Elbette
Emir-ül Mu'minin Ali (a.s)'ın bu isimleri koymalarındaki
hedefi şu da olabilir ki bizim mücadelemiz isim kavgası
değil, Allah'a ve Resulü'ne ne kadar teslimiyet ve itaat
gösterip göstermemektir. Kısacası İmamlarımız gerçek İlahî
ve Nebevî çizgiden ayrılan kimselerle şiddetle mücadele
edip onlara karşı tavır alma ve onlardan teberri etmekle
birlikte, bu mücadelenin şahıs eksenli olmadığı,
duygusallığa, kavmiyetçiliğe dayanmadığını ispatlamak için
de bazı çocuklarına bu isimleri vermiş olabilirler.
Diğer
hususlara gelince, Resulullah'ın bir put adını bir oğluna
koyduğu rivayetinin doğru olduğunu zannetmiyoruz. Zira
evvela Resulullah'ın çocuklarının isimleri kaynaklarda
yazılıdır ve bunların arasında böyle bir ismi biz
görmedik. Saniyen rivayetlerde de vurgulandığı gibi Allah
Resulü başka bir şeyin ubudiyetini andıran isimleri
gördüğünde, onları "Abdullah", "Abdurrahman" gibi Allah-u
Teala'nın kulluğunu andıran isimlerle değiştirirdi.
İsimlerin
manasına gelince, aziz kardeşim bunların iyi veya kötü
algılanışı şahıslara veya ortamlara göre değişebilir. Eski
Araplar savaşçıl bir millet oldukları ve hep birbirleriyle
veya başkalarıyla rekabet içerisinde olduklarından dolayı,
bu duyguları verdikleri isimlere bile yansıyordu. Örneğin
"Aslan", "Savaş", "Kılıç", "Kartal", "Şahin" vb. isimler
hep bunun için koyulur ve hepsinde, çocuklarına savaşçı
bir ruh aşılama ve düşmanlarına göz dağı verme gibi
amaçlar güdülüyordu. "Yılan" ismini de muhtemelen bu
hedefle koyuyorlardı ve "düşmanını yılan gibi sokacak ve
zehirleyip öldürecek" gibi bir umut ve arzuyu
dillendiriyorlardı. Ayrıca bu isim bir kuş yavrusu için de
kullanılır.
Burada şunu
da eklemekte fayda vardır ki bazılarının (özellikle
Vahhabilerin) bu olaya temessük ve tenezzül etmeleri,
(Arapların tabiriyle) suda boğulan kimsenin çürük bir ota
dahi sarılmasına benziyor. Zira Emir-ül Mu'min Ali
(a.s)'ın, Hz. Fâtıma'nın ve diğer Ehlibeyt İmamları'nın
halifeler ve onların hilafetleri hakkındaki tartışma
götürmez açıklama ve eleştirileri ortadayken, onların
hilafet ve halifelerden güya rıza ve hoşnutluğunu bunun
gibi önemsiz ve değişik sebeplere dayanabilecek bir olayı
gerekçe göstererek ispata çalışmak, en basit tabiriyle
basiretsizliktir. Biz, sözümüz sadece iddia sanılmasın
diye merak eden kimselere, önceden benzer iki soruya
verdiğimiz cevapta naklettiğimiz bazı örnekleri vermekle
yetiniyoruz:
Soru:
Eğer İkinci Halife Ömer, Hz.
Fâtıma annemize sıkıntı verip üzmüşse Hz. Ali (k.v) neden
ona mudahele etmedi. Hâşâ Hz. Ali (k.v) korktu mu? Veya
nedir sebebi?
Cevap:
Sorunuz iki şıktan oluşmaktadır: Birincisi sıkıntı verilip
verilmemesi; ikincisi ise Hz. Ali'nin neden suskun ve
tepkisiz kalışı. Burada bahse değer çok mes'ele vardır.
Ancak "Akıllıya işaret yeterlidir" kuralınca ben, bir iki
belgeyi aktararak ikinci şıkkın cevabına geçeceğim:
Sahih-i
Buhari'de üç yerde ve diğer birçok muteber bilinen
kaynakta cüzî farklarla Ümm-ül Mu'minin Âişe'den şöyle
nakletmektedir: "Resulullah'ın (s.a.a) kızı Fâtıma,
Resulullah'ın vefatından sonra Ebu Bekir'e gelerek
Medine'de kendisine verilenleri, Fedek'i ve Hayber
humsundan geri kalanı istedi; Ebu Bekir de bundan
çekinerek Resullah'ın şöyle buyurduğunu iddia etti: "Biz
miras bırakmayız; bizim bıraktığımız sadakadır." Bunun
üzerine Hz. Fâtıma öfkelenerek Ebu Bekir'e küstü ve
ölünceye dek bir daha onunla konuşmadı."
Sahih-i
Tirmizî'de ise şöyle nakletmektedir: "Fâtıma Ebu Bekir ve
Ömer'in yanına gelerek Resulullah'tan kalan mirasını
istedi; Onlar da 'Biz Resulullah'ın "Ben miras bırakmam"
hadisini duyduk' dediler; bunun üzerine Fâtıma "Vallahi
asla sizinle konuşmam artık" dedi ve ölünceye dek bir daha
onlarla konuşmadı. Fâtıma Resulullah'tan sonra altı ay
yaşadı ve vefat ettiğinde ise eşi Ali onu geceleyin
defnetti namazını da kendisi kıldırdı ve Ebu Bekir'e izin
vermedi."
Ehl-i
Sünnet âlimlerinden İbn-i Kuteybe "El-İmâmet-u Ves-Siyâse"
kitabının "Ali'nin Biatının Keyfiyeti" bölümünde şu
bilgilere yer vermiştir: "Ebu Bekir bir ara biatten
kaçınıp Ali'nin evine toplananları aradı ve Ömer'i onların
peşine gönderdi. Ömer Ali'nin kapısına gelerek onlara
seslendi; dışarıya çıkmaktan çekinince odun getirmelerini
istedi ve onlara şöyle bağırdı: 'Ömer'in canını elinde
tutana (Allah'a) andolsun ki dışarıya çıkarsınız ya da evi
içindekilerle birlikte yakacağım.' 'Ey Ebâ bu evin
içerisinde Fâtıma vardır' dediklerinde 'Farketmez' diye
cevap verdi..."
Yine aynı
bölümün bir diğer yerinde şöyle nakletmektedir: "Ömer Ebu
Bekir'e Şöyle dedi: 'Hadi kalk Fatıma'ya gidelim; biz onu
gazaplandırdık.' Birlikte Fatıma'ya gelip görüşmek için
izin istediler; fakat Hz. Fâtıma izin vermedi; bu sefer
Hz. Ali'ye geldiler; o da onları Fâtıma'nın yanına
götürdü; yanında oturduklarında Hz. Fâtıma yüzünü duvara
doğru çevirdi; selam verdiler; cevaplarını vermedi...Sonra
Hz. Fâtıma onlara hitap ederek şöyle konuştu: 'Size
Resulullah'tan bir hadis nakledersem tasdik eder misiniz?'
Evet dediler; şöyle devem etti: 'Sizi Allah'a ant
verdiriyorum, Peygamber'den benim hakkımda 'Fâtıma'nın
rızası benim rızamdır; Fâtıma'nın gazabı benim gazabımdır;
kim benim kızımı severse beni sevmiştir; kim Fâtıma'yı
hoşnut ederse beni hoşnut etmiştir; kim onu
gazaplandırırsa beni gazaplandırmış olur' buyurduğunu
duydunuz mu? Onlar da evet duyduk cevabını verince Hz.
Fâtıma şöyle dedi: 'Allah ve melekleri şâhid olsunlar ki
siz ikiniz beni gazaplandırdınız ve hoşnut etmediniz.
Peygamber'in yanına vardığımda mutlaka sizi şikayet
edeceğim.' Bunun üzerine Ebu Bekir ağlayarak 'Allah'ın ve
senin gazabından Allah'a sığınırım' deyince, Hz. Fâtıma şu
cevabı verdi: 'Allah'a andolsun ki kıldığım her namazın
ardından sana beddua edeceğim..."
Aziz
kardeşim bunlar olup bitenlerden çok kısa pasajlardı; söz
fazla uzamasın diye şimdilik bununla yetiniyorum. Zaten
başta da söylediğim gibi "Akıllıya işaret de kâfidir"
Hz. Ali'nin,
bu olup bitenler hakkındaki tavrının nedenlerine gelince,
bir önceki sorudaki izahatımız bu sorunun cevabına da ışık
tutar niteliktedir; ancak burada cevabın tekmili için,
bizzat Hz. Ali'nin kendisinden Nehc-ül Belâğa ve bazı
diğer kaynaklarda nakledilen cevapları sizlere nakletmek
istiyoruz:
Hz Ali (a.s)
Nehc-ül Belağa'nın "Şıkşıkıye Hutbesi" diye meşhur olan
3. hutbesinde Resulullah'tan sonraki olaylara değinmiş ve
takındığı tavır hakkında şöyle buyurmuştur:
"Andolsun
Allah'a ki Ebu Kuhafe‘nin oğlu, o (hilafeti) bir gömlek
gibi giyindi; oysa daha iyi bilirdi o, ben hilâfete
nispetle değirmen taşının mili gibiydim; hilâfet benim
çevremde dönerdi; sel benden akardı; hiçbir kuş, benim
(zirveme) çıkamazdı. Hilâfetle arama bir perde çektim; onu
koltuğumdan silkip attım. Düşündüm; kesilmiş elimle hamle
mi edeyim; yoksa bu kapkaranlık körlüğe sabır mı edeyim?
Hem de öylesine bir körlük ki ihtiyarları tamamıyla
yıpratır; çocuğu kocaltır; inanan da Rabbine ulaşıncaya
dek bu zulmette zahmet çeker.
Gördüm ki
sabretmek daha doğru; sabrettim; ettim ama gözümde diken,
boğazımda kemik vardı; mirâsımın yağmalandığını
görüyordum..." (Resulullah sonrası olaylara ışık tutan bu
hutbenin tamamını Nehc-ül Belağa'da okumanızı tavsiye
ediyorum.
Nehc-ül
Belâğa'nın 26. hutbesinin bir bölümünde ise şöyle
buyuruyor:
"Gördüm ki
Ehl-i Beytim'den başka yardımcım yok, onları ölüme
sürmedim; çerçöpe karşı gözümü yumdum; boğazıma oturan
şerbeti yuttum; öfkemi yendim; zakkumdan da acı olan o
mihnete dayandım."
Ehl-i
Sünnet'in Mutezilî âlimlerinden İbn-i Ebi-l Hadid, Nehc-ül
Belağa'nın 119. hutbesinin şerhinde Abdullah İbn-i
Cünâde'den şöyle naklediyor:
"Hz. Ali'nin
hilafetinin ilk günlerinde ben Hicaz'da bulunuyordum ve
İrak'a gitmeğe niyetliydim. Mekke'de umre yaptıktan sonra
Medine'ye geldim. Mescid-ün Nebi'ye girdiğimde insanlar
namaz için toplanmışlardı. O sırada Hz. Ali kılıcını
kuşanmış vaziyette çıka geldi ve toplanmış camaata hutbe
okudu. O hutbesinde Allah'a hamd u senâ ve Resulullah'a
salât u selamdan sonra şöyle buyurdu: "Resulullah'ın
vefatından sonra biz Ehl-i Beyt, ümmetin bizim hakkımıza
tamah edeceğine inanmazdık; ama beklemediğimiz oldu;
hakkımızı gasbedip bizi pazar ehlinin yerine koydular;
bizden nice gözler ağladı; nice sıkıntılar meydana geldi.
Allah'a andolsun ki eğer Müslümanların bölünüp parçalanma
korkusu, küfrün geri dönme ve dinin yok olma korkusu
olmasaydı, biz onlara karşı başka türlü davranırdık!..."
Yine İbn-i
Ebi-l Hadid Kelbî'den şöyle nakletmektedir: Hz. Ali, Talha
ve Zübeyr'e karşı koymak için Basra'ya hareket etmeden
önce bir hutbe okuyarak şöyle buyurdu: "Kureyş Allah
Resulü'nden sonra bizim hakkımızı elimizden alıp kendine
tahsis etti. Ben bütün bu sıkıntılara rağmen sabretmeği
Müslümanların bölünüp parçalanmalarından ve kanlarının
dökülmesinden daha evla gördüm; zira insanlar İslâm'la
daha yeni tanışmışlardı. Din en ufak bir hareketle bozulan
ve en yeteneksiz birisinin hareketiyle bile ters yüz olan
bir tuluma benzer..."
Yine altı
kişilik meşhur şurada, Osman'ın halife seçilmesinin
ardından şöyle buyurmuştur:
"Mutlaka siz de bilirsiniz ki ben, insanlar içerisinde ona
(hilafete) benden başkasından daha layık birisiyim; ama
andolsun Allah'a ki ben, sadece bana haksızlık edilir,
ama Müslümanların işleri yolunda olursa, teslîm olurum
(muhalefet etmem) ve bunu yaparken de ecrini dileyerek,
üstünlüğünü isteyerek yaparım; sizin, dünyânın
süsünü-püsünü, özentisini-bezentisini istemenizdense
çekinirim."
(Nehc-ül Belâğa,
73. Hutbe)
Malik-i
Eşter'i Mısır'a vâli tayin ettiğinde Mısırlılara yazdığı
mektubunda yine şöyle buyuruyor konu hakkında:
"(Hamd
ü senâ ve salât ü selâmdan sonra) gerçekten de noksan
sıfatlardan münezzeh olan Allah, Muhammed'i âlemlere
korkutucu, peygamberlere tanık olarak gönderdi; Allah'ın
salâtı ona ve soyuna olsun. O göçünce Müslümanlar hilâfet
husûsunda ayrılığa düştüler. Birbirleriyle çekiştiler.
Andolsun Allah'a ki Arabın, bu işi, Peygamber'den sonra
Ehl-i Beyt'inden alacağını, benim halifeliğime engel
olacağını hatırıma bile getirmedim. Fakat bir de baktım,
gördüm ki halk, filân kişiye biat etmekte; elimi çektim;
sonunda insanların dinden döndüklerini, Allah'ın salâtı
ona ve soyuna olsun, Muhammed'in dînini iptâle
kalkıştıklarını, halkı buna çağırdıklarını görünceye dek
dayandım. Fakat bu işe giriştikleri zaman, İslâm'a yardım
etmezsem onda bir gedik açılacağından, onun yıkılacağından
korktum; çünkü bu musibet bana, az bir gün sürecek, sonra
serap gibi yitip gidecek, yahut bulut gibi dağılıp yitecek
olan hilâfetten, size emir olmaktan mahrum kalmaktan da
daha büyük olacaktı."
(Nehc-ül Belâğa,
62. Mektup)
Görüldüğü gibi Emir-ül Mu'minin (a.s) bu sözlerinde
Resulullah'tan sonraki olaylarda takındığı tavırların
nedenlerini bizlere kısa ve öz olarak beyan etmektedir ki
basiret sahiplerinin hiçbir açıklama ve yoruma gerek
kalmadan, gereken cevabı alabileceğini düşünüyoruz.
Soru:
Hz. Ömer'in Hz. Fâtıma'nın evini yakmaya gelişi,
karnındaki bebeğini (Peygamber torununu) düşürtmesi, Sünni
kaynaklarda var mıdır? Eğer gerçekten bunlar doğru ise,
kendi kendime soruyorum: "Bunu nasıl bir mantık ve nasıl
bir iman yaptırabilir?!"
Cevap:
Aziz kardeşim, gerçi bu konu detaylı ve Şia kaynaklarında
yer aldığı şekliyle Sünni kaynaklarda nakledilmemiştir.
Ancak bu olayın gerçekleştiğine dair bazı ipuçlarını Sünni
kaynaklarda da görmek mümkündür. Aslında olayın Şia
kaynaklarında yer aldığı şekliyle vuku bulduğu
ispatlanmasa ve sadece Sünni kaynaklarda nakledilenler
dikkate alınsa dahi, yapılanların ne kadar büyük ve dehşet
verici olduğunu göstermeğe yeter, artar bile.
Şimdi biz bu
konuyla ilgili Sünni kaynaklarda nakledilenlerden bazı
örnekler vererek kararı sizin hür vicdanınıza bırakıyoruz:
Sahih-i
Buhari'de üç yerde ve diğer birçok muteber bilinen
kaynakta cüzî farklarla Ümm-ül Mu'minin Âişe'den şöyle
nakletmektedir: "Resulullah'ın (s.a.a) kızı Fâtıma,
Resulullah'ın vefatından sonra Ebu Bekir'e gelerek
Medine'de kendisine verilenleri, Fedek'i ve Hayber
humsundan geri kalanı istedi; Ebu Bekir de bundan
çekinerek Resullah'ın şöyle buyurduğunu iddia etti: "Biz
miras bırakmayız; bizim bıraktığımız sadakadır." Bunun
üzerine Hz. Fâtıma öfkelenerek Ebu Bekir'e küstü ve
ölünceye dek bir daha onunla konuşmadı."
Sahih-i
Tirmizî'de ise şöyle nakletmektedir: "Fâtıma Ebu Bekir ve
Ömer'in yanına gelerek Resulullah'tan kalan mirasını
istedi; Onlar da 'Biz Resulullah'ın "Ben miras bırakmam"
hadisini duyduk' dediler; bunun üzerine Fâtıma "Vallahi
asla sizinle konuşmam artık" dedi ve ölünceye dek bir daha
onlarla konuşmadı. Fâtıma Resulullah'tan sonra altı ay
yaşadı ve vefat ettiğinde ise eşi Ali onu geceleyin
defnetti namazını da kendisi kıldırdı ve Ebu Bekir'e izin
vermedi."
Ehl-i
Sünnet âlimlerinden İbn-i Kuteybe "El-İmâmet-u Ves-Siyâse"
kitabının "Ali'nin Biatının Keyfiyeti" bölümünde şu
bilgilere yer vermiştir: "Ebu Bekir bir ara biatten
kaçınıp Ali'nin evine toplananları aradı ve Ömer'i onların
peşine gönderdi. Ömer Ali'nin kapısına gelerek onlara
seslendi; dışarıya çıkmaktan çekinince odun getirmelerini
istedi ve onlara şöyle bağırdı: 'Ömer'in canını elinde
tutana (Allah'a) andolsun ki dışarıya çıkarsınız ya da evi
içindekilerle birlikte yakacağım.' 'Ey Ebâ Hafs (Ömer) bu
evin içerisinde Fâtıma vardır' dediklerinde 'Farketmez'
diye cevap verdi..."
Yine aynı
bölümün bir diğer yerinde şöyle nakletmektedir: "Ömer Ebu
Bekir'e Şöyle dedi: 'Hadi kalk Fâtıma'ya gidelim; biz onu
gazaplandırdık.' Birlikte Fâtıma'ya gelip görüşmek için
izin istediler; fakat Hz. Fâtıma izin vermedi; bu sefer
Hz. Ali'ye geldiler; o da onları Fâtıma'nın yanına
götürdü; yanında oturduklarında Hz. Fâtıma yüzünü duvara
doğru çevirdi; selam verdiler; cevaplarını vermedi...Sonra
Hz. Fâtıma onlara hitap ederek şöyle konuştu: 'Size
Resulullah'tan bir hadis nakledersem tasdik eder misiniz?'
Evet dediler; şöyle devem etti: 'Sizi Allah'a ant
verdiriyorum, Peygamber'den benim hakkımda 'Fâtıma'nın
rızası benim rızamdır; Fâtıma'nın gazabı benim gazabımdır;
kim benim kızımı severse beni sevmiştir; kim Fâtıma'yı
hoşnut ederse beni hoşnut etmiştir; kim onu
gazaplandırırsa beni gazaplandırmış olur' buyurduğunu
duydunuz mu? Onlar da evet duyduk cevabını verince Hz.
Fâtıma şöyle dedi: 'Allah ve melekleri şâhid olsunlar ki
siz ikiniz beni gazaplandırdınız ve hoşnut etmediniz.
Peygamber'in yanına vardığımda mutlaka sizi şikayet
edeceğim.' Bunun üzerine Ebu Bekir ağlayarak 'Allah'ın ve
senin gazabından Allah'a sığınırım' deyince, Hz. Fâtıma şu
cevabı verdi: 'Allah'a andolsun ki kıldığım her namazın
ardından sana beddua edeceğim..."
Ömer b.
Hattab der ki:
"Allah Teâlâ
Resulünü kendine davet ettikten sonra (Resulullah'ın
vefatından sonra) Ali, Zübeyr ve beraberindekilerin bizden
ayrıldıklarını, bize muhalif olarak Fâtıma'nın (s.a)
evinde toplandıklarını bildirdiler."
Tarihçiler,
Ebubekr'e biatten sakınarak Ali ve Zübeyr'le birlikte Hz.
Fâtıma'nın (s.a) evinde toplananları şöyle kaydederler:
"Abbas b.
Abdulmuttalib, Utbe b. Ebuleheb, Selman-i Farsi, Ebuzer-i
Gıffari, Ammar b. Yasir, Miktad b. Esved, Berra b.Azib,
Ubey b. Ka'b, (S.a.a)'d b. Ebi Vakkas, Talha b. Abdullah,
Haşimoğulları, Ensar'la Muhacirlerden bir grubu.
Ali ve
beraberindekilerin Ebubekr'e biat etmekten sakınarak Hz.
Fâtıma'nın evinde toplanmaları konusu tarih kitaplarında,
Sahihlerde ve Müsnetlerde, kelam, rical ve diğer
kitaplarda tevatür haddinde nakledilmiş ve bunun
doğruluğunda hiç bir şüpheye yer verilmemiştir. Fakat bu
kitapların yazarları, istemeyerek kalemlerinin işlediği
miktar dışında, Hz. Fâtıma'nın (s.a) evine sığınanlarla
hakim gücün aralarında vuku bulan bütün olayları beyan
etmekten hoşlanmadıkları için açıklamamışlardır. Bu önemli
tarihî olay hakkında Belazurî'nin kısa olarak kaydetmiş
olduğu sözleri şöyledir:
"Ali Ebubekr'e biat etmekten sakınınca
Ebubekir zorla da olsa onu kendi yanına getirmesi için
Ömer'i görevlendirdi! Ömer de Ebubekr'in emrini yerine
getirmek istediğinde Ali'yle aralarında bir tartışma
geçti. Bunun üzerine Ali Ömer'e şöyle dedi:
"Sütü iyi
sağ; çünkü onun yarısı da senin olacak! Vallahi bugün onun
hilafeti için harcadığın çabalar, yarın seni diğerlerinden
öne geçirip hilafeti sana teslim etmesi içindir."
Ebubekir
ölüm yatağında diyordu ki:
"Dünyada üç şey dışında hiç bir şeye
üzülmedim; keşke bu üçünü yapmasaydım: ... Keşke bana
karşı savaş için kapanmış da olsaydı Fâtıma'nın evinin
kapısını açmasaydım..."
Yakubi
Ebubekr'in bu alandaki sözünü Tarih'inde şöyle
kaydeder:
"Keşke ben
Resulullah'ın kızı Fâtıma'nın kapısını -gerçi bana karşı
savaşa hazırlanmak kapanmış- açıp adamları içeri
salmasaydım."
Hz. Fâtıma'nın (s.a) Evine Saldırı
Meşhur
tarihçiler Ebubekr'in emriyle Hz. Fâtıma'nın (s.a) evine
saldıranların şunlar olduğunu kaydederler:
Ömer b.
Hattab, Halid b. Velid, Abdurrahman b. Avf, Sabit b.
Kays-i Şemmas, Ziyad b. Lübeyd, Muhammed b. Müslime, Zeyd
b. Sabit, Seleme b. Selamet b. Vakş, Seleme b. Eslem,
Useyd b. Huzeyr.
Tarih ve
siyer sahipleri bu şahısların Hz. Fâtıma-i Zehra'nın (s.a)
evine saldırıp nasıl içeri girdiklerini ve oraya
sığınanlara nasıl davrandıklarını şöyle kaydederler:
Başta Ali b.
Ebutalib ve Zübeyr olmak üzere Ebubekr'e biat etmekten
sakınan Muhacirlerden bir grubu silahlı oldukları halde
öfkeyle Fâtıma'nın (s.a) evine girdiler.
Ensar ve
Muhacirlerden bir grubunun Resulullah'ın (s.a.a) kızı
Fâtıma'nın evine sığınıp Ali b. Ebutalib'in etrafında
toplandıklarını Ebubekir ve Ömer'e haber verdiler.
Onlara,
Fâtıma'nın evinde toplananların hilafet konusunda Ali b.
Ebitalib'e biat etmek istediklerini söylediler.
Bunun
üzerine Ebubekir Ömer b. Hattab'a Fâtıma'nın evine giderek
onları oradan dışarı çıkararak topluluklarını dağıtmasını
ve direnecek olurlarsa, onlarla savaşmasını emretti.
Ebubekr'in
bu emri üzerine Ömer eline bir meşale alarak Fâtıma'nın
evine doğru yola koyuldu; Fâtıma'nın evini içindekilerle
birlikte yakmak istiyordu. Hz. Fâtıma (s.a) Ömer'in
karşısına çıkarak ona hitaben:
"Ey
Hattab'ın oğlu! Bizim evimizi mi yakmaya geldin?!" dedi.
Ömer, "Evet!" dedi, " ya da ümmetin kabul ettiğini kabul
edersiniz (Ebubekire biat edersiniz)."
Belazuri bunu şöyle nakleder:
"Ey
Hattab'ın oğlu! Beni evimin içinde yakmaya mı geldin?!"
dedi. Ömer, "Evet!..." dedi.
Bu olaydan yıllar sonra Abdullah b. Zübeyr
kendi hükumetine teslim olmaları için Mekke'de
Haşimoğulları'na baskı uyguladı. Haşimoğulları bunu kabul
etmeyince onları bir dağın arasında toplayıp odun
getirerek hepsini ateşte yakmalarını emretti!
Abdullah b. Zübeyr'in kardeşi Urve b.
Zübeyr kardeşinin bu hareketine geçerlilik kazandırmak
için Ebubekir'e biat olayında Ömer'in Hz. Fâtıma'nın evini
yakmak için görevlendirilmesini delil göstererek şöyle
dedi.:
"Kardeşimin
bu hareketi sadece bir tehditti; nitekim geçmişte de biat
etmeyen Haşimoğulları'nı odun toplayarak yakmayla tehdit
ettiler!"
Urve'nin
"geçmiş"ten maksadı Haşimoğulları'nın Ebubekir'e biat
etmekten sakındıkları için Fâtıma'nın evinin etrafında
odun toplayarak evi içindekilerle birlikte yakmaya
kalkışmaları olayıdır.
Mısırlı şair
Hafız İbrahim bu olayı şiirinde şöyle kaydeder:
Ali'ye bir
şey söyledi Ömer
Bunu
söyleyen de duyan da saygıya layıktır(!!):
Eğer biat
etmezsen, Mustafa'nın kızı içinde olduğu halde
Yakarım
evini, o evden kimse sağ kurtulamaz.
Adnan
savaşçılarının önderi karşısında bu sözü
Hafsa'nın
babasından (Ömer'den) başkası söyleyemezdi!!
Yakubî kendi
Tarih'inde şöyle kaydeder:
"Onlar bir
grupla Ali'nin evine saldırdılar... bu arada Ali'nin
kılıcı kırılınca, saldıranlar Ali'nin evine girme cüreti
buldular!"
Taberi de
Tarih'inde şöyle yazar:
"Ömer, Talha
ve Zübeyr'le muhacirlerden bir grubunun sığınmış olduğu
Ali'nin evine saldırdı. Zübeyr kılıcını çekerek ona karşı
koymak istedi. Fakat tam o sırada ayağı kayarak kılıç
elinden yere düştü. Bunun üzerine eve saldıranlar
toplanarak onu tutukladılar..."
Ebubekir-i
Cevheri ise şöyle nakleder: Ali, "Ben Allah'ın kulu ve
Resulullah'ın (s.a.a) kardeşiyim dedi! Nihayet onu
Ebubekir'in yanına götürerek Ebubekir'e biat etmesini
istediler. Bunun üzerine Ali şöyle dedi:
"Ben hükümet ve hilafete sizlerden daha
layığım. Ben size biat etmem; aksine sizin bana biat
etmeniz gerekiyor. Siz hilafeti Resulullah'ın akrabaları
ve yakınları olmanız bahanesiyle Ensar'dan aldınız; onlar
da sizin bu deliliniz gereğince onu size bıraktılar. Ben
de sizin Ensar'a getirmiş olduğunuz delili getiriyorum. O
halde eğer nefsani heveslerinize uymuyorsanız ve eğer
Allah'tan korkuyorsanız bizim hakkımızda insafla hakemlik
edin; Ensar'ın size hak verdiği gibi beni resmen tanıyın;
aksi durumda bile bile bize karşı yaptığınız bu zulmün
vebalı sizin üzerinizedir."
Ömer, "Biat etmeden kurtulamazsın" dedi.
Ali ise, "Ey Ömer!" dedi, "Sağdığın bu sütün yarısı sana
ulaşacaktır. Ebubekir'in hükumetinin temellerini bugün
sağlamlaştır ki yarın onu sana bıraksın. Vallahi ne seni
dinlerim ve ne de ona uyarım." Ebubekir ise, "Bana biat
etmezsen seni mecbur etmem" dedi. Ebu Ubeyde-i Cerrah da
şöyle devam etti: "Ya Ebe-l Hasan! Sen gençsin; bunlar ise
Kureyş'ten ve senin yaşlı akrabalarındırlar! Sen ne
onların tecrübesine sahipsin ve ne de işleri onlar kadar
bilirsin! Bence böyle önemli bir sorumluluğu üzerine
alması için Ebubekir senden daha güçlü, sabırlı ve
işbilirdir! O halde sen de ona uyarak hükümeti ona bırak.
Ömrün yeter de uzun bir zaman yaşarsan hem fazilet
açısında, hem Resulullah'a yakın olman açısından ve hem de
İslam'da önceliğin, dini sağlamlaştırmak konusunda
çabaların açısından bu makama geçmeğe herkesten daha layık
olursun!"
Ali, "Ey Muhacirler!" dedi, "Allah'tan
çekinin; hükümet ve hilafeti Muhammed'in (s.a.a) evinden
çıkarıp kendi evlerinize, kendi mahalleniz ve kendi
kabilelerinize götürmeyin; onun ailesini halkın arasındaki
makamlarından düşürmeyin ve haklarını ayaklar altında
çiğnemeyin. Ey muhacirler; vallahi aramızda Kur'an okuyan,
din işlerini bilen, Resulullah'ın (s.a.a) sünnetinden
haberdar olan ve yönetim işinden anlayan biri olduğu
müddetçe bu ümmetin işlerini üstlenmeye biz Ehl-i Beyt
sizlerden daha layığız. Vallahi bütün bunlar bizde vardır.
O halde nefsî heveslerinize uymayın; aksi durumda haktan
adım adım uzaklaşırsınız."
İmam Ali'nin
bu sözlerini duyan Buşr b. Sa'd ona şöyle dedi: "Ensar
Ebubekir'e biat etmeden önce senin bu sözlerini duysaydı
senin hükümet ve önderliğini kabul etmede hatta iki kişi
bile birbiriyle ihtilaf etmezlerdi; ama iş işten geçti ve
onlar Ebubekir'e biat ettiler!!" Böyelce Ali orada
Ebubekir'e biat etmeden eve döndü.
Yine Ebubekir-i Cevheri şöyle der:
"Fâtıma, Ali
ve Zübeyr'e nasıl davranıldığını görünce evinin kapısında
durarak Ebubekir'e şöyle dedi: Ey Ebubekir! Ne kadar çabuk
Resulullah'ın (s.a.a) ailesine karşı hile yapmaya
başladın! Vallahi hayatta olduğum müddetçe Ömer'le
konuşmayacağım."
Diğer bir rivayette ise şöyle geçer:
"Fâtıma
hıçkırıklar içinde evden dışarı çıktı, halkı iterek evden
uzaklaştırmaya başladı..."
Yakubî de
kendi Tarih'inde şöyle kaydeder:
"Fâtıma
dışarı çıkarak evini işgal edenlere şöyle hitap etti:
"Evimden dışarı çıkın; aksi durumda vallahi başımı açarak
Allah'a şikayette bulunurum." Fâtıma'nın evine saldıranlar
bu tehdidi duyunca dışarı çıkarak oradan uzaklaştılar."
Mes'udî kendi Tarih'inde şöyle
yazar:
"Sakife'de
Ebubekr'e biat edilmesinin peşinden Salı günü biat edenler
mescidde biatlerini yeniledikten sonra Ali (a.s) evden
çıkarak Ebubekir'e şöyle hitap etti: "Müslümanların
işlerini bozdun, bizimle hiç danışmadın ve hakkımızı
görmezlikten geldin." Ebubekir ise, "Doğru söylüyorsun;
ama ben fitne çıkmasından korktum" dedi."
Yakubî yine
şöyle kaydeder:
"Bir grup
Ali'nin etrafında toplanarak ona biat etmek istediler. Ali
(a.s) onlara, "Yarın sabah başlarınızı tıraş ederek burada
hazır olun" dedi, ama yarın onlardan üç kişi dışında kimse
gelmedi!"
Bu olaydan
sonra Ali (a.s) geceleyin Fâtıma'yı bir bineğe bindirerek
bir bir Ensarın kapısına götürüyor, hakkını geri alması
için onlardan kendisine yardım etmelerini istiyordu.
Fâtıma (s.a) da onlardan Ali'ye (a.s) yardım etmelerini
istiyordu. Fakat Ensar diyordu ki:
"Ey Resulullah'ın kızı! Biz bu adama
(Ebubekir'e) biat ettik ve iş işten geçti!! Amcan oğlu Ali
hilafete geçmek için Ebubekir'den önce davranmış olsaydı,
elbette ki biz ondan başkasını kabul etmezdik."
"Ali (a.s) ise "Ben Resulullah'ın (s.a.a)
cenazesini gusül vermeden ve kefen etmeden evinde
bırakarak hilafeti ele geçirmek için halkla savaşmam mı
gerekiyordu?" diyordu."
Fâtıma (s.a)
da şöyle ekliyordu:
"Ebu-l Hasan
yapılması yakışanı yaptı. Onlar öyle bir iş yaptılar ki
onun hesabını Allah soracaktır ve buna cevap vermek
zorundadırlar."
Muaviye,
Ali'ye (a.s) yazdığı mektupta Yakubî'den naklettiğimiz bu
konuya şöyle değinmektedir:
"Hatırlıyorum ki, dün insanlar Ebubekr-i
Sıddık'a biat edince, evindeki mahremini (Hz. Zehra'yı)
bir eşeğe bindirerek Hasan'la Hüseyin'in ellerini tutup
sana yardım etmeleri için Bedir'dekilerin ve İslam'ın
öncülerinin hepsinin kapılarını çaldın. Eşinle onların
kapısına gittin, iki oğlunu iki senet olarak gösterip
Resulullah'ın (mağaradaki) arkadaşına karşı onları tahrik
ettin! Ama dört-beş kişiden başka hiç kimse sana olumlu
cevap vermedi. Vallahi eğer sen haklı olsaydın şüphesiz
hepsi sana yönelir, davetini kabul ederlerdi. Ama sen
yersiz bir iddiada bulundun, hiç kimsenin inanmadığı bir
söz söylüyordun ve olmayacak bir şey yapmak istiyordun.
Ne kadar da
unutkan olsam, seni kıyama teşvik eden Ebusüfyan'a
"Emrimde iradeli ve sebatlı kırk kişi olsaydı onlara karşı
kıyam ederdim..." diye cevabını verdiğini çok iyi
hatırlıyorum."
Muammer,
Zuhri'den, o da Ümm-ül Müminin Aişe'den naklettiği
rivayette, Resulullah'ın (s.a.a) mirası konusunda
Fâtıma'yla (s.a) Ebubekir arasında geçen tartışmalara
işaret edilmiştir. Aişe bu hadisin sonunda şöyle diyor:
"Fâtıma yüzünü Ebubekir'den çevirdi ve
hayatta olduğu müddetçe onunla konuşmadı. Fâtıma
Resulullah'tan (s.a.a) sonra altı ay yaşadı. Ölümünden
sonra da eşi Ali Ebubekir'e haber vermeden gizlice ona
namaz kılıp toprağa verdi.
Hz. Zehra'nın varlığı Hz. Ali'ye saygı
duyulmasına sebep oluyordu. Fâtıma hayatta olduğu müddetçe
halk Ali'ye saygı gösteriyordu. Ama Fâtıma ölür-ölmez halk
ondan yüz çevirdi. Fâtıma Resulullah'tan (s.a.a) sonra
sadece altı ay yaşadı."
Muammer der
ki: O sırada bir Zuhri'ye, "Bu altı ay içinde Ali
Ebubekir'e biat etti mi?" diye sorunca şöyle cevap verdi:
"Hayır; bu
müddet içerisinde Ali ve Haşimoğulları'ndan hiç kimse
Ebubekir'e biat etmedi.
Ancak Ali biat ettikten sonra diğerleri de biat ettiler.
Ali, Fâtıma'nın ölümünden sonra halkı kendisine karşı
ilgisiz bulunca, Ebubekir'e biat etmek zorunda kaldı..."
Bunlar, en
meşhur Sünni kaynaklarda bu konuda nakledilen bazı
belgeler. Tabi işin daha ileri boyutları, yani Hz.
Fâtıma'nın evinin kapısının yakılması, bu olayda aldığı
darbeyle bebeğini düşürmesi gibi rivayetleri bu
kaynakların çoğu nakletmemiştir. Ancak nadir ve işareten
de olsa bunu teyid eden bazı kayıtlara rastlamak da
mümkündür. Burada bunlardan bir iki örnekle yetinmek
istiyoruz:
Tarihlerin
yazdığına göre, Bedir savaşında müşriklerden esir alınan
kimselerden birisi de Resulullah'ın kızı (veya daha
doğrusu üvey evlatlığı olan) Zeyneb'in kocası idi. Allah
Resulü onu azad ederken, Zeyneb'i Medine'ye gelmesi için
serbest bırakmasını şart koştu; o da kabul etti. Bir ay
sonra Allah Resulü Sahabeden iki kişiyi Zeyneb'i
getirmeleri için Mekke'ye gönderdi. Onlar Mekkeye
geldiklerinde Kocası gündüz vakti Zeyneb'i söz konusu
sahabilere teslim etmek için onu dışrıya çıkardı. Ancak
Kureyşliler onun bu hareketini kendilerine yediremeyip
arkalarından onları aramaya koyuldular ve Zi-Tuvâ denilen
yerde onlara ulaştılar. Aralarından Hebâr İbn-ül Esved
isimli birisi elindeki mızrakla Zeyneb'i korkutmaya
başladı. Bunun üzerine hamile olan Zeyneb, kanama geçirdi
ve Medine'ye döndüğünde çocuğunu düşürdü... Sonradan Allah
Resulü (s.a.a) bu acı olayın müsebbibi olan Hebâr İbn-ül
Esved'in kanını heder olarak ilan etti. Yani bulunduğu
yerde öldürülmesini emretti.
İbn-i Eb-il
Hadid-i Mutezili bu olaydan bahsederken diyor ki: "Ben bu
haberi Üstadım Ebu Cafer Nakib'e okuduğumda o şöyle
demişti: "Resulullah'ın Zeyneb'i korkutup da çocuğunu
düşürmesine vesile olan kimsenin kanını mübâh sayıyorsa,
bundan anlıyoruz ki eğer diri olsaydı, Fâtıma'yı korkutup
da çocuğunu düşürmesine vesile olan kimsenin de kanını
mübâh sayardı!!!" Ben dedim ki "O zaman Fâtıma'yı
korkuttukları için Muhsin'i düşürdüğü rivayetini senden
(başkalarına) nakledeyim mi?" O "Hayır dedi, benden bunun
ne doğruluğunu, ne de yanlışlığını, hiç birisini nakletme.
Zira ben bu konuda çekimserim. Çünkü bu konudaki
rivayetler benim yanımda çelişkilidir!!!"
Ne dersiniz? Üstad Ebu Cafer neden önce kendisi bu iki
olay arasında böyle bir bağlantı kuruyor. Fakat hemen
ardından toparlanıp çekimser hal alıyor?! Nedir çekiniyor
acaba? Sonra onun "Yanımda olan" diye bahsettiği o
çelişkili rivayetler bugün neden gözükmüyor Sünni
kaynaklarda?!"
Bu tür
rivayetlerin başına getirilenlere bir nazire olsun diye
bir başka ilginç olaydan bahsedeyim size: "Bakın iki
âlimin kitabında (ki bunlardan birisi Şii, diğeri ise
Sünnidir; Yani Şia alimi İbn-i Şehraşub'un Menakıb-u Âl-i
Ebi Tâlip kitabında ve Sünni alimlerden Kencî-i Şâfiî'nin
Kifâyet-ut Tâlip kitabında) deniliyor ki: "İbn-i
Kuteybe'nin "El-Meârif" isimli kitabında şöyle
yazmaktadır: "Fâtıma'nın evlatları, Hasan, Hüseyin, Zeynep
ve Ümm-ü Külsüm'dür. Muhsin isimli çocuğu ise Kunfuz
Advî'nin (Ömer'in kölesi) darbesiyle (annesinin karnında)
öldürüldü."
Ancak
iki meşhur alimin kitabında geçen kayıt, bugün
baktığımızda İbn-i Kuteybe'nin "El-Meârif" kitabında
gözükmüyor. Bugünkü baskılarda şöyle yazılmıştır:
"...Muhsin isimli çocuğu ise küçük yaşta vefat etmiştir!"
Büyük Sünni
alimlerden Şehristani ise "El-Milel-u Ven-Nihel" kitabında
bu rivayeti kendi adına nakletmeğe cesaret edememiş ve
Mutezile alimlerinden Nezzam'ın görüşü olarak
nakletmiştir! Evet Şehristani diyor ki, Nezzam Şöyle
diyordu: "Ömer, biat gününde Fâtıma'nın karnına vurdu. O
da bunun etkisiyle karnındaki çocuğunu düşürdü!!"
Hatip
Bağdadî ise Nezzam'ın görüşünü naklederken "Ömer,
Fâtıma'nın karnına vurdu" bölümünü nakletmiş; ama
"Karnındaki çocuğunu düşürdü" kısmını nakletmekten
vazgeçmiştir!
İşte aziz
kardeşim, bu naklettiklerimizi, Hz. Fâtıma hakkında
Resulullah'ın (s.a.a) "Fâtıma benim vücudumun bir
parçasıdır; onu inciten beni incitir, beni inciten Allah'ı
incitir" Veya "Fatma'nın rızası Allah'ın rızasıdır; Onun
gazabı Allah'ın gazabıdır" ve benzer onlarca buyruğunun
yanına koyup değerlendirin ve ortaya çıkan korkunç ve
ibret verici tabloyu kendiniz tahmin edin!!