.s) evden çıkarak Ebubekir'e şöyle hitap etti: "Müslümanların işlerini bozdun, bizimle hiç danışmadın ve hakkımızı görmezlikten geldin." Ebubekir ise, "Doğru söylüyorsun; ama ben fitne çıkmasından korktum" dedi."[25]

Yakubî yine şöyle kaydeder:

"Bir grup Ali'nin etrafında toplanarak ona biat etmek istediler. Ali (a.s) onlara, "Yarın sabah başlarınızı tıraş ederek burada hazır olun" dedi, ama yarın onlardan üç kişi dışında kimse gelmedi!"[26]

Bu olaydan sonra Ali (a.s) geceleyin Fâtıma'yı bir bineğe bindirerek bir bir Ensarın kapısına götürüyor, hakkını geri alması için onlardan kendisine yardım etmelerini istiyordu. Fâtıma (s.a) da onlardan Ali'ye (a.s) yardım etmelerini istiyordu. Fakat Ensar diyordu ki:

"Ey Resulullah'ın kızı! Biz bu adama (Ebubekir'e) biat ettik ve iş işten geçti!! Amcan oğlu Ali hilafete geçmek için Ebubekir'den önce davranmış olsaydı, elbette ki biz ondan başkasını kabul etmezdik."

"Ali (a.s) ise "Ben Resulullah'ın (s.a.a) cenazesini gusül vermeden ve kefen etmeden evinde bırakarak hilafeti ele geçirmek için halkla savaşmam mı gerekiyordu?" diyordu."

Fâtıma (s.a) da şöyle ekliyordu:

"Ebu-l Hasan yapılması yakışanı yaptı. Onlar öyle bir iş yaptılar ki onun hesabını Allah soracaktır ve buna cevap vermek zorundadırlar."[27]

Muaviye, Ali'ye (a.s) yazdığı mektupta Yakubî'den naklettiğimiz bu konuya şöyle değinmektedir:

"Hatırlıyorum ki, dün insanlar Ebubekr-i Sıddık'a biat edince, evindeki mahremini (Hz. Zehra'yı) bir eşeğe bindirerek Hasan'la Hüseyin'in ellerini tutup sana yardım etmeleri için Bedir'dekilerin ve İslam'ın öncülerinin hepsinin kapılarını çaldın. Eşinle onların kapısına gittin, iki oğlunu iki senet olarak gösterip Resulullah'ın (mağaradaki) arkadaşına karşı onları tahrik ettin! Ama dört-beş kişiden başka hiç kimse sana olumlu cevap vermedi. Vallahi eğer sen haklı olsaydın şüphesiz hepsi sana yönelir, davetini kabul ederlerdi. Ama sen yersiz bir iddiada bulundun, hiç kimsenin inanmadığı bir söz söylüyordun ve olmayacak bir şey yapmak istiyordun.

Ne kadar da unutkan olsam, seni kıyama teşvik eden Ebusüfyan'a "Emrimde iradeli ve sebatlı kırk kişi olsaydı onlara karşı kıyam ederdim..." diye cevabını verdiğini çok iyi hatırlıyorum."[28]

Muammer, Zuhri'den, o da Ümm-ül Müminin Aişe'den naklettiği rivayette, Resulullah'ın (s.a.a) mirası konusunda Fâtıma'yla (s.a) Ebubekir arasında geçen tartışmalara işaret edilmiştir. Aişe bu hadisin sonunda şöyle diyor:

"Fâtıma yüzünü Ebubekir'den çevirdi ve hayatta olduğu müddetçe onunla konuşmadı. Fâtıma Resulullah'tan (s.a.a) sonra altı ay yaşadı. Ölümünden sonra da eşi Ali Ebubekir'e haber vermeden gizlice ona namaz kılıp toprağa verdi.

Hz. Zehra'nın varlığı Hz. Ali'ye saygı duyulmasına sebep oluyordu. Fâtıma hayatta olduğu müddetçe halk Ali'ye saygı gösteriyordu. Ama Fâtıma ölür-ölmez halk ondan yüz çevirdi. Fâtıma Resulullah'tan (s.a.a) sonra sadece altı ay yaşadı."

Muammer der ki: O sırada bir Zuhri'ye, "Bu altı ay içinde Ali Ebubekir'e biat etti mi?" diye sorunca şöyle cevap verdi:

"Hayır; bu müddet içerisinde Ali ve Haşimoğulları'ndan hiç kimse Ebubekir'e biat etmedi.[29] Ancak Ali biat ettikten sonra diğerleri de biat ettiler. Ali, Fâtıma'nın ölümünden sonra halkı kendisine karşı ilgisiz bulunca, Ebubekir'e biat etmek zorunda kaldı..."[30]

Bunlar, en meşhur Sünni kaynaklarda bu konuda nakledilen bazı belgeler. Tabi işin daha ileri boyutları, yani Hz. Fâtıma'nın evinin kapısının yakılması, bu olayda aldığı darbeyle bebeğini düşürmesi gibi rivayetleri bu kaynakların çoğu nakletmemiştir. Ancak nadir ve işareten de olsa bunu teyid eden bazı kayıtlara rastlamak da mümkündür. Burada bunlardan bir iki örnekle yetinmek istiyoruz:

Tarihlerin yazdığına göre, Bedir savaşında müşriklerden esir alınan kimselerden birisi de Resulullah'ın kızı (veya daha doğrusu üvey evlatlığı olan) Zeyneb'in kocası idi. Allah Resulü onu azad ederken, Zeyneb'i Medine'ye gelmesi için serbest bırakmasını şart koştu; o da kabul etti. Bir ay sonra Allah Resulü Sahabeden iki kişiyi Zeyneb'i getirmeleri için Mekke'ye gönderdi.  Onlar Mekkeye geldiklerinde Kocası gündüz vakti Zeyneb'i söz konusu sahabilere teslim etmek için onu dışrıya çıkardı. Ancak Kureyşliler onun bu hareketini kendilerine yediremeyip arkalarından onları  aramaya koyuldular ve Zi-Tuvâ denilen yerde onlara ulaştılar. Aralarından Hebâr İbn-ül Esved isimli birisi elindeki mızrakla Zeyneb'i korkutmaya başladı. Bunun üzerine hamile olan Zeyneb, kanama geçirdi ve Medine'ye döndüğünde çocuğunu düşürdü... Sonradan Allah Resulü (s.a.a) bu acı olayın müsebbibi olan Hebâr İbn-ül Esved'in kanını heder olarak ilan etti. Yani bulunduğu yerde öldürülmesini emretti.

İbn-i Eb-il Hadid-i Mutezili bu olaydan bahsederken diyor ki: "Ben bu haberi Üstadım Ebu Cafer Nakib'e okuduğumda o şöyle demişti: "Resulullah'ın Zeyneb'i korkutup da çocuğunu düşürmesine vesile olan kimsenin kanını mübâh sayıyorsa, bundan anlıyoruz ki eğer diri olsaydı, Fâtıma'yı korkutup da çocuğunu düşürmesine vesile olan kimsenin de kanını mübâh sayardı!!!" Ben dedim ki "O zaman Fâtıma'yı korkuttukları için Muhsin'i düşürdüğü rivayetini senden (başkalarına) nakledeyim mi?"  O "Hayır dedi, benden bunun ne doğruluğunu, ne de yanlışlığını, hiç birisini nakletme. Zira ben bu konuda çekimserim. Çünkü bu konudaki rivayetler benim yanımda çelişkilidir!!!"[31]  Ne dersiniz? Üstad Ebu Cafer neden önce kendisi bu iki olay arasında böyle bir bağlantı kuruyor.  Fakat hemen ardından toparlanıp çekimser hal alıyor?! Nedir çekiniyor acaba? Sonra onun "Yanımda olan" diye bahsettiği o çelişkili rivayetler bugün neden gözükmüyor Sünni kaynaklarda?!"

Bu tür rivayetlerin başına getirilenlere bir nazire olsun diye  bir başka ilginç olaydan bahsedeyim size: "Bakın iki âlimin kitabında (ki bunlardan birisi Şii, diğeri ise Sünnidir; Yani Şia alimi İbn-i Şehraşub'un Menakıb-u Âl-i Ebi Tâlip kitabında ve Sünni alimlerden Kencî-i Şâfiî'nin Kifâyet-ut Tâlip kitabında) deniliyor ki:  "İbn-i Kuteybe'nin  "El-Meârif" isimli kitabında şöyle yazmaktadır: "Fâtıma'nın evlatları, Hasan, Hüseyin, Zeynep ve Ümm-ü Külsüm'dür. Muhsin isimli çocuğu ise Kunfuz Advî'nin (Ömer'in kölesi) darbesiyle (annesinin karnında) öldürüldü." [32] Ancak iki meşhur alimin kitabında geçen kayıt, bugün baktığımızda İbn-i Kuteybe'nin "El-Meârif" kitabında gözükmüyor. Bugünkü baskılarda şöyle yazılmıştır: "...Muhsin isimli çocuğu ise küçük yaşta vefat etmiştir!"

Büyük Sünni alimlerden Şehristani ise "El-Milel-u Ven-Nihel" kitabında bu rivayeti kendi adına nakletmeğe cesaret edememiş ve Mutezile alimlerinden Nezzam'ın görüşü olarak nakletmiştir!  Evet Şehristani diyor ki, Nezzam Şöyle diyordu: "Ömer, biat gününde Fâtıma'nın karnına vurdu. O da bunun etkisiyle karnındaki çocuğunu düşürdü!!"[33] 

Hatip Bağdadî ise Nezzam'ın görüşünü naklederken "Ömer, Fâtıma'nın karnına vurdu" bölümünü nakletmiş; ama "Karnındaki çocuğunu düşürdü" kısmını nakletmekten vazgeçmiştir![34]

İşte aziz kardeşim, bu naklettiklerimizi, Hz. Fâtıma hakkında Resulullah'ın (s.a.a) "Fâtıma benim vücudumun bir parçasıdır; onu inciten beni incitir, beni inciten Allah'ı incitir" Veya "Fatma'nın rızası Allah'ın rızasıdır; Onun gazabı Allah'ın gazabıdır" ve benzer onlarca buyruğunun yanına koyup değerlendirin ve ortaya çıkan korkunç ve ibret verici tabloyu kendiniz tahmin edin!!         

 

 

 

 


 


[1]- Sahih-i Buhârî'de şu üç yerde nakledilmiştir: Humus konusu, 2. Hadis, Bed-ül Halq kitabı, Hayber gazvesi babı, El-Ferâiz Kitabı, "Biz miras bırakmayız..." hadisi babı. Aynı rivayet cüzî farklarla Sahih-i Müslim'de, Cihâd kitabında, Müsned-i Ahmed'de, C.1, S.6, Sünen-i Beyhaki'de, C.6, S.300 ve diğer bir çok kaynakta nakledilmiştir.

[2]- Sahih-i Tirmizi, C.1, Resulullah'ın bıraktıkları babı.

[3]- Bu olayı diğer bir çok Sünnî kaynağı da nakletmiştir; örneğin şu kaynaklara bakılabilir: Kenz-ül Ummâl, C.3, S.139, Er-Riyâz-ün Nazire, C.1. S.218, Tarih-ül Hamis, C.2, S.169, Ensâb-ül Eşrâf, C.1, S.586, Tarih-i Yakubî, C.2, S.126, Müruc-üz Zeheb, C.2, S.100, Şerh-i Nehc-ül Belâğa İbn-i Eb-il Hadid), C.1, S.134. 

[4]- Sahih-i Buhârî'de şu üç yerde nakledilmiştir: Humus konusu, 2. Hadis, Bed-ül Halq kitabı, Hayber gazvesi babı, El-Ferâiz Kitabı, "Biz miras bırakmayız..." hadisi babı. Aynı rivayet cüzî farklarla Sahih-i Müslim'de, Cihâd kitabında, Müsned-i Ahmed'de, C.1, S.6, Sünen-i Beyhaki'de, C.6, S.300 ve diğer bir çok kaynakta nakledilmiştir.

[5]- Sahih-i Tirmizi, C.1, Resulullah'ın bıraktıkları babı.

[6]- Bu olayı diğer bir çok Sünnî kaynağı da nakletmiştir; örneğin şu kaynaklara bakılabilir: Kenz-ül Ummâl, C.3, S.139, Er-Riyâz-ün Nazire, C.1. S.218, Tarih-ül Hamis, C.2, S.169, Ensâb-ül Eşrâf, C.1, S.586, Tarih-i Yakubî, C.2, S.126, Müruc-üz Zeheb, C.2, S.100, Şerh-i Nehc-ül Belâğa İbn-i Eb-il Hadid), C.1, S.134.

 

[7] - Müsned-i Ahmed b. Hanbel, c.1, s.55; Tarih-i Taberi, c.2, s.566 ve Avrupa basımı, c.1, s.1822; İbn-i Esir, c.2, s.124; İbn-i Kesir, c.5, s.246; Safvet-us Sefve, c.1, s.97; Şerh-u Nehc-il Belağe-i İbn-i Ebi-l Hadid, c.1, s.123; Tarih-i Suyuti, "Biat-ı Ebubekr" bölümü, s.45; İbn-i Hişam, c.4, s.338; Teysir-ul Vusul, c.2, s.41.

[8] - Bunun dışında bunların hepsinin Ebubekr'e biat etmekten sakınarak Hz. Fâtıma'nın (s.a) evinde toplandıklarını gösteren diğer kaynaklar da vardır. Bu kaynaklar arasında bunlardan bazılarının isimleri geçmiş ve bu kişilerin "Ali"ye biat etmeye geldikleri eklenmiştir. Bkz. er-Riyaz-un Nedare, c.1, s.167; Tarih-u Hamis, c.1, s.188; İbn-i Abdurabbih, c.3, s.64; Tarih-u Ebu-l Feda, c.1, s.156; İbn-i Şuhne el-Kamil'in haşiyesinde, s.112; Cuheri İbn-i Ebi-l Hadid'in rivayetine göre, s.2, s.130-134; el-Halebiyye, c.3, s.394 ve 397.

[9] - Ensab-ul Eşraf -Belazuri-, c.1, s.587.

[10] - Tarih-i Yakubi, c.2, s.619 ve Avrupa basımı, c.1, s.2140 Ebubekr'in ölümünden bahsederken; Muruc-uz Zeheb-i Mesudî, c.1, s.414; İbn-i Abdurabbih, c.3, s.69, Ömer'in Ebubek'den sonra hilafete geçirilmek istenmesinden bahsederken; Kenz-ul Ummal, c.3, s.135; Muntehab-u Kenz, c.2, s.171; el-İmamet-u ves Siyase, c.1, s.18; Kamil-u Muberrid İbn-i Ebi-l Hadid'in Şerh-u Nehc-il Belağa'sının nakine göre, c.1, s.130-131; Sakife-i Cevheri, Nehc-ul Belağa'nın rivayetine göre, c.9, s.130; Lisan-ul Mizan, c.4, s.189; Tarih-i İbn-i Asakir Ebubekr'in hayatı bölümünde; Mirat-uz Zaman-i Sıbt- ibn-i Cevzî; Tarih-i Zehebî, c.1, s.388; Emali-i Ebu Ubeyde, s.131, bu kitapta Ebubekr'in sözleri şöyle geçer: Yapmamam gerektiği halde yaptığım üç şey falan ve filan şeydir." Falan ve filan işin ne olduğunu söylememiştir!

[11]- Tarih-i Taberi, c.2, s.443 ve 444; Sakife-i Ebubekir-i Cevheri İbn-i Ebi-l Hadid'in Şerh-u Nehc-il Belağe'sinin nakline göre, c.1, s.130-134 ve c.2, s.819..

[12]- er-Riyaz-un Nedare, c.1, s.218; Sakife-i Ebubekr-i Cevheri, İbn-i Ebu-l Hadid'in Şerh-u Nehc-il Belağe'sinden naklen, c.1, s.132 ve c.6, s.293; Tarih-u Hamis, с.2, s.169.

[13]- Tarih-i Yakubi, c.2, s.126.

[14]- Şerh-u Nehc-il Belağe-i İbn-i Ebi-l Hadid, c.1, s.134; İbn-i Şühne Haşiye-i el-Kamil'de, c.11, s.113.

[15]- İbn-i Abdurabbih, c.3, s.64; el-Feda, c.1, s.156.

[16]- Ensab-ul Eşraf,-i Belazuri, c.1, s.586; Kenz-ul Ummal, c.3, s.140; er-Riyaz-un Nedare, c.1, s.167; Sakife-i Cevheri, Şerh-u Nehc-il Belağe-i İbn-i Ebi-l Hadid'den naklen, c.1, s.132,  134 ve c.6, s.2; Tarih-u Hamis, c.1, s.178; Tarih-i İbn-i Şuhne, s.113, Haşiye-i Kamil-i Muberrid, c.11, s.113.

[17]- Muruc-uz Zeheb, c.2, s. 100; Şerh-u Nehc-il Belağe-i İbn-i Ebi-l Hadid, c.20, s.481, İmam Ali'nin "mâ zale-z Züneyr minna hatta neşee ibnuhu" sözünün şerhinde.

[18]- Divan-ı Hafız İbrahim, Mısır basımı.

[19]- Tarih-i Yakubi, c.2, s.126.

[20]- Tarih-i Taberi, c.2, s.443 ve 446 ve Avrupa basımı, c.1, s.1818, 1820 ve 1822; Abkeriyye-i Akkad, s.173. Aşağıdaki kaynaklarda Zübeyr'in kılıcının kırıldığı geçer: er-Riyaz-un Nedare, s.168; Tarih-i Hamis, c.1, s.188; Şerh-u Nehc-il Belağe-i İbn-i Ebi-l Hadid, c.2, s.58, 122, 132, 134 ve c.6, s.2; Kenz-ul Ummal, c.3, s.128.

[21]- Sakife-i Cevheri, İbn-i Ebi-l Hadid'in Şerh-u Nehc-il Belağe'sından naklen, c.2, s.2-5.

[22]- Sakife-i Cevheri, İbn-i Ebi-l Hadid'in Şerh-u Nehc-il Belağe'sından naklen, c.1, s.134 ve c.2, s.2-5.

[23]- Sakife-i Cevheri, İbn-i Ebi-l Hadid'in Şerh-u Nehc-il Belağe'sından naklen, c.1, s.134.

[24]- Tarih-i Yakubî, c.2, s.126.

[25]- Muruc-uz Zeheb-i Mesudî, c.1, s.12-14, biraz farkla.

[26]- Tarih-i Yakubî, c.2, s.126; Şerh-u Nehc-il Belağe-i İbn-i Ebi-l Hadid, c.2, s.4.

[27]- Sakife-i Cevheri, İbn-i Ebi-l Hadid'in Şerh-u Nehc-il Belağe'sından naklen, c.6, s.25-28; İbn-i Kuteybe, c.1, s.12.

[28]- Şerh-u Nehc-il Belağe-i İbn-i Ebi-l Hadid, c.2, s.67; Sıffin-i Nas-i Muzahim, s.182.

[29]- Tesyir-ul Vusul, c.2, s.46'da şöyle geçer: Vallahi ne o ve ne de Haşimoğulları'ndan hiç kimse ...

[30]- Bu hadisi özet olarak şu kaynaklardan naklettik: Tarih-i Taberi, c.2, s.448 ve Avrupa basımı, c.1, s.1825; Sahih-i Buharî, Kitab-u Meğazi, Gazve-i Hayber, c.3, s.38; Sahih-i Müslim, c.1, s.72 ve c.5, s.153, Resulullah'ın "nehnu la nures, Müsned-i Ahmed b. Hanbel, terekna sadakatun" buyruğu babı, Tarih-i İbn-i Kesir, c.5, s.285-286; İbn-i Abdurabbih, c.3, s.64; Tarih-i İbn-i Esir, c.2, s.126 -özet olarak kaydetmiştir-; Kitayet-ut Talib-i Genci,  s.225-226; Şerh-u Nehc-il Belağe-i İbn-i Ebi-l Hadid, c.1, s.122; Muruc-uz Zeheb, c.2, s.414; et-Tenbih-u vel İşraf, s.250, bu kitapta şöyle geçer: "Fâtıma hayatta olduğu müddetçe Ali biat etmedi"; Sevaik, c.1, s.12; Tarih-u Hamis, c.1, s.193; el-İmamet-u ves Siyase, c.1, s.14, bu kitapta şöyle geçer: "Ali Fâtıma'nın vefatından sonra biat etti. Fâtıma babasından sonra 75 gün yaşadı";  İstiab, c.2, s.244; Ebu-l Feda, c.2, s.222, Ebubekir'in hayatı bölümünde, o şöyle yazar: "O altı ay sonra biat etti ve bu daha doğrudur"; Tarih-i Yakubî, c.2, s.105, o şöyle yazar: "Ali altı ay sonra biat etti"; el-Gadir-i Emini, c.3, s.102; İbn-i Hazm'ın el-Fisel adlı kitabından naklen, s.96-97, bu kitapta da Ali'nin altı ay sonra biat ettiği geçer.

[31]- Şerh-i İbn-i Eb-il Hadid, C.4, S. 193.      

[32]- Menâkıb-ı Âl-i Ebi Tâlip, C.3, S. 358, Kifâyet-üt Tâlip, S.413.

[33]- El-Milel-u Ven-Nihel, C.1, S.57.

[34]- El-Fark-u Beynel Firak, S.147-148.

 

 

 

 

 

Go to top of page  Ana Sayfa | Kitap Listesi | Kıble Dergisi | Makaleler | Kadin ve Aile | Cocuklar Îçin | Soru Ve Cevap | Yazarlarımız | Îletişim için |

  Kur`an | Hadisler | Dualar | Şiirler | Ses ve Video | Programlar | Linkler  |  

Copyright© 2000 Kevser Yayinlari Internet Hizmetleri. Tüm Haklari Saklidir Ayrintili bilgi almak için veya bize her konuda yazmak için, paragonxx@yahoo.de 'e mesaj yollayiniz. WWW.KEVSERNET.COM