Bismillahirrahmanirrahim
Soru-155: Merhabalar Dostlar.Dönüp eski tartışmalara
baktığımda epey bir mut'a hadisesinin olay çıkarmış
olduğunu gördüm. Gerçekten hassas bir nokta. Bana
verdiğiniz bilgiler için teşekkür ediyorum. Sözünü
ettiğiniz adresleri kaydettim. Yalnız gene bu mut'a
meselesi ile ilgili kuşkularım devam ediyor. Aynı pilavı
tekrar ısıtıp öne sürmek istemiyorum, ama barika-i hakikat
müsademe-i efkardan çıkar misali, olayı biraz genişletmek
istiyorum. öncelikle mut'a nin AMACI nedir? bunu merak
ediyorum. Gerçekten insanin şehvet duygusuna bir
alternatif midir yoksa başka ilahi bir sebeb var
mıdır?Şimdi eğer bu sadece şehvete hizmet eden bir metot
ise, şehvetin inancımızdaki yeri nedir? İzin verirseniz
ben biraz Hz. Ali ne diyor, ona bakmak istiyorum. Elimdeki
tek kaynak Nehc-ul Belağa; Gölpınarlı çevirisi:Sayfa
83:"..Dünyadan yarin ondan kendinizi koruyacağınız,
kurtaracağınız şeyleri derin devşirin, azık edinin.
Nefsine öğüt veren, tevbe etmeyi öne alan, ŞEHVETine üst
olan kuldur. Rabbinden çekinen, sakınan. Çünkü ecel çağı
gizlidir kuldan; dileği aldatır onu, şeytan musallat
olmuştur ona, üstüne bindirip sürçmek için suçu bezer,
güzel gösterir ona..."
Soru-155: Merhabalar
Dostlar.
Dönüp eski tartışmalara
baktığımda epey bir mut'a hadisesinin olay çıkarmış
olduğunu gördüm. Gerçekten hassas bir nokta. Bana
verdiğiniz bilgiler için teşekkür ediyorum. Sözünü
ettiğiniz adresleri kaydettim. Yalnız gene bu mut'a
meselesi ile ilgili kuşkularım devam ediyor. Aynı pilavı
tekrar ısıtıp öne sürmek istemiyorum, ama barika-i hakikat
müsademe-i efkardan çıkar misali, olayı biraz genişletmek
istiyorum. öncelikle mut'a nin AMACI nedir? bunu merak
ediyorum. Gerçekten insanin şehvet duygusuna bir
alternatif midir yoksa başka ilahi bir sebeb var mıdır?
Şimdi eğer bu sadece şehvete
hizmet eden bir metot ise, şehvetin inancımızdaki yeri
nedir? İzin verirseniz ben biraz Hz. Ali ne diyor, ona
bakmak istiyorum. Elimdeki tek kaynak Nehc-ul Belağa;
Gölpınarlı çevirisi:
Sayfa 83:
"..Dünyadan yarin ondan
kendinizi koruyacağınız, kurtaracağınız şeyleri derin
devşirin, azık edinin. Nefsine öğüt veren, tevbe etmeyi
öne alan, ŞEHVETine üst olan kuldur. Rabbinden çekinen,
sakınan. Çünkü ecel çağı gizlidir kuldan; dileği aldatır
onu, şeytan musallat olmuştur ona, üstüne bindirip sürçmek
için suçu bezer, güzel gösterir ona..."
Sayfa 107: “Allah kullarının
en sevgili olanından (inne min ehebbi İbadillahi...)
"..Tatlı, duru suyu kana kana içmiştir de ırmağın su
içilecek yerlerine varması kolay olmuştur; dümdüz tertemiz
yola dalmıştır, ŞEHVETler elbisesinden soyunmuştur..”
(Sayfa 108)
"Şu bölük-bölük halkın,
dinlerinde delil saydıkları şeylerin birbirine aykırı
oluşuna, Peygamber izini izlemeyişlerine, Vasi'nin
yaptığına uymayışlarına, gaybe inanmayışlarına, ayıptan
arınmayışlarına nasıl şaşmam ben? Şüpheli şeyleri yaparlar,
ŞEHVETlerde koşarlar, iyi ve hayır isler onlarca kendi iyi
bildikleri işlerdir..."
Ayrıca başka bir yerde "Mu’minlerin
dünyayı elde etmeleri onu ellerinden yitirmelerinden başka
bir şey değildir" diyor.
Yine başka bir yerde "Ey
dünya, ey dünya uzaklaş benden" diyor. Yanlış
hatırlamıyorsam başka bir yerde de mu’minlerden
bahsederken “Onlar şehvetlerini öldürmüş kimselerdir”
diyor.
Yani, bizim yolumuzda önemli
olan şehveti öldürmektir, gerçek Ali yolunda yürüyen için
ulaşılması gereken nokta budur. Öte yandan mut'a olayı
birazcık şehvetini dizginlemeyenler için bir alternatif
gibi görünüyor ve bana kalırsa bu yüzden çok fazla teşvik
edilmemesi gereken bir netod olması gerekir.
Merak ediyorum, mut'anın
hükmü nedir? Yani sevab mıdır, mekruh mudur, yoksa hiç bir
hükmü yok mudur? Herhalde yemek ve uyku benzeri bir şey
olsa gerek. Yani takvası ölçüsünde insan Ali gibi toprak
üzerinde yatıp bir avuç buğday ile hayatını idame
ettirebilir. Yani çok fazla takvaya uygun bir şey gibi
görünmüyor bana açıkçası. Biraz daha avami boyutta.
Ama belki de tam tersidir.
Yani "cahile haram, alime helal" hükmünce uygulanan bir
metottur. Açıkçası bilmiyorum.
Mut'anın tarihi vesikalarla
mevcudiyeti hakkında bir sorunum yok, ama sorum dedim ya
ne için böyle bir şey var. Akidenin felsefik boyutunda
nereye oturuyor? Lütfen bu konuda beni aydınlatabilir
misiniz?
Cevap:
Bismillahirrahmanirrahim
Ali aşığı Mekzun kardeşimin
dikkatine, Selamun aleykum.
Mut’a hakkındaki yazınız ve
sorunuzla ilgili dilimin döndüğü kadar size cevap vermeğe
çalışacağım.
Zannedersem yazınızın son
kısmındaki paragraftan başlasam daha güzel olacak tertip
açısından. O bölümde diyorsunuz ki “Mut'anın tarihi
vesikalarla mevcudiyeti hakkında bir sorunum yok, ama
sorum dedim ya ne için böyle bir şey var? Akidenin
felsefik boyutunda nereye oturuyor? Lütfen bu konuda beni
aydınlatabilir misiniz?...”
Muhterem kardeşim, sen de
biliyorsun ki biz Allah-u Teala’nın Hekim olduğuna
inanıyoruz. Yani O, hiçbir abes şey yapmaz, hiçbir abes
hüküm vermez ve hiçbir abes emir ve nehiyde bulunmaz.
Bütün hükümlerinde mutlaka bir hikmet vardır. Biz bilelim
veya bilmeyelim. Bize hikmeti malum olsun veya olmasın.
Demek ki bizim için önemli olan bir hükmün gerçekten şer’i
olup olmadığını tespit etmektir. Eğer sabit değilse mesele
yok. Ama eğer sağlam delillerle sabit olursa, o zaman
felsefesini de bilirsek ne ala. Bilmezsek de Rabbimizin
emridir ve mutlaka bir hikmeti vardır deyip teslim
olmalıyız. Bunu söylerken hiçbir hükmün felsefe ve
hikmetini araştırmayalım demek istemiyoruz tabi. Bu en
doğal hakkımızdır. Ancak bütün araştırmalarımıza rağmen
tam olarak anlamasak da hükmün aslı bize sabit olduğu için
bize düşen teslim olmaktır. Şimdi gelelim asıl mevzuumuza.
Aziz kardeşim, evrensel ve
ebedi bir din bütün zamanlarda ve mekanlarda bütün
insanların bütün sorunlarına istisnasız çözüm yolları
sunmalıdır. Bu iddiada olan bir din herhangi bir zamanda
herhangi bir insanın karşı karşıya bulunduğu bir soruna
çözüm yolu öneremezse, asla evrensel bir din olamaz. Öbür
taraftan her kesin maddi ve manevi yönden standart bir
seviyede olmadığını da hepimiz biliyoruz. Aziz İslam’ın
planladığı ideal bir insan portresi elbet ki vardır. Ki
bunların başında İnsan-ı kamil dediğimiz Peygamberler ve
imamlar gelmektedir. Ancak bu, her hangi bir nedenle bu
seviyeye ulaşamayan kimseleri de İslam’i öğretilerin
dışında tutulmasını gerektirmez ve çeşitli maddi ve manevi
seviyelerde seyr eden her insana seviyesi ve durumu
dikkate alınarak uygun hükümler ve uygulamalar
sunulmalıdır.
İnsanı kendine esir edecek
dünya düşkünlüğü, şehvet perestlik ve... tabi ki tasvip
edilemez. Hz. Ali (a.s)’ın da naklettiğiniz konulardaki
sözleri de aslında bu istikamettedir. Ancak İslam bir
fıtrat dini olduğu için de insanların fıtri
gereksinimlerine de makul bir çerçevede cevap vermelidir,
vermiştir de. Yoksa fıtrat dini olmasının bir anlamı
olamaz. Biraz önce de değindiğimiz gibi maişet konusu ve
şehevi duyguların makul yollarla bir türlü temin ve tatmin
edilmesi de bu türdendir. Tabi insanların hepsi aynı
şartlarda ve durumlarda olmadığı için, bu çözüm yolları da
farklı farklı olabilir.
Biz genellikle belli bir
standardı ve seviyeyi ve şartları göz önünde
bulundurduğumuz için, İslam’daki bir çok hüküm de ilk
etapta bize belki anormal veya en azından müphem ve hazmı
zor konular olarak gözükebilir. Ancak değişik şartları ve
durumları dikkate alırsak, bunların yerinde ne kadar
gerekli ve zorunlu olduğunu ve olmazsa olmazlığını (yani
olmadığı takdirde nice zorluk ve sıkıntıların
doğabileceğini) görebiliriz. Mesela bunlardan birisi
İslam’daki çok evlilik olayıdır. Sizin zahiri olarak ve
sadece belli bir açıdan yaklaşarak ortaya koyduğunuz
mantığa göre çok evlilik aslında anormal bir şey olmalıdır.
Zira zahirde erkekleri daha çok şehvet düşkünü olmaya sevk
eder. Oysa hepimiz biliyoruz ki bu belli durumlar ve
şartlar için koyulan bir zaruret hükmü ve ruhsatıdır.
Yoksa normal şartlarda İslam bunu erkeklere asla tavsiye
ve teşvik etmemiştir. Söz konusu özel durumlardan haberdar
olan her münsif insan da bunu kesinlikle tasdik eder ki
eğer o şartlar için bu çok evlilik hükmü koyulmasaydı, ne
tür zorluklar, sıkıntılar ve eksiklikler yaşanabilirdi.
Şimdi bu açıklamalardan
sonra biz şuna inanıyoruz ki Mut’a hükmü de her kes için
koyulan ve teşvik edilen bir hüküm değil, belli şartlar ve
bir takım zaruretlerle karşı karşıya bulunan kimseler için
koyulan bir hükümdür, ruhsattır.
Şimdi denilebilir ki bir
takım insanlar, söz konusu zaruretler söz konusu olmadan
da bu hükmü su-i istimal edebilirler. Cevabı şudur ki eğer
bazı insanlar, kendi cehaletleri ve nefsani hareket
etmeleri yüzünden bu yanlışa düşüyorlarsa, bu onların
yanlışı ve sorunudur. Hükmü koyanın bunda ne suçu olabilir
ki? Bunun gibi nice İlahi hükümler, insanlar tarafından
su-i istimal edilmiyor mu? Bir alimin de dediği gibi
alemde koyulup da su-i istimal ve ihlal edilmeyen bir tane
bile kanun yoktur. Daimi evlilik, talak (boşama hakkı)
vs..gibi. Şimdi bazı insanlar daimi evliliği kendi
şehvetperestlikleri için bir araç olarak kullanıyorsa veya
bazı erkekler olur olmaz sudan bahanelerle eşlerini
boşayıp, aileleri, çoluk çocuğu perişan ediyorlarsa,
İslam’ın bu hükümleri esastan kaldırması mı gerekirdi?
Tabi eğer gerçek bir İslami yönetim topluma hakim olursa,
bu su-i istimallerin hepsine bir takım tedbirler alabilir;
almalıdır. Esasen biz Müslümanlar olarak aziz İslam’ın
hangi hükmünü olduğu gibi ve doğru dürüst uyguladık ki bu
da ikincisi olsun?! Evet bu aksaklıklar hükmü getiren
İslam’ın değil, biz Müslümanların suçudur.
Şimdi Mut’anın bizce zaruret
arzettiği yerleri bir nebze olsun tasavvur edebilmenizi
sağlamak için size bazı örnekler vermeğe çalışacağım. Bu
örnekleri geçenlerde burada bir defa daha gündeme getirmiş
ve o günlerde buna itiraz eden kardeşlerden makul çözüm
yolu istemiştim. Ama maalesef bazı kardeşler bize mantıklı
bir cevap verme yerine dalga geçmeği tercih etmişlerdi!
Ama olsun, hayatın gerçekleri bu tür safsatalarla
geçiştirilemez. Akıllı olan duygusal yaklaşımlar yerine
mantıklı ve geçerli çözümler sunabilmelidir. Her neyse o
yazımda demiştim ki:
Mut'aya muhalif olan
kardeşlere bir iki sorum var. Lütfen sağa sola bükmeden bu
soruların cevabını net bir şekilde buyursunlar:
1- Bir kimse farzedin,
cinsel duyguları acımasız ve en şiddetli şekliyle
kendisine baskı yapmaktadır. Maddi açıdan henüz bir aileyi
geçindirecek durumda değildir. Maddi durumundan veya
herhangi sebeplerden ötürü hiçbir kimse kendisiyle daimi
nikah yapmaya yanaşmıyor. Bunu defalarca denemesine rağmen
sonuç alamamış. Bütün çabalarına rağmen cinsel dürtülerini
de bir türlü bastırıp yatıştıramıyor. Bu dürtülerin
amansız baskısıyla psikolojik açıdan perişan ve hiçbir iş
yapamaz durumda. Kısacası daimi evliliğe giden bütün
yollar yüzüne kapalı olan ve artık hiçbir yolla kendini
kontrol edebilecek durumda olmayan ve bu yüzden çeşitli
cismi ve ruhi rahatsızlıklarla boğuşup duran bu zavallıya,
evrensel, ebedi ve insanlığın maddi ve manevi bütün soru
ve sorunlarına çözüm getirdiğine inandığımız İslam adına
aşağıdaki yollardan hangisini öneriyorsunuz veya sizin,
bizim aklımıza gelmeyen bir öneriniz var mı?
a) Bir takım operasyonlarla
kendini erkeklikten düşürüp cinsel dürtülerine ebediyen
son versin.
b) Ömrünün sonuna kadar
içinde bulunduğu cismi ve ruhi rahatsızlıklarla boğuşup
dursun. Sonu nereye varırsa varsın.
c) İntihar etsin.
d) Zina etsin.
e).... ....
2- Bir kadın düşünün, her
hangi bir sebepten dolayı yıllarca beklemesine rağmen
taliplisi yok. Yada evlenmiş kocası vefat etmiş veya
boşanmış, yanında birkaç tane de çocuğu olduğu için kimse
kendisiyle evlenmiyor (ne tek evlilik, ne de çok evlilik
yoluyla). Cinsel sorunlar açısından da önceki sorudaki
kimseden hiçbir farkı yoktur. Böyle birisi için de
yukarıda bahsettiğimiz alternatiflerden hangisini
önerirsiniz acaba?
Rabbim şahittir ki aynen
bahsettiğim konumda bulunan nice insanlar tanıyorum ki şu
anda çözümsüz bir buhranın içerisinde kıvranıp durmaktadır.
Ey İslam alimleri, Allah'ın
rızası için bu insanlara bir çözüm yolu gösterin; eğer
İslam'a ve onun evrenselliğine ve kamil bir hayat nizamı
olduğuna inanıyorsanız. Tabi bu şekilde inanmayana bir
diyeceğimiz yok...
Tabi karga fıkrasındaki gibi
bir cevap istemiyorum. Birisine sormuşlar: "Bey efendi,
bir kuyuya bir karga düşüp orada ölürse, kuyuyu temizlemek
için şer'î açıdan ne yapmak gerekir? Adam şu cevabı vermiş:
"Git işine be adam, karga deli mi ki gelip kuyunun içine
düşsün!!" Evet bu tür cevaplara karnımız tok. Başka bir
cevabı olan varsa, buyursun istifade edelim.
Evet bu sorularım henüz
yerindedir ve kimseden bir cevap alamadım şimdiye kadar.
Şimdi aynı şeyi size de soruyorum Mekzun kardeşim; eğer
sizin yukarıda zikrettiğim şıkların dışında bir
alternatifiniz varsa buyurun gerçekten istifade edelim.
Son olarak daha önce sitede
mut’a hakkında yayınlanan yazının da sizin sorduğunuz
soruyla ilgili bölümünü buraya aktararak sözlerime son
veriyorum:
1. Bilindiği gibi
Allah insanı bir erkek ve bir dişiden yaratmıştır. Bu
yaratılanlar da, erkek yada dişi olmaları hasebiyle "cinsel
arzu ve istek" denen şehevî bir olguya sahiptir. Erkek ile
dişide bulunan bu duygu tamamen fıtrîdir; yaratılıştan
gelir. Yüce yaratıcı bunu böyle dilemiştir.
Doğuştan gelen bu duygu;
cinsel arzu ve istek, şöyle yada böyle mutlaka
karşılanacaktır. Aksi halde yaratılışa aykırı tutum içine
girilir! Bunun bir kadınla "bir ömür boyu" bir arada
kalarak giderilmesi daimi evlilikle mümkün olursa o yola
baş vurulur. Ama eğer bu, bir takım sebeplerden dolayı
mümkün olmazsa, ömür boyu kendini mahrum bırakıp bunun
ruhi ıstırap ve sıkıntılarını çekmeğe mecbur olmak diye
bir akli zorunluluk olamaz. Fıtrat dini olan aziz İslam’ın
buna da mutlaka bir çözüm yolu getirmesi gerekir ve
getirmiştir de. Yeter ki bunun bir düzenlemesi, bir kuralı
olsun ve soyda karışım olmasın.
2. Bir kişi bazı
sebeplerden dolayı dâimî nikâhla evlenip çoluk çocuk
sahibi olmak istemeyebilir. Böyle insanlar çoktur. Süreli
nikâhın kapısını tamamen kapattığınız zaman, bu adam ya
zinaya sürüklenecek, yada süreyi içinde saklı tutup
evlenecek; sonra da eşini boşayacak. Bu durumda o kadına,
varsa çocuklarına yazık olmaz mı? Halbuki baştan
karşılıklı rıza ile, hukuk dairesinde süreli evliliklerine
izin verilse, bu iki sakıncadan hiç birisi yaşanmayacak.
3. Genç bir delikanlı,
genç yaşta dâimî nikâhla evlenip de hemen çoluk çocuğa
karışmak istemeyebilir (tahsil vb. sebeplerden dolayı). Bu
gencin fıtrî cinsel duyguları da bastırıyorsa, bunu "oruç
tut" ve... demekle avutamazsınız. Önünü iki yoldan birine
açacaksınız: Geçici evlilik yada gayr-ı meşrû, başıboş
cinsel ilişki, yani zina!
4. Yıllarca evinden,
eşinden ayrı kalmak zorunda kalan bir kişi düşünün: Bu
insan ya ikinci bir dâimî evlilik yapacak, yada evlilik
dışı cinsel ilişkide bulunacak, zinaya düşecek! Ekonomik
şartlar yada ikinci bir dâimî evliliğin sorumlulukları
kendine ağır geliyorsa ne yapacak? Bu adamın zinaya
düşmesine göz mü yumulacak?
5. Kadınların
erkeklere oranla çok daha fazla olduğu bir nüfus dağılımı
düşünün: Bu durumda çözümünüz ne!? Belki çok evlilik
diyebilirsiniz. Ama eğer bu da ya maddi bir takım
sıkıntılardan dolayı veya ailelerde meydana gelebilecek
huzursuzluklardan dolayı mümkün olmazsa ne olacak? Bu
kadınların da cinsel ihtiyaçlarının olduğunu inkar
etmiyorsanız; ya onları ömür boyu "kuma"lığa mahkum
edeceksiniz, ya başıboş bir cinsel bataklığa iteceksiniz,
yada kendisine cinsel duygularını bastırması için tavsiye
ve telkinlerde bulunacaksınız! Allah aşkına; bunlardan
hangisi gerçek çözüm?
6. Kadın tarafından
kaynaklanan bir takım sebeplerle çocukları olmayan ve
mutlaka çocuk sahibi olmak isteyen, ama ikinci bir dâimî
evliliği de maddi veya manevi açıdan kaldıramayacak bir
baba düşünün. Siz de biz de biliyoruz ki bir çok aileler
böyleki durumlarda çocuklarını kısır eşini boşamaya ve onu
çileli bir hayata itmeğe zorlayıp başka bir kadınla
evlenmeğe zorluyorlar. Böyle birisi için Mut’a nikâhından
daha güzel bir çözümünüz var mı?
Bu aklî ve toplumsal
sebepleri / gerekçeleri daha da çoğaltabiliriz. Bütün
bunları bir tarafa iter, erkek ve dişideki fıtrî duyguları
görmezden gelirseniz; insanları (özellikle gençliği) iki
toplumsal bataklıktan birine mahkum edersiniz: Bunlardan
birisi cinselliği tümüyle ortadan kaldırmayı amaçlayan
geçici bir "ruhbanlık", diğeri ise "cinsel komünizm", yani
genel evleridir. (Şimdilerde çoğu "elbette müslümanım!"
diyen pek çok gencin neden genel evlere mübtelâ olduğunu
varın sizler düşünün...)
Bugün hemen her şehre
kurulan genel-evlerin gençlerle dolup taşmasını nasıl izah
edersiniz!? Bu gençlerin içinde İslâmî kaygısı olmayanlar
elbette az değil; ama hepsi mi öyle? Hepsi mi Kâfir ve
imansız? Çoğu Müslüman evlâdı olan bu gençlerin o batağa
düşmelerinin sebebi ne?
Mü'minlerin Emîri İmam Ali (a.s)
ve onun has arkadaşı ve öğrencisi Abdullâh b. Abbâs ne
kadar da doğru söylemiş: "Şayet Ömer Mut’ayı
yasaklamasaydı; bedbaht kimsenin dışında kimse zina
etmezdi!" (Tefsir-i Taberi, C.5, S.9)
Allah’a emanet olun aziz
kardeşim. |