|
Bismillahirrahmanirrahim
SÜNNİ BİR ARKADAŞLA
ARAMIZDA GEÇEN
BİR TARTIŞMA
Soru-156:Bu
yazıda Sünni bir arkadaşla, araştırma konusu ele alınmış ve
bununla irtibatlı olarak diğer bazı konular üzerinde de
durularak her iki tarafın da görüşleri aktarılmıştır.
156-
Bir
Sünni:
Şii
arkadaşım, senin araştırmana biraz da ben yardımcı olmak
isterim; şöyle ki sadece Şii kaynakları değil de hem Şii hem
de Sünni kaynaklara göre araştırırsan umarım, daha iyi olur;
benim bu tavsiyem sadece Şiileri değil, adı Sünni fakat
Sünniliği bilmeyen arkadaşları da içermektedir.
Bir Şii:
Bismillah
Bir Sünni isimli kardeş, önerine can u gönülden eyvallah
diyorum. Ancak bir hatırlatma da ben yapmak istiyorum. Aziz
kardeşim bizim bildiğimiz kadarıyla bu konuda Şii yazarlar
Sünni yazarlardan çok daha ilerideler. Yani ihtilafi konularda
karşı tarafın kaynaklarını dikkate alıp da meseleye yaklaşan
ve kendi kaynaklarından çok, karşı tarafın kaynaklarından
delil gösteren Şii yazarlardır. Sünni yazarlarda ise yaygın
gelenek, daha çok kendi kaynaklarına yetinmedir. İki tarafın
da kaynaklarıyla az çok aşina olanlara bunu tespit etmek zor
olmasa gerek. Her halükarda sizden böyle bir öneriyi duymak
gerçekten güzel bir şey. Her halükarda Rabbim hepimize her
türlü nefsani saiklerden uzak bir şekilde, sadece Hakk'ın
rızasını mülahaza ederek doğruları bulmayı, bulduktan sonra da
cesaret ve samimiyetle ittiba etmeyi nasip buyursun. Amin
Bir
Sünni:
Bir Şii
beyefendiye!
Açıklamadan
ziyade bir iddia niteliğini taşıyan yazınızı okuduktan sonra
her halükarda bu iddialarınızı ispatlandırmanızı ve
delillerinizi hem Şii hem de Sünni kaynaklara bakarak ortaya
koymanızı can u gönülden ve heyecan ve helecanla beklemekteyim,
en kısa zamanda.
Bir Şii:
Bismillah
Sayın "Bir
Sünni kardeşim, ortada olan şeyin ispata gereği yoktur. Siz
bana örnek olarak, bir kaç konu zikredin ki onlarda Sünni
alimleri kendi görüşlerini Şia kaynaklarına dayanarak
desteklesinler. Ama olaylardan ve kaynaklardan haberdar olan
her kesin bu prensibin Şii alimler arasında yaygın, hatta
vazgeçilmez bir prensip olduğunu bilir. Size bir öneri: Hangi
konuda istiyorsanız (ihtilafi konular) ben bizi destekler
delilleri sizin kaynaklardan, siz de sizi destekler delilleri
bizim kaynaklardan ortaya koyalım. Ziyaretçi kardeşlerimiz de
gözden geçirip kararlarını kendileri versinler. Cevabınızı en
az sizin kadar heyecanla bekliyorum. İnşaallah hayırlara
vesile olur. Allah'a emanet olun.
Bir
Sünni:
Bir Şii
arkadaşımıza!
Ortada olan
bir şeyin ispata gereği yoktur, iddianızın ardından (öyle ya
iddia eden önce başlamalı, her neyse) ben başlangıç olması
için bir tarihi kıssayı naklederek başlıyorum: Ehl-i sünnetin
büyük hadis imamlarından imam Nesai (Nesei diye de geçer)
Emevi saltanatının merkezi Şam da bir gün kürsüye çıkar ve
İmamı Ali'nin faziletlerini ve kemalatı ile ilgili hakikatleri
insanlara haykırır, öyle ya Şam yezidin payitahtı ve insanlar
(korku yada umursamazlık yada cehaletin neticesi) yezidin
taraftarları , sonuç malum İmam-ı Neseiye iyi bir dayak
atarlar ve epeycede hırpalarlar ama iki kere iki dört eder beş
etmez kaidesince İmam Nesei takiyye denen garip ve bir o kadar
da tuhaf bir takır takınmaz .hasılı kelam biz önce sizin bize
karşı takiyye yapıp yapmadığınızı (çünkü Şiilerde takiyyeyi
esas olarak biliyoruz ve İmamı Cafer'e atfedilen (bizce itibar
edilmeyen) "Takiyyeyi terk eden dini terk etmiştir" gibi
ifadeler mevcut.) Nereden ve nasıl bileceğiz ki sizinle ilim,
mantık, hikmet, istikamet, fazilet ve akıl dolu bir hasbıhale
girişelim . Yoksa balık baştan mı koktu...
Bir Şii:
Bismillah
Sayın "Bir
Sünni" beyefendi!
Aslında
size cevap vermeğe bile gerek görmüyorum, çünkü cevap
verilecek mantıklı hiç bir şey ortaya koymuş değilsiniz
maalesef. Ama yine de cevapsız kalmasın diye bir kaç noktaya
deyinmek istiyorum.
1- Muhterem,
eğer sen sıkıştığın her yerde "sen takiyye yapıyorsun" deyip
işin içinden sıyrılacaksan ne arıyorsun burada o zaman? Sen
kendi kaynaklarınızdan getirilen delilleri bile kabul etme
veya pas geç; şimdiye kadar burada ortaya koyulan bir çok
yazıda olduğu gibi. "Sen de bizim yaptığımız gibi, bizim
kaynaklardan delil göster" denildiğinde de, yok sizde takiyye
var, biz nasıl inanalım deyip sıyrıl. Peki o zaman burada
kiminle, neyi ve nasıl konuşup müzakere edeceksin? Bu mümkün
olmadığına göre buraya gelmenin sebebi nedir? Başka bir
alternatif kalıyor mu acaba? Ha bir alternatif var elbette, o
da fitne çıkarmak, ortalığı karıştırmak. Yoksa siz de bunun
için mi geliyorsunuz buraya?! Yine de hüsn-i zann edip
inşaallah öyle değildir diyelim.
2- Bey
efendi, biraz düşünerek yazsan daha iyi olmaz mi? Takiyye
nerede ve nasıl yapılır? Ciddi ve hayati bir tehlike insanin
kendisi veya bir diğer Müslüman için söz konusu olduğunda
gerçek görüşünü saklayıp zahirde karşı tarafın görüşünü
benimser bir şekilde gözükmek (Hz. Ammar-i Yasir'in yaptığı
gibi). Bizim bildiğimiz takiyye böyle yapılır. Şimdi eğer bir
takiyye yapılmışsa, bu sizin işinize daha çok yarar, yani o
konularda size muvafık görüş serd edilmiştir demektir. Yoksa
karşı tarafın aleyhinde olan bir şeyin takiyyeten söylenmiş
olması takiyyenin amaç ve felsefesine tamamen ters bir
durumdur. Onun için benim önerimin sizin söylediğinizle ne
alakası vardır? Ne yapmaya çalıştığınızı bir türlü
anlayamıyorum gerçekten.
3- Takiyye
olayına gelince, takiyyenin mahiyeti nedir? Nerede ve nasıl
yapılır? Kısımları nelerdir? Felsefesi nedir? Delilleri Kur'an
ve Sünnetten nelerdir? Şimdilik bu mevzua girmiyorum. Ama
isteyen kardeşler bu sitenin bu sitenin sorular ve cevaplar
bölümüne bakabilirler. Ancak burada üzerinde durmak istediğim
bir husus var, o da şudur ki İmamı Nesai'den bu konuda örnek
vermiş (gerçi bu olayı da eksik vermişsiniz) ve bunu allandıra
ballandıra nakletmişsiniz. Peki söyler misiniz Sünni tarihinde
kaç tane bunun gibi örnek vardır? Esasen Şia'yı takiyyeyle
suçlayan Sünnî camiası, özellikle âlimleri, yerine göre en
galiz takiyyeleri yapmış ve bilindiği gibi bir çok tarihi
evrelerde zalimlerin karşısında suskun kalmış, hatta bir çok
zaman onların yanında yer almış ve hâkim olan emire karşı (hatta
bu hakimiyetini kılıç zoruna dahi temin emiş olsa bile) isyan
etmeği tahrim bile etmişlerdir. Hatta bir çok râvileri buna
nice uydurma hadisler nakletmeği bile ihmal etmemişlerdir ki
bugün bu hadislerden (!!) bir çoğu, hatta Sahih-i Müslim gibi
birinci derecede muteber sayılan hadis kaynaklarında dahi
nakledilmiştir. Burada buna bir iki örnek vererek geçmek
istiyorum:
Sahih-i
Müslim ve Sünen-i Beyhakî'de, Hüzeyfet-ül Yemân'a isnaden
şöyle rivâyet edilmiştir: "Dedim 'Ya Resulallah, biz şer
içerisindeydik; Allah şimdi içinde bulunduğumuz hayrı bize
nasip etti; acaba bu hayrın ardından bir şer olacak mi?'
Buyurdu: 'Evet.' Ben, 'O şerrin ardından yine hayır olacak mi?'
diye sorduğumda, yine 'Evet' diye cevap verdi. Tekrar sordum:
'Bu hayrın ardından bir şer olacak mi?' Yine 'Evet' cevabi
verince, 'Bu nasıl olacak?' diye sordum. Şöyle buyurdu: 'Benden
sonra, benim hidayetime uymayan, Sünnetimi takip etmeyen
İmâmlar türeyecektir; onlar içerisinde öyle kimseler
bulunacaktır ki insan şeklinde olan bedenlerindeki kalpleri
tıpkı şeytanların kalbi gibi olacaktır.' Ben 'Öyle bir zamanı
idrak edersem, ne yapmamı tavsiye edersin ya Resulallah?' diye
sordum; şu cevabi verdi: 'Emiri dinleyip itaat edeceksin;
hatta sırtına bile vursa; malini dahi elinden alsa; dinle ve
itâat et!!" (Sahih-i Müslim -Arapça metin-, C.2, S.119,
Sünen-i Beyhakî, C.8, S.157)
Yine aynı
kaynaklarda, Avf b. Mâlik El-Eşcaî'den şöyle nakledilmiştir: "Resulullah'ın
(s.a.a) şöyle buyurduğunu duydum: 'En iyi İmâmlarınız, o
kimselerdir ki siz onları seversiniz, onlar da sizi; siz
onlara salat edersiniz onlarda size. En kötü İmâmlarınız da o
kimselerdir ki siz onlara buğz edersiniz onlar da size; siz
onlara lanet edersiniz, onlar da size.' Biz, 'Ya Resulallah
dedik, böyle bir durumda onlarla mücâdele etmeyelim mi?' 'Hayır
buyurdu, namazı aranızda ikame ettikleri müddetçe böyle bir
şeye kalkışmayın. Şunu bilin ki kimin üzerine birisi hüküm
sahibi olur da o hakimin Allah'a karşı bir isyânını görürse,
onun bu isyanını sevmesin, ama itâat etmekten de elini
çekmesin!!" (Sahih-i Müslim, C.2, S.122, Sünen-i Beyhakî,
C.8, S.159)
Aynı
kaynaklarda yine şöyle nakledilmektedir: "Seleme b. Yezid
El-Cu'fî Resulullah'a bir soru yönelterek şöyle dedi: 'Ya
Resulallah, eğer bizim başımıza, bizden haklarını isteyen, ama
bizim hakkımızı vermeyen emirler hakim olursa, ne yapmamızı
emredersiniz?' Râvi diyor, Peygamber (bir rahatsızlık ifadesi
olarak) ondan yüzünü çevirdi. Sonra, soruyu tekrar edince,
Allah Resulü şöyle buyurdu: 'Dinleyin ve itâat edin; onların
yaptıklarının sorumluluğu onlara, sizin yaptıklarınızın
sorumluluğu da size aittir." (Sahih-i Müslim, C.2, S.119,
Sünen-i Beyhakî, C.8 S.158)
Bir de
Mikdâm isminde birisinden şöyle rivayet etmişlerdir;
Resulullah buyurdu ki: "Emirlerinize itâat edin; ne olularsa
olsunlar! Eğer onlar benim söylediklerimi size emrederlerse,
hem onlar bundan ecir alırlar, hem siz itâatinizden dolayı
mükafatlandırılırsınız. Şayet benim emretmediğim şeyleri size
emrederlerse, bunun sorumluluğu onlara aittir ve siz bundan
berisiniz. Zira siz Allah'ı mülakat ettiğinizde diyeceksiniz:
'Ey Rabbimiz, zulüm yoktur.' Allah da 'Evet zulüm yoktur'
buyuracaktır. Siz 'Ey Rabbimiz diyeceksiniz, sen bize
peygamberler gönderdin; biz de senin izninle onlara itâat
ettik; sonra bize halifeler seçtin; biz de senin izninle
onlara it1at ettik; ardından başımıza emirler getirdin; biz de
onlara itâat ettik.' Allah da 'Doğru söylediniz; bunun
sorumluluğu o (zalim emirlere) aittir ve siz bundan berisiniz
(bir sorumluluğunuz söz konusu değildir)."
(Sünen-i Beyhakî, C.8, S.159)
Yine söz
konusu kaynakta Süveyd b. Gafele'den şöyle nakletmektedir;
Ömer b. Hattap bana dedi ki: "Ey Eba Ümeyye, belki de sen
benden sonra yaşarsın; o zaman İmâma itâat etmelisin; hatta
Habeşî bir köle bile olsa; sana vursa da sabret; emretse de
sabret; seni (bir şeylerden) mahrum bıraksa da sabret; sana
zulmetse de sabret; eğer dininde noksanlık yaratacak bir şeyi
sana emrederse de ki: 'Duydum ve itâat ettim...!!"
(Sünen-i Beyhakî, C.8, S.159)
Bu hadisler
bir tane, iki tane değil, burada hepsini veremeyeceğimiz kadar
çoktur; daha fazla isterseniz örneğin Sahih-i Müslim'in şu
bablarına bakabilirsiniz: Hüküm sahipleri zulmettiğinde sabra
emir babı. Hakları zay etseler dahi emirlere itâat babı. Fitne
zamanlarında ve her halükarda Müslümanlardan ayrılmamanın
farziyeti ve itâatten çıkmanın haramlığı babı.
Yine
Kenz-ül Ummâl'ın örneğin şu yerlerine bakabilirsiniz: C.1,
S.104, C.4, S.373-374, C.5, S.751, C.11, S.210, C.6, S.458.
4- İmam
Nesai’nin olayına gelince, bu olayı kaynaklar şöyle
nakletmektedirler:
İmam Nesai Emir-ül Mu’minin Ali (a.s)
hakkındaki “Hasais-u Emir-il Mu’minin Ali” isimli eserini
kaleme aldıktan sonra, bir ara Şam’a uğruyor. Şam özellikle o
günlerde Ehl-i Beyt düşmanlarının cirit attığı, Muâviye ve
Yezîd dostlarının yuvalandığı bir yer. Şamlılar adamı
sikiştiriyor ve Ali’nin faziletinde kitap yazıyorsun da
Muaviye’nin hakkında neden yazmıyorsun? Bize Muâviye’nin
faziletlerine dair hadis oku!!!” diyorlar. en-Nesâî “Muâviye
başa-baş kurtarmaya razı değil mi ki; bir de faziletinden
bahsedelim!?” Ha onun hakkında bir hadis biliyorum
isterseniz söyleyeyim:
Abdullah
İbn-i Abbas'tan şöyle nakledilmiştir: "Ben, çocukluk dönemimde
bir gün sokakta çocuklarla oynarken, Allah Resulü'nün (s.a.a)
oradan geçtiğini görünce, kaçıp bir duvarın arkasına saklandım.
Ama Resulullah, benim yanıma gelerek, muhabbetle elini sırtıma
vurarak bana, "Abdullah! Git Muaviye'yi benim yanıma çağır!"
buyurdu. Ben (gidip) geldim ve onun yemek yediğini söyledim.
Yine, git Muaviye'yi çağır, buyurdu. Ben yine (gidip) geri
döndüm ve "O yemek yiyor." dedim. (Bilahare, iki defa
çağrılmasına rağmen yemeği bahane ederek gelmeyen Muaviye
hakkında) Allah Resulü şöyle buyurdu: "Allah onun karnını
duyurmasın!"
(Sahih-i
Müslim, C.8, İyilik ve İhsan Kitabı, "Hak Etmediği Halde
Resulullah'ın Lanetlediği Kimse..." Babı, Müsned-i Ebi Davud,
C.11, S.359)
Nesai bunu deyince
hep birden üzerine saldırıyorlar. Orada en-Nesâî’yi çok feci
bir biçimde dövüyorlar ve hayalarını tekmeliyorlar! Bu dayağın
etkisiyle rahatsızlanan Nesai, Filistin’in Ramle kentine
kaldırılıyor ve orada vefat ediyor. (el-Hamevî,V,282;
el-Münâvî,I,25; Kâtip Çelebi, Keşf’uz-Zunun:I,706)
Nesâî
bununla da kurtulamıyor. Kaleme aldığı el-Hasâis dolayısıyla,
sonradan “Şiîlikle” suçlanıyor! Onu suçlayanların başında
İbn-i Teymiyye geliyor! (el-Minhâc:IV,99) Maksat belli: Hz.
Ali hakkında rivâyet ettiği hadislerden kuşku duyulmasını
sağlamak, okuyucuların kalplerine şüphe sokmak!
İlginç olan,
Nesai’nin canına mal olan bu olay ve Muaviye hakkında
naklettiği bu hadis hakkında Ehl-i sünnet alimlerinin
görüşleridir!
İbn-i Hacer
Mekkî, Muaviye'nin faziletleri (!!) hakkında yazdığı "Tathir-ül
Cinân" kitabında bu hadis hakkında muhtelif cevaplar verdikten
sonra, şöyle diyor: "Bu beddua, kasıtsız olarak Allah
Resulü'nün ağzından çıkmıştır (!!) Kaldı ki Müslim bu hadisi
sahihinde "Resulullah'ın, hak etmediği halde birisini
lânetlemesi..." babında naklederek, Muaviye'nin bu bedduayı
hak etmediğini ima etmeğe çalışmıştır"(!!) (Tathir-ül Cinan,
S.59) Yine Şemseddin Zehebî, Tezkiret-ül Huffaz kitabında,
İmam Nesaî'nin hayatından bahsederken şöyle diyor: "Şamlılar
(Hz. Ali'nin faziletleri hakkında kitap yazdıktan sonra)
Nesaî'ye, "Neden Muaviye'nin faziletleri hakkında da kitap
yazmadığını sorunca, şu cevabı verdi: "Muaviye hakkında hangi
fazileti nakledeyim? "Allah karnını doyurmasın.." hadisini mi?"
(Yani bundan başka bir hadis onun hakkında bilmiyorum.)
Zehebi, bu
sözü naklettikten sonra şöyle diyor: "Aslında Nesaî'nin tariz
ve kınama maksadıyla söylediği bu hadis, bir kınama ve ta'n
vesilesi değil, Muaviye'nin faziletlerinden birisi olarak
sayılmalıdır! Zira Allah Resulü'nün kendisi buyurmuştur ki "Allah'ım,
benim kullar hakkındaki lanet ve bedduamı, onlar hakkında
rahmet ve günahlardan arınma vesilesi kil!" (Tezkiret-ül
Huffâz -Hindistan baskısı-, C.2, S.699)
Bu
alimlerin bu ilginç yaklaşımlarına bir çok örnek
zikredilebilir. Örneğin Ibn-i Hacer Mekki bir diğer kitabında,
Meşhur Emevî "Hakem bin Âs" ve oğlu "Mervân" hakkında
Resulullah'ın ettiği lanet ve bedduaları, muhtelif senetlerle
muteber kaynaklardan naklettikten sonra şöyle diyor: "Ama
Resulullah'ın bu iki kişi hakkındaki laneti onlara bir zarar
vermez. Zira Allah Resulü kendi lanet ve bedduasını başka bir
sözüyle telafi etmiş ve buyurmuştur ki: "Allah'ım, Muhammed de
başkaları gibi bir beşerdir; eğer bir kimseye lanet ve beddua
ederse, bu onun için rahmet ve günahlardan temizlenme vesilesi
olsun!!!" (Sevâik-ül Muhrika, S.108)
İbn-i
Hacer'in temize çıkardığı Hakem ve oğlu Mervan, Rresulullah’a
ettikleri eziyet ve hakaretlerin ardından, Efendimiz
tarafından Taife hayatı boyu sürgün edilen, ama Allah Resulü
vefat ettikten sonra, Halife Osman tarafından (amcası ve amca
oğlu oldukları için) geri getirilip iadeyi haysiyet edilen ve
yönetimde en hassas noktalara atanan kimselerdir. (Mervan’ın
Osman’ın sağ kolu olduğu tarihten az buçuk haberi olan her ks
tarafından bilinmektedir.)
Tabi bunlar
belki mevzunun dışında kalan şeylerdi, ama Nesai olayını o
şekilde gündeme getirmeniz beni bunları yazmaya mecbur etti.
Yezid’in başkenti diyorsunuz. Bu da
ilginç gerçekten. Zira herkes biliyor ki orası Yezit’ten
ziyade ve önce Muaviye’nin başkentidir. Zira Müslümanların
ittifakla seçtiği tek Şer’i halife olma özelliğini taşıyan Hz.
Ali’ye isyan edip binlerce insanın kanına giren, Şam'ı kendine
payitaht olarak seçen, hilafeti saltanata çevirip
Müslümanların beytülmaliyle yeşil sarayını inşa eden Hucr b.
Adiyy ve Ammar-ı Yasir gibi Allah ve Peygamber dostlarını
hunharca şehit ettiren Yezit değil Muaviye’dir. Esasen Yezid
gibi şarapçı, kumarcı ayyaş bir Allah düşmanı melunu da (bütün
bu pisliklerini bildiği halde) kendine veliaht seçmesiyle
İslam ve Müslümanların başına bela eden de yine Muaviye değil
mi?! Ama maalesef bunlar sizin için hiç bir mana ifade etmiyor
herhalde. Adı sahabi ya, ne yaparsa yapsın, ne kadar ilahi
hududu çiğnerse çiğnesin hoş görülmeye, göz yumulmaya layıktır
(!)
5- Öneriyi getirenin kendisi başlamalıdır
diyorsunuz. Muhterem ben kaçmıyorum ve sizin onayınızı
bekliyorum dedim. Sizden onay geldiğinde de önceden de dediğim
gibi istediğiniz her konuda verdiğim sözü yerine getirmeğe
hazırım. Ama anladığım kadarıyla önerim fazla da hoşunuza
gitmemiş olacak ki takiyye falan bahanesiyle yanaşmıyorsunuz.
Her neyse o sizin bileceğiniz iştir. Ancak ben yine de
verdiğim sözü tutma maksadıyla en azından şimdilik bir konuda
mektebimizin görüşünü teyid eden delilleri sizin kaynaklardan
burada sunmaya çalışacağım. Tabi bunlar bizim kaynaklardan
olmadığı için de takiyyeyi bahane etmezsiniz herhalde! Etseniz
de fark etmez çünkü o zaman kendi alimlerinizi itham etmiş
olursunuz.
Bahsettiğim mevzu abdest konusudur.
Bilindiği üzere Ehl-i Sünnet abdestte ayakların yıkanmasına
fetva vermişlerdir. Ancak Caferi mezhebi bu konuda ayakların
meshedilmesi gerektiğine hükmetmiştir. Tabi mevzunun bir
Kur’ani boyutu vardır, bir de Sünnet’e dayanan yönü.
Gerektiğinde Caferi mezhebinin bu konuya Kur’ani açıdan nasıl
yaklaştığını ve Maide Suresinin altıncı ayetini nasıl tefsir
ettiğini de geniş bir şekilde ortaya koyarız inşaallah. Ancak
söz uzamasın diye şimdilik bu yönü başka bir fırsata
erteliyorum. Yine bu konuda Ehl-i Beyt’ten de nakledilen
hadisleri de bir tarafa bırakıyorum. Takiyyeyle suçlanmamak
için (!) Sadece ve sadece Sünni kaynaklarda nakledilen ve
bizim bu görüşümüzü teyid eden hadislere deyinmekle
yetineceğim. Bizim elimizde bu konuda şu anda bizi teyid eden
otuza yakın hadis bulunmaktadır. Ancak sözü uzatmamak için
bunların içerisinden sadece on tanesini seçip örnek olarak
vermeğe çalışacağız.
Birazdan müşahede edeceğiniz gibi bu
hadislerin her birisinin muhtevasının yanı sıra, senetlerinin
de sahihliğini yine Ehl-i Sünnet’in rical kaynaklarına
dayanarak ispat etmeğe çalışacağız inşaallah:
1-Abbâd
İbn-i Temim babasından şöyle naklediyor; dedi ki: "Ben
Resulullah'ı abdest alırken ve iki ayağını meshederken gördüm."
(Kenz-ül Ummâl, C.6, S.429,
Hadis: 26822. Söz konusu hadis bu kitapta şu kaynaklardan
nakledilmiştir: Sünen-i Ibn-i Ebî Şeybe, Müsned-i Ahmed b.
Hanbel, Târih-i Buhârî, Müsned-ül Adenî, Misbâh-üs Sünne (Bagavî),
Müsned-i Bâverdî, El-Mu'cem-ül Kebir (Tabarânî), Câmi-u Ebî
Nuaym.)
Bu hadisin
senedi hakkında, Ehl-i Sünnet'in meşhur ricâl âlimi İbn-i
Hacer şöyle diyor: "Hadisin senedinde yer alan râvîlerin hepsi
sika (güvenilir) kimselerdir.
(El-İsâbe (Dâr-ül Fikr Yayınevi),
C.1, S.185.)
2-İbn-i
Üyeyne bize Amr b. Yahya'dan, o da babasından, o da Abdullah
b. Zeyd'den şöyle nakletti: "Resulullah abdest aldı; üç
defa yüzünü yıkadı, iki defa da ellerini; başına ve ayaklarına
da iki defa meshetti."
(El-Müsannaf (Dâr-üt Tâc
Yayınevi), C.1, S.16.)
Bu hadisin
senedinde yer alan râvîlerden birisi Ehl-i Sünnet'in meşhur ve
güvenilir hadisçilerinden olan Ibn-i Üyeyne'dir. Diğer iki
râvînin (Amr b. Yahya ve babasının) güvenirliğini de Ehl-i
Sünnet'in Ricâl âlimleri değişik tabirlerle onaylamışlardır ki
Ibn-i Hacer bunları kendi kitabında nakletmiştir.
Bakın: (Tehzib-üt Tehzib (Dâr-ül
Fikr Yayınevi), C.8, S.105, C.11, S.227.)
3-Bize
Muhammed b. Bişr, Said b. Ebî Urube'den, o da Katâde'den, o da
Müslim b. Yesâr'dan, o da Hamrîn'dan şöyle rivâyet etti; dedi
ki: "Osman su isteyip abdest aldı; sonra güldü ve şöyle
dedi: 'Bana neden güldüğümü sormayacak mısınız?' 'Nedir seni
güldüren ey Emir-el Mu'minin' diye sorduklarında şöyle cevap
verdi: 'Ben Resulullah'ın, aynı benim gibi abdest aldığını
gördüm; önce ağzına ve burnuna su aldı; sonra üç defa yüzünü,
üç defa da ellerini yıkadı; daha sonra da başını ve ayağının
üst kısmını meshetti."
(El-Müsannaf,
C. 1, S. 16, Müsned-i Ahmed b. Hanbel, C.1, S.337; aynı hadis
Heysemî'nin Mecme-üz Zevâid kitabında da nakledilmiştir.)
Bu hadisin
râvilerinin güvenirliği de Ehl-i Sünnet'in ricâl alimleri
tarafından onaylanmıştır. Bu âlimlerin görüşlerini Ehl-i
Sünnet'in büyük ricâl uzmanı Zehebî kendi kitabında
nakletmiştir.
(Hadisin
senedinde yer alan Muhammed b. Bişr, Said b. Ebî Urube, Katâde,
Muslim b. Yesâr ve Hamran'ın hakkındaki söz konusu âlimlerin
tezkiyesi için sırasıyla Zehebî'nin "Siyer-u A'lâm-in Nubelâ
kitabinin (Müesseset-ür Risâle baskısı) şu yerlerine
bakabilirisiniz: C.9, S.265, C.6, S.413, C.5, S.269, C.4.,
S.510, C.4, S.182.)
4- Taberî
kendi senediyle, Heşim'den, o da Ya'lâ b. Atâ'dan, o da
babasından, o da Evs b. Evs'den şöyle rivâyet etmiştir; dedi
ki : "Resulullah'ı gördüm ki bir kavime ait bir su
kanalının yanına gelip abdest aldı ve ayaklarını meshetti."
(Câmî-ül Beyân (Dâr-ül Ma'rife
Yayınevi), C.5, S.86.)
Bu hadisin
râvileri de ricâl âlimleri tarafından sika (güvenilir)
kimseler olarak tanıtılmışlardır.
(Bu konuda sırasıyla Takrib-üt
Tehzib kitabının şu yerlerine bakılabilir: C.11, S.54, C.2,
S.378, C.2, S.23.)
5-Bu konuda
Sünnî kaynaklarda, Hz. Ali'den (a.s) Resulullah'ın abdestte
ayaklarını meshettiğine dâir bir çok hadis nakledilmiştir ki
burada örnek olarak iki tanesini nakledeceğiz:
Abdullah
bize, Ebu Hayseme'den, o da İshâk b. İsmâil'den, her ikisi de
Cerir'den, o da Mensur'dan, o da Abdülmelik b. Meysere'den, o
da Nezâl b. Sebura'dan rivâyet etti ve dedi ki: "Biz Ali (r.a)
ile öğle namazını kıldık.; sonra Rahbe denilen yere gidip
oturdu; biz de onun etrafına oturduk; daha sonra ikindi vakti
oldu; ona bir kap su getirdiler; içinden bir avuç su alıp
ağzını çalkaladı, burnuna su aldı, yüzünü ve dirseklerine
kadar ellerini sıvazlayarak yıkadı; başına ve iki ayağına da
mesh etti; sonra kalkıp kapta kalan suyu içti ve şöyle dedi:
'Ben Resulullah'ın, aynı benim yaptığım gibi yaptığını gördüm."
(Müsned-i
Ahmed b. Hanbel (Dâr-üs Sâdır Yayınevi), C.1, S.158.)
Bu hadisin
râvileri, "Doğru konuşan", "Güvenilir", "Sağlam" gibi
tabirlerle tezkiye edilmişlerdir.
Bakınız:
(Tehzib-ül Kemâl (Müzzî) (Müesseset-ür
Risâle Yayınevi), C.2, S.904, C.4, S.540, Tehzib-üt Tehzib,
C.10, S.278, C.6, S.377.)
6-Abdullah
bize babası Ahmed b. Hanbel'den, o da Veki'den, o da A'meş'ten,
o da Ebu İshâk'tan, o da Abd-ü Hayr'dan, o da Hz. Ali'den
şöyle rivâyet etti; Hz. Ali (r.a) şöyle dedi: "Ben
ayakların alt kısmını, üst kısmından mesh için daha evlâ
olduğunu düşünürken, Resulullah'ı, ayakların üst kısmını
meshederken gördüm."
(Müsned-i Ahmed b. Hanbel, C.1,
S.95.)
Bu hadisin
râvileri de "Güvenilir", "Emin" ve Yüce", "Güvenilir Hâfız",
"güvenilirliği ve hüccet olduğu tartışılmaz" gibi tabirlerle
övülmüşlerdir.
Bakınız:
(Siyer-u A'lâm-in Nübelâ, C.9, S.140,
C.5, S.392, Takrib-üt Tehzib, C.1, S.331, C.6, S.113.)
7-Haccâc b.
Minhâl Hemmâm'dan, o da İshâk b. Abdullah b.Ebî Talha'dan, o
da Ali b. Yahyâ b. Hallâd'dan, o da babasından, o da amcası
Rufâa b. Râfi'den, şöyle rivâyet etmiştir: "Resulullah'ın
yanında oturduğum bir sırada, oraya gelip mescide girdi ve
namaz kıldı; namazını bitirince gelip Resulullah'a ve
oradakilere selam verdi; Allah Resulü (s.a.a) cevabını
verdikten sonra ona 'Dön ve namazını yeniden kıl; namazın
doğru olmadı' buyurdu. Adam döndü ve namazını yeniden kıldı;
biz de onun namazını takip ediyorduk, ama namazının eksik
yanının ne olduğunu biliyorduk. Adam namazını bitirdikten
sonra tekrar gelip Resulullah'a ve oradakilere selam verdi;
Allah Resulü (s.a.a) yine şöyle buyurdu ona: 'Vay haline, dön
ve namazını yeniden kıl; namazın doğru olmadı senin.' Bu
cümleyi iki veya üç defa tekrarladı. Adam 'Namazımın neresini
eksik bulduğunuzu anlayamadım' dediğinde Resulullah'ın cevabı
şu oldu: 'Sizden herhangi birisi Allah'ın emrettiği gibi
abdestini güzel bir şekilde almazsa, namazı doğru olmaz; şöyle
ki önce yüzünü ve dirseklere kadar ellerini yıkamalı, sonra da
başını ve iki dikliğe kadar ayaklarını meshetmeli ve ondan
sonra tekbir getirip namaza durmalıdır..."
(El-Müstedrek-u
Ala-s Sahihayn (Hâkim Nişâburî), C.1, S.241. Ayni yerde benzer
muhtevayı içeren birkaç hadis daha nakledilmiştir ki
isteyenler oraya mürâcaat edebilirler.)
Bu hadisi
nakleden Hâkim Nişâburî ve onun kitabini özetleyen Zehebi, (Buhârî
ve Müslim'in şartlarına göre bu hadisin sahih bir hadis
olduğuna hükmetmişlerdir.
8-(Ahmed b.
Hanbel'in oğlu) Abdullah, bize babasından, o da Muhammed b.
Cafer'den, o da Said'den, o da Katâde'den, o da Şehr b.
Havşeb'den, o da Abdurrahman b. Ganem'den, o da Ebu Mâlik-il
Eş'arî'den rivâyet etmiştir ki Ebu Mâlik kendi kavmine şöyle
dedi: "Toplanın da size, Resulullah'ın (s.a.a) kıldırdığı
namazı kıldırayım." Onlar toplandıklarında içi su dolu bir
kap istedi ve abdest aldı; önce ağzına ve burnuna su aldı;
sonra üç defa yüzünü ve üç defa da iki kolunu dirseklerine
kadar yıkadı; daha sonra da başını ve iki ayağının üzerini
meshetti; ardından kalkıp onlara namaz kıldırdı..."
(Müsned-i Ahmed b. Hanbel, C.5,
S.342.)
Bu hadisin
râvilerinin güvenirliğini gösteren tezkiyeler için, yine
Zehebi'nin "Siyer-u A'lâm-in Nübelâ" kitabına Mürâcaat edin.
(Siyer-u A'lam-in Nübelâ, C.9,
S.98, C.4, S.372 ve 45.)
9-Abdurrahman b. Cüber b. Nüfeyr babasından rivayet etmiştir
ki: "Ebu Cübeyr kızıyla birlikte Resulullah'ın huzuruna
gelmişti. Bu sırada Allah Resulü (s.a.a) abdest almak için su
istedi; önce ellerini yıkayıp temizledi; sonra ağzını
çalkaladı, burnuna su aldı; daha sonra yüzünü ve dirseklere
kadar kollarını üç defa yıkadı ve bilahare başını ve iki
ayağını meshetti."
(Üsd-ül Gâbe (Dâr-üş Şa'b
Yayınevi), C.6, S.46.)
10-Tabarânî'nin "El-Evsat" kitabında İbn-i Abbâs'tan Şöyle
nakledilmiştir: "Bir gün Sa'd ve Abdullah İbn-i Ömer,
İkinci Halife Ömer'in yanında, ayakların meshini tartıştılar.
Ömer oğlu Abdullah'a 'Sa'd senden daha fakihtir' dedi; sonra
da Sa'd'a dönerek 'Ey Sa'd dedi, biz Resulullah'ın (ayakları)
meshettiğini inkar etmiyoruz; fakat şunu bilmiyoruz ki acaba
bunu, âyetleri muhkem olan (nesh edilmeyen) ve Berâat (Tevbe)
suresi hariç en son sure olarak inen Mâide suresinden sonra mı
yapıyordu, yoksa ondan önce mi yapıyordu?"
(Ed-Dürr-ül Mensur Tefsiri (Suyutî),
C.3, âyetin tefsiri bölümü.)
Bu
rivayetten şu sonuçları çıkarabiliriz:
a)-Sa'd
ayakların meshedilmesi gerektiğini savunmakta ve bunu bizzat
Resulullah'ın uygulamasına dayandırmaktadır.
b)-Ömer,
Resulullah'ın abdestte ayaklarını meshettiğini kabul ediyor;
ancak herhalde o, Mâide suresinin mesh hükmünü nesh edip
etmediği hususunda tereddüt içerisindedir. Ancak, yerinde
ispat edildiği üzere (ki gerekirse bunun da delillerini ortaya
koyarız inşallah), abdest âyetinden açık bir şekilde mesh
anlaşılmaktadır, yıkamak değil; hatta bu sözümüzden vazgeçip
âyetin bu konuda müphem olduğunu kabul etsek dahi, nesh
iddiası yine doğru olmaz; zira nâsih olan bir âyet veya
hadisin muhtevası, hiçbir yanlış anlamaya sebebiyet vermeyecek
şekilde açık ve net olmalıdır.
Görüldüğü
gibi bu hadislerin hepsi Ehl-i Sünnet kaynaklı, üstelik hepsi
de sağlam güvenilir senetlerle nakledilmiştir. Bunlara Ehl-i
Beyt kanalıyla nakledilen onlarca hadisi de ilave edersek, bu
görüşün ne kadar güçlü ve tartışılmaz bir durum kazandığı açık
bir şekilde ortaya çıkmış olacaktır. O Ehl-i Beyt ki, onlara
sarıldığımız müddetçe asla dalalete düşmeyeceğimizi (Sekaleyn
hadisinde) ve onların gemisine bindiğimizde asla
boğulmayacağımızı (Gemi hadisinde) bizzat Allah'ın Resulü
garantilemiştir. Allah’ın sonsuz salat u selamı O Yüceler
Yücesi’nin Habib-i Kibriya'nın ve Mutahhar Ehl-i Beyti’nin
üzerine olsun. Amin!
Not:
Bu cevabımızdan sonra artık herhangi bir cevap bize
verilmemiştir.
|
|