Bismillahirrahmanirrahim
Soru-118:
Bildiğiniz gibi, Ehl-i Sünnet,
Hz. Ali'nin (a.s) babası Ebu Talib'in iman etmeden dünyadan
gittiğini iddia ediyor ve bu konuda bir hadis bile
naklediyorlar. Allah Resulü'nden. Ehl-i Beyt mektebinde ise
bunun böyle olmadığı görüşü hakim. Mümkün olduğu takdirde her
iki tarafın görüşlerini ve en önemli delillerini zikredip
bizim için değerlendirirseniz minnettar oluruz. Allah sizden
razı olsun.
Cevap-118: Muhterem
kardeşim, size bahsettiğiniz konuyu geniş bir şekilde
inceleyen ve Hz. Ebu Talib'in imanını ispat eden bir yazıyı
takdim ediyoruz. İnşaallah bu yazıda yeterli cevabı
bulacağınıza inanıyoruz. Allah'a emanet olun.
EBUTALİB
(A.S)
Ebu
Talib'in imanı geçmişten günümüze kadar Ehl-i Beyt mektebi ile
diğer mektepler arasında tartışma konusu olmuştur. Bir çokları
onun (Allah'a sığınırız) imansız dünyadan göçtüğüne
inanmaktadır. Ama Ehl-i Beyt mektebinde onun mü'min olarak
dünyadan göçtüğü hususunda asla şüphe edilmemiştir.
Mezkur
şahıslar Resulullah'ın (s.a.a) bu fedakar koruyucusunun
küfrüne hükmederken tarih, hadis ve tefsir kitaplarından
naklettikleri zayıf ve meçhul rivayetlere dayanmışlardır.
Şiî alimler
ile bazı insaflı Ehlisünnet alimleri Ebu Talib'in imanını
ispat etmek için birçok kitaplar, makaleler ve risaleler
yazmışlardır. Böylece muhaliflerin ithamlarına cevap vermeye
çalışmışlardır ki, bu kitaplardan çoğunun ismi bibliyografı
bölümünde yer almıştır.
İslam
araştırmacılarına göre Ebu Talib'e istinat edilen bu asılsız
iddialar, Beni Ümeyye'nin, Hz. Ali'ye olan düşmanlığı yüzünden
uydurulmuştur.
Muhalifler
Ali'ye (a.s) dil uzatamayınca babasına saldırma yoluyla Hz.
Ali'nin ilahi makamını düşürmeye çalıştılar. Biz bu makalede
Beni Ümeyye tarafından uydurulan iftiralar yüzünden nurlu
çehresi gizli kalan bu yüce şahsiyetin, imanı sayesinde
ulaştığı makamını aşikar etmeğe ve onun hayatının çeşitli
boyutlarına ışık tutmağa çalışacağız:
Doğumu ve İsmi:
Ebu Talib
Peygamberin (s.a.a) amcası, en büyük destekçisi ve Hz. Ali'nin
de babasıdır.
Ebu Talib,
Hz. Rasulullah'tan (s.a.a) 35 yıl önce doğdu.[1]
Adı "Abdumenaf"dır.
İmam Sadık'ın (a.s) rivayetine göre Abdulmuttalib'in
vasiyetinde bu husus kesin bir şekilde açıklanmıştır.[2]
Bazıları
onun adının "İmran" olduğunu söylemişlerdir ve Hz.
Rasulullah'ın (s.a.s) ziyaretnamelerinin birinde şu tabirin
yer aldığını delil göstermişlerdir.
"Esselamu
aleyke ya Resulullah .... Esselamu ala ammike İmran'e Ebi
Talib."[3]
Büyük
oğlunun adı Talib olduğundan, künyesi de Ebu Talib'dir.
Ebu
Talib'in Anne ve Babası:
Annesi Amr
b. Aiz'in kızı Fatıma'dır.[4] Babası Abdulmuttalib'tir. (Abdulmuttalib
hicretten 127 yıl önce Mekke' de doğmuştur.) Abdulmuttalib
uzun boylu ve beyaz çehreliydi.
İmam Ali (a.s),
Abdulmuttalib'in isminin Amr olduğunu söylemiştir. Bazıları da
"Şeybe" olduğunu demişlerdir. Şeybe denilmesinin sebebi ise
doğduğu zaman saçlarında ak olmasıydı. Künyesi "Ebu'l
Haris"dir. Ve ihsan sahibi olduğundan dolayı "Feyyaz" lakabını
almıştır.
"Zirikli'nin"
nakline göre: Abdulmuttalib, miladi 520 yılından 579 yılına
kadar Mekke'nin hakimiydi ve vatanını Habeşliler' in yağma ve
baskınlarından korumuştur. (El-A'lam 4 / 154)
İmam
Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Kıyamet
gününde Abdulmuttalib, padişahlara mahsus güzellik ile
peygamberlerin nişaneleri yüzünde olduğu bir halde tek ümmet
olarak haşr olunacaktır."
Hz.
Peygamberin (s.a.a) Hz. Ali'ye yaptığı vasiyette şöyle yer
almaktadır:
"Abdulmuttalib'in
uyguladığı beş sünneti İslam da tasvip etmiş ve uygulamaya
koymuştur. Bu beş sünnet şunlardır:
1) Oğlun
babasının hanımıyla (üvey anneyle) evlenmesini yasaklaması.
2) Bulduğu
hazinenin humsunu (beşte birini) vermesi.
3) Zemzem
kuyusunu açarak onu hacıların sekayesi (hacıların sudan
istifade ettiği yer) olmasını sağlaması.
4) (Kasıtsız
olarak) bir insanı öldürmenin diyetini 100 deve olarak
belirlemesi.
5) Kâbe'nin
etrafının yedi kez tavaf edilmesi. "
Abdulmuttalib asla putlara tapmadı ve putlar adına kesilen bir
hayvanın etini de yemedi. O şöyle buyurmaktaydı: "Ben ceddim
İbrahim'in (a.s) dini üzereyim."
Abdulmuttalib, sürekli Peygamberin (s.a.a) korunmasını
emrederdi. Bu konuda Ebu Talib'e şöyle buyurdu: "Sana bir şeyi
tavsiye etmek istiyorum." Ebu Talib; "O nedir?" diye sorunca
şöyle dedi:
"Ey oğlum!
Sana kendimden sonra göz nurum Muhammed'e iyi bakmanı tavsiye
ediyorum. Onun ne ölçüde bana yakın ve yanımda ne kadar
değerli olduğunu biliyorsun. Onun değerini bil ve ona saygılı
davran. Sağ olduğun müddetçe onu kendinden ayırma; onu koru ve
ona hürmette kusur etme."
Yine,
çocuklarına hitaben şöyle diyordu: "Muhammed'e (s.a.a) saygı
gösterin, ona iyilikte kusur etmeyin. Yakın gelecekte onun
büyük makamını göreceksiniz."
Kavmine de
hitap ederek şöyle hitap ediyordu: Oğlum Muhammed b. Abdullah'
a iyi bakın. Ona saygılı davranın; ona iyilik edin ve eziyet
etmekten sakının."
İbni
Sa'd'den nakledildiğine göre Abdulmuttalib 72 yaşında vefat
etti ve Hucun'da (Mekke dağlarından birinin adıdır ve Mekke
halkının kabristanlığıdır) defnedildi.
İbn-i Sa'd
Abdulmuttalib'in 110 ve 120 yaşında vefat ettiğini söyleyen
rivayetleri de nakletmiştir.
Rasulullah'ı
(s.a.a) Koruyuculuğu:
Abdulmuttalib'in vefatından sonra, Ebu Talib kendisine edilen
vasiyet üzerine kardeşi oğlu Muhammed'i (s.a.a) kendi
himayesine aldı.[5]
Fatıma
bint-i Esed şöyle diyor: Abdulmuttalib vefat edince, Ebu Talib
Rasulullah'ın koruyuculuğunu üstlendi. Ben Rasulullah'a
bakıyordum, o ise beni anne diye çağırıyordu.[6]
İmam Sadık
(a.s) şöyle buyuruyor: "Cebrail Resulullah'a (s.a.a) gelerek
şöyle dedi: Ey Muhammed, Rabbin sana selam gönderiyor ve 'Seni
dünyaya getiren sülbe, sana hamile kalan kadına ve seni
yetiştiren ve sorumluluğunu üstlenen şahsa ateşi haram kıldım.'
diyor. Sonra şöyle devam etti: "Mezkur sülb baban Abdullah b.
Abdulmuttalib'dir ve sana hamile olan Amine bint-i Veheb'tir
ve seni terbiye eden ise Ebu Talib'tir."[7]
İbn-i
Ebi'l-Hadid şöyle diyor: Ebu Cafer Muhammed b. Habib'in Emali
adlı kitabında şöyle okudum: Ebu Talib Rasulullah'ı (s.a.a)
gördüğünde ağlayarak şöyle derdi: "Onu gördüğüm zaman kardeşim
Abdullah'ı hatırlıyorum." Ebu Talib çok zamanlar Rasulullah'ın
yattığı yerin düşmanlar tarafından öğrenilmesinden korkuyordu
ve bu sebeple Rasulullah'ı yerinden kaldırıp Hz. Ali'yi onun
yerine yatırıyordu.[8]
Şam
Seferi:
Ebu Talib
ticaret maksadıyla Şam'a doğru sefere çıkmak üzere idi.
Muhammed, Ebu Talib'e doğru koşarak devesinin dizgininden
tuttu ve şöyle dedi: "Amca! beni kime bırakıyorsun? Benim ne
babam var, ne de annem!" Bu sözler Ebu Talib'in kalbine ok
gibi işledi; bunun üzerine, "Allah'a andolsun, bizden ayrı
kalmasın diye onu da kendimle götüreceğim." dedi.
Böylece
Peygamber de bu sefere katıldı. Kafile Şam topraklarına
ulaşmıştı. Yol üstünde bulunan bir kilisede Buheyra isimli bir
rahip yaşıyordu. Kervan Buheyra'nın kilisesinin çevresinde
konaklamıştı. Rahip gökyüzünde bir bulutun kervandaki bir
kişinin (Peygamberin) başına gölge ettiğini gördü. Bir ağacın
gölgesi altına gelmesine rağmen o bulutun gölgesi kendisinden
ayrılmadı.
Bunun
üzerine Buheyra ziyafet hazırlığı yaptı ve birini göndererek
kafilede bulunan herkesi kendi adına şöyle davet etmesini
istedi: "Ey Kureyşliler küçük-büyük, hür-köle, hepinizin
soframda hazır olmasını istiyorum." dedi.
Kafiledekiler Buheyra'nın davetini kabul ettiler ve Hz.
Muhammed'i. (s.a.a) çocuk olduğundan dolayı bir ağacın
altındaki yüklerin yanındâ yalnız bıraktılar. Buheyra
oradakilere baktı ve söylenen özelliklere sahip birini
göremeyince şöyle dedi: Ey Kureyşliler bu yemekten hiçbir
kimse yememiş kalmasın! Oradakiler: "Eşyalarımızın yanında
bıraktığımız küçük bir çocuktan başka hiçbir kimse kalmadı."
dediler. Buheyra, "Böyle olmaz, onun da bu sofraya gelmesini
istiyorum." dedi.
Buheyra Hz.
Muhammed'i görünce, gözünü hayretle ona dikti ve şöyle dedi: "Ey
genç! Lat ve Uzza aşkına sorduğum sorulara cevap ver." Bunun
üzerine Hz. Muhammed, "Lat ve Uzza adına yemin ederek benden
hiç bir şey sorma! "diye cevap verdi.
Buheyra: "O
halde Allah'a yemin ediyorum!" deyince Peygamber (s.a.a) "sor"
dedi. Buheyra uykusu ve onun diğer özellikleriyle ilgili bazı
şeyleri sordu ve Peygamber cevap verdi. Bütün bu cevaplar
Buheyra'nın bilgisiyle uyum içindeydi.
Daha sonra
Hz. Muhammed'in iki omuzu arasındaki nübüvvet mührünü görünce,
Ebu Talibe gelerek, "İlahî kitaplarda bu çocuğun Peygamber
olacağı bildirilmiştir ve Ebu Talib'i geri dönmeye ikna etmeye
çalışarak; "Sakın bu çocuğu Yahudiler görmesin, zira Yahudiler
ona düşmandır."[9] dedi.
Hz.
Muhammed'in Hz. Hatice İle Evlenmesi:
Hz.
Muhammed (s.a.a) Hatice'nin kendisiyle evlenmeye eğilimi
olduğunu duyunca amcasını bu olaydan haberdar kıldı ve Ebu
Talib'i Hatice'ye görücü gönderdi.[10]
Ebu Talib
evlilik akdini şöyle okudu:
"Allah' a
şükürler olsun ki bize İbrahim ve oğlu İsmail' in
zürriyetinden olma şerefi ile bizi değerli bir şehir,
haccedilen bir evle şereflendirdi ve diğer insanlardan üstün
kıldı."
"Muhammed,
kardeşim Abdullah'ın oğludur. Kureyş'ten hiçbir genç ondan
değerli değildir. İyilik, fazilet, ileri görüşlülük, akıl ve
fikir bakımından hiç kimse ona ulaşamaz. Gerçi mal bakımından
fa- kirdir. Mal da ebedi olmayan bir gölge ve geri alınacak
bir emanettir."
"O,
Hatice'yi istiyor. Hatice de onu istiyor. Mehir olarak
istediklerinizi ben uhdeme alıyorum. Allah' a yemin ederim ki,
bundan sonra onun evrensel bir mesajı ve büyük bir makamı
olacaktır."[11]
Ebu
Talib'in, Risaleti Desteklemesi ve Genel Davetin Başlangıcı:
İbn-i İshak
şöyle yazıyor: Resulullah kavmine İslâm' ı tebliğ edip
davetini onlara Allah'ın buyurduğu şekilde açıklayınca
akrabaları ondan ayrılmadı ve ona itiraz etmediler. Ama
Resulullah onların putlarını tahkir edince bu onlara ağır
geldi. Allah'ın, İslam nuruyla koruduğu bir avuç kimseler
dışında hepsi ona karşı cephe aldı. İşte bu ortamda Ebu Talib
Resulullah'ın yardımına koştu. Böylece Peygamber de huzur ve
ümit içinde risaletini eda ediyordu. Dolayısıyla hiçbir şey
ona engel olamıyordu.
Kureyş,
Peygamberin kendi ilahlarına kötü söylediğini Ebu Talib'e
şikayet ettiklerinde Ebu Talib Peygambere gelerek şöyle dedi:
"Yeğenim! Kavmim bana gelerek şikayette bulundular. Hem bana
hem de kendine bir lütufta bulun da gücümün dışında kalan bir
şey yapma."
Resulullah
şöyle buyurdu: "Allah'a andolsun ki, güneşi sağ elime ve ayı
da sol elime verecek olsalar yine de davamdan vazgeçmem. Ya
Allah dinini galip kılacak, ya da bu yolda öldürülünceye kadar
çalışacağım. "
Peygamber
daha sonra ağladı. Gitmek istediğinde Ebu Talib ona "Yeğenim
geri dön." diye seslendi. Resulullah da geri dönünce Ebu Talib
şöyle dedi: "Git ve ne istiyorsan söyle. Allah'a andolsun ki
seni asla onlara teslim etmeyeceğim."[12]
Bir
rivayette de yer aldığı üzere Ebu Talib Ali'ye, "Oğlum
seçtiğin bu din nedir?" diye sordu. Ali (a.s): "Baba, ben
Allah'a ve Resulü'ne iman ettim. Peygamberin elçiliğini tasdik
ettim. Allah için onunla namaz kıldım ve kendisine tabi oldum."
dedi.
Ebu Talib
ise cevap olarak şöyle buyurdu: "İyi bil ki Peygamber seni
iyilikten başka bir şeye davet etmemiştir. O halde ona tabi ol."[13]
Seyyid
Fehhar şöyle yazıyor: Bir gün Ebu Talib, oğlu Cafer ile
birlikte yürürken Peygamber ile Ali'nin namaz kıldığını gördü.
Ebu Talib, oğlu Cafer'e: "Amcanın oğluna katıl." diye buyurdu.
Böylece Cafer de Resulullah ve Ali ile birlikte namaz kıldı.
Bu esnada Ebu Talib şu şiiri okudu:
"Ali ve
Cafer musibet ve zorluk anlarında benim dayanaklarımdır. Onu
yalnız bırakmayın ve amcanızın oğluna yardım ediniz. O amcanız
kardeşlerimiz arasında bir anne ve babadanız .
Allah'a
andolsun ki, onu yardımsız bırakmayacağım. Oğullarım arasında
temiz nesepli olanlar onu yalnız bırakmayacaktır."[14]
Şeyh Mufid
şöyle demiştir: "Ebu Talib'in iman ettiğinin bir delili de
oğlu Ali ve Cafer'e Resulullullah'a itaat etmelerini
emretmesidir."
Ebu Talib
kardeşi Hamza'ya da Resulullah'a (s.a.a) yardım hususunda
şöyle buyurdu:
"Ey Hamza!
Ahmed'in dininde sabırlı olmak gerekir. Bu dine yardımcı ol ki,
bu sabır sayesinde tevfik kazanasın. Rabbinden hak ile geleni
savun. Bu yolda sadık ve azimli ol. Hakkı asla gizleme. 'O' na
i'inan ettim' demen beni çok sevindirdi. O halde Allah için
Resulullah' a yardımcı ol."[15]
İbn-i Sa'd
şöyle diyor: Kureyş İslam'ın aşikâr olduğunu ve Müslümanların
Kâbe'nin etrafında toplandığını görünce paniğe kapılıp Ebu
Talib'in yanına koştular ve şöyle dediler: "Sen hepimizden
üstünsün, efendimizsin. Bu akılsızların yeğenine uyarak neler
yaptığını görüyor musun? İlahlarımızı terk edip bizlere dil
uzatıyor ve cahil olduğumuzu söylüyorlar."
Ammare b.
Velid' i de beraberinde getiren Kureyşliler sözlerine şöyle
devam ettiler: "Biz sana Kureyş gençlerinin en güzelini ,
yücesini ve tatlısını getirdik." dediler. "Onu sana veriyoruz.
Sana yardımcı olur. Sen de yeğenini bize teslim et ki, onu
öldürelim. Zira bu iş kabilemiz için daha hayırlı bir sonuçtur."
Ebu Talib:
"Benimle insaflı konuşmadınız." dedi. "Siz, yeğeninize bakmam
için bana veriyorsunuz. Ama kendi yeğenimi öldürmeniz için
sizlere teslim etmemi istiyorsunuz. Hayır, bu insaf değildir."
Onlar, "O
halde yeğenini çağır da onunla insaflı konuşalım." dediler.
Resulullah (s.a.a) gelince Ebu Talib şöyle dedi: "Ey yeğenim!
Bunlar amcaların ve kavminin büyükleridir. Seninle insaflı bir
şekilde konuşmak istiyorlar." Resulullah (s.a.a): "Sözünüzü
söyleyin, ben sizleri dinliyorum" dedi.
Onlar
dediler ki: "Bizi ilahlarımızla baş başa bırak. Biz de seni
ilahınla baş başa bırakalım." İbn-i Saa'd'ın nakline göre, Ebu
Talib: "Bunlar insaflı konuşuyorlar. Kabul et." dedi.
Resulullah şöyle buyurdu: "Sizin bu teklifinizi kabullenirsem,
sizleri Arapların padişahı kılacak ve Arap olmayanların da
karşınızda hor ve hakir olmasını sağlayacak bir kelimeyi dile
getirmeye hazır mısınız?"
Ebu Cehil
şöyle dedi: "Evet bu yararlı bir sözdür. Evet babana andolsun
ki, onu ve benzeri onlarca kelimeyi de deriz."
Resulullah:
"O halde 'lailahe illallah' deyiniz" diye buyurdu. Bu sözden
dolayı kızarak kalkıp oradan ayrıldılar. Kendi aralarında,
şöyle dediler: "Artık asla onun yanına dönmeyeceğiz. En iyisi
onu habersizce katledelim." dediler.
O gece
Resulullah'tan bir haber alınamadı. Ebu Talib ve Peygamberin
amcaları Peygamberin ikamet etmekte olduğu yere geldiler, ama
Peygamberi bulamadılar. Ebu Talib, Haşimoğulları ve Muttalib
oğullarından bir grup genci etrafına toplayarak onlara şöyle
dedi: "Hepiniz keskin bir kılıç alıp benimle gelin. Her
biriniz Kureyş büyüklerinden birinin, özellikle de Ebu
Cehil'in yanına oturun. Eğer Muhammed öldürülmüş ise Ebu Cehil
de yaşamamalıdır." Gençler de: "Dediğini yerine getireceğiz."
dediler.
Bu esnada
Zeyd b. Harise geldi. Ebu Talib, "Yeğenimi görmedin mi?" diye
sordu. Harise: "Gördüm, az önce birlikteydik." diye cevap
verdi. Ebu Talib şöyle dedi: "Onu görmedikçe eve gitmeyeceğim."
Zeyd hemen
"Safa" kenarındaki bir evde Müslümanlarla konuşmakta olan
Resulullah'ın (s.a.a) yanına vardı ve durumu kendisine iletti.
Resulullah kalkıp Ebu Talib'in yanına geldi. Ebu Talib şöyle
dedi: "Yeğenim, neredeydin? İyi misin?" Resulullah (s.a.a) "Evet"
diye buyurdu. Daha sonra Ebu Talib "Evine git:" dedi.
Resulullah (s.a.a) da kalkıp evine gitti.
Sabahleyin
Ebu Talib Resulullah'ın (s.a.a) elinden tutarak Haşim oğulları
ve Abdulmuttalib oğullarından bir grup ile birlikte
Kureyşliler'in yanına geldi ve şöyle dedi:
"Ey
Kureyşliler! Acaba ne yapmak istediğimi biliyor muydunuz?"
Onlar, "Hayır" deyince Ebu Talib onlar hakkında almış olduğu
kararını açıkladı ve beraberindeki gençlerden kılıçlarını
çıkarmalarını istedi. Gençler de beraberlerinde
bulundurdukları keskin kılıçlarını çıkartıp gösterdiler. Ebu
Talib daha sonra şöyle dedi: "Allah'a andolsun eğer
Muhaınmed'i öldürmüş olsaydınız, sizleri yok edinceye kadar
savaşırdım." Bu sözler karşısında Kureyşliler özellikle de Ebu
Cehil dehşete kapıldı.[16]
İbn-uz
Zab'ari'nin Hikayesi:
Rivayette
yer aldığı üzere bir gün Resulullah (s.a.a) namaz kılmak için
Kâbe'ye gitti. Namaza durunca, Ebu Cehil etrafındakilere şöyle
dedi:
"Kim bu
adamın yanına gidip namazını bozabilir?"
İbn'uz
Zab'ari adında birisi elini hayvan pisliğine ve kana sürerek
Resulullah'ın yüzüne sürdü.
Resulullah
namazdan çıkarak amcası Ebu Talib'in yanına gitti ve "Amcacığım,
bana ne yaptıklarını görmüyor musun?" dedi. Ebu Talib "kim
yaptı?" diye sorunca Resulullah, "Abdullah b. Zab'ari" diye
cevab verdi. '
Ebu Talib
kılıcını alarak Kureyşlilerin yanına gitti. Onlar Ebu Talib'i
görünce ayağa kalkmak istediler. Ebu Talib onlara şöyle dedi:
Allah'a andolsun yerinden kalkanı kılıcımla oturturum."
Ebu Talib
daha sonra eline bir miktar hayvan pisliği alarak onların yüz,
sakal ve elbiselerine sürdü ve onlara ağır sözler söyledi.[17]
Kureyş
Vesikası:
Ebut Talib,
Kureyş'in, Resululah'ı (s.a.a) öldürmeye kesin karar aldığını
duyunca şöyle dedi:
"Allah'a
andolsun ki, beni defnetmedikleri müddetçe sana dokunamazlar,
sen benim hayrımı dileyerek davet ettin, sen sadıksın (söylediğin
doğrudur) ve eminsin. Sen dinlerin en hayırlısını getirdin."
Ebu-l Futuh
Razi bu hususta şöyle diyor: "Bu sözler Ebu Talib'in imanını
açıkça göstermektedir. Zira 'Sana iman ettim ve seni tasdik
ettim.' sözü ile 'Sen sadıksın' sözü arasında hiç bir fark
yoktur."[18]
Kureyş,
Resulullah'ı öldüremeyeceğini ve Ebu Talib'in Resulullah'ı (s.a.a)
himayeden el çekmeyeceğini anlayınca Peygamberi öldürmek için
kendilerine teslim edinceye kadar Haşim oğulları'yla alış
verişi keseceklerine dair kendi aralarında bir vesika
imzaladılar. Böylece Resulullah, Haşimoğulları ve Muttalib
oğullarından olan yakınlarıyla birlikte bir vadide muhasara
altına alındı.
Bu muhasara
tam üç yıl sürdü. Bu müddet zarfında Resulullah, Ebu Talib ve
Hatice tüm mallarını harcadılar ve büyük bir sıkıntı ve
yokluğa düştüler. Allah-u Teala, Resulüne Kâ'be binası içine
asılı olan vesikayı, Allah kelimesi müstesna, hepsini
böceklerin yiyip yok ettiklerini vahyetti.
Resulullah
da durumu Ebu Talib'e bildirdi. Daha sonra hep birlikte gidip
Kâbe'nin yanında oturdular. Kureyşliler şöyle dediler: "Ey Ebu
Talib, artık sözünü hatırlamalı, kavminle dostluk kurmalı ve
yeğenin hususundaki tutuculuğundan el çekmelisin." Ebu Talib
onlara, şöyle dedi: "Ey kavmim! Vesikayı getirin belki sıla-i
rahim etmek ve kini ortadan kaldırmak için bir yol buluruz."
Vesikayı
getirdiler Ebu Talib onlara şöyle dedi. "Bu sizin
imzaladığınız vesikadır. Bu vesikaya hiç dokundunuz mu?" Onlar
"Hayır" dediler. Ebu Talib daha sonra şöyle dedi: "Allah-u
Teala Resulüne bu vesikanın Allah kelimesi dışında tamamen yok
edildiğini vahyetmiştir. Şimdi eğer doğru söylüyorsa ne
yapacaksınız?" Onlar, "Ondan el çekeriz." dediler. Ebu Talib
de "Eğer o yalan söylemişse o zaman da öldürmek için sizlere
teslim ederim." dedi. Onlar da "insaflı konuştun, iyi dedin"
dediler.
Vesikayı
açtıklarında Allah kelimesi dışında tüm yazılanların yok
edildiğini gördüler.
Ama buna
rağmen inatla, "Bu yeğeninin büyüsüdür." dediler.
Ebu Talib
şöyle dedi: "O halde niçin biz muhasaraya teslim olalım?
Halbuki siz buna daha layıksınız." Ebu Talib daha sonra
beraberindekilerle Kâbe perdelerinin içine girdi ve şöyle dedi:
"Allah'ım bize zulmedenlere, bizimle akrabalık ilişkilerini
kesenlere ve bizlere layık olmadığımız şeyleri yakıştıranlara
karşı yardım et bize."[19]
Ebu
Talib'in Vefat Anındaki Vasiyeti:
İmam Sadık
(a.s) şöyle buyuruyor: "Ebu Talib'in vefatı yaklaşınca
Kureyş'in büyüklerini toplayarak onlara şu vasiyette bulundu:
"Ey
Kureyşliler, sizler insanlar arasında Allah'ın seçkin kulları,
Arab'ın kalbi, yeryüzü ve harem ehli arasında Allah'ın
hazinedarlarısınız. Sizin aranızda muktedir bir önder, cesur
bir öncü ve eli açık bir bağışlayıcı bulunmaktadır. Sizlere
Kabe'yi tazim etmenizi tavsiye ediyorum ki, bunda Allah'ın
rızası, rızkın devamı ve zorluklar karşısında direniş vardır.
Sıla-i rahim yapınız. Zira bu ölümü erteler ve nüfusu çoğaltır.
Zulmetmeyi terk ediniz ki, öncekiler de bu yüzden helak
oldular. Davet edene icabet ediniz. Hayat ve ölümün şerefi de
bundadır. Sadık olunuz ve emanete riayet ediniz. Zira bu ikisi
sayesinde iftiradan korunur ve halk nezdinde değer
kazanırsınız.
Sizlere
Muhammed hakkında iyilik etmenizi tavsiye ediyorum. Zira
Muhammed Kureyş'in emini, Arapların doğru sözlüsü ve sizi
davet ettiğim şeyleri ihya edendir. Muhammed sizlere öyle bir
mesaj getirmiştir ki, kalp ve ruh bunu kabul etmekte, ama dil
kötüleyenlerin korkusundan inkar etmektedir.
Allah'a
andolsun ki, adeta mustazaf halkın onun davetini kabul
ettiğini, sözlerini tasdik ettiğini ve risaletini kabul
ettiğini görür gibiyim. Böylece Kureyş'in büyükleri hakir,
evleri boşalmış ve zayıfları yücelmiş olacaktır. En büyükleri
Peygambere en muhtaç olanı, en günahkarları da ona en uzak
olanlarıdır. Arap kavmi onu sevecek topraklarını ona verecek
ve onu önder seçecektir.
Ey Kureyş
kabilesi! Peygamberi seviniz, onu himaye ediniz. Allah'a
andolsun ki onun yolunda ilerleyen kemale erer ve hidayetine
tâbi olan saadete kavuşur. Eğer sağ kalsaydım ondan bela ve
zorlukları gidermeye çalışırdım."[20]
Ebu
Talib'in Vefatı:
Ebu
Talib'in vefat tarihi hususunda da ihtilaf vardır. Muhaddis-i
Kumi bi'setin onuncu yılının sonlarında Receb ayının 27'sinde
vefat ettiğini ileri sürmektedir.
Makrizi,
Zilkade ayının başında öldüğünü savunmaktadır.
Zerkani ise
şöyle yazıyor: Bi'setin onuncu yılının, Ramazan ayının
12'sinde Ebu Talib vefat etti "
İbn-i Sa'd
da Ebu Talib'in bi'setin onuncu yılının, Şevval ayının
ortasında, 80 küsur yaşındayken vefat ettiğini, Hatice'nin de
bundan 35 gün sonra dar-ı faniden göçtüğünü ve vefat anında 65
yaşında olduğunu nakletmektedir.
Resulullah
böylece hem Ebu Talib' i ve hem de Hatice' yi kaybetmiş oldu.
Bu yüzden bu yılı "Hüzün Yılı" olarak adlandırdı.
Ebu Talib "Hucun"
denilen yerde defnedildi. Özellikle de Ebu Talib'in vefatı onu
çok üzdü. Zira en büyük hâmisini kaybetmiş ve dolayısıyla da
Kureyş için Resulullah'a (s.a.a) eziyet etmek hususunda hiç
bir engel kalmamıştı.
Resulullah
(s.a.a) bu hususta şöyle buyuruyor: "Ebu Talib hayatta olduğu
müddetçe Kureyş bana eziyet edemiyordu."[21]
İmam Sadık
(a.s) şöyle buyuruyor:
"Ebu Talib
küfrü aşikar kıldı, imanı ise gizledi. Ebu Talib vefat edince
Allah-u Teala Peygamberine Mekke'de kendisini himaye edecek
birinin kalmadığını ve bu yüzden hicret etmesinin gerektiğini
vahyetti. Böylece Resulullah (s.a.a) Medine'ye doğru hicret
etti."
Ebu Talib
vefat edince, Emir'ül-Müminin Ali (a.s) Peygamberin (s.a.a)
yanına gelip babasının vefatını bildirdi. Resululah (s.a.a) bu
haberi duyunca çok üzüldü ve Hz. Ali'ye (a.s) şöyle buyurdu: "Git
onun gusül ve kefenleme işlemlerini yap ve bir tabutun içine
koyduğun zaman bana haber ver."
Hz. Ali (a.s)
denilenleri yerine getirdikten sonra Peygambere (s.a.a) haber
verdi. Resulullah (s.a.a) Ebu Talib'in cenazesinin yanına
vardığında keder ve üzüntü içinde şöyle buyurdu: "Ey Amca!
Seninle akrabalık ilişkim vardı. Allah tarafından
mükafatlandırılacaksın. Beni çocukken terbiye ettin.
Büyüdüğümde bana yardımcı oldun." Daha sonra da halka dönerek
şöyle buyurdu: "Allah'a andolsun amcama öyle bir şefaatte
bulunacağım ki, ins ve cin topluluğu şaşıracaktır."[22]
Daha sonra
Hz. Ali (a.s) babasının mateminde şöyle dedi: "Ey Ebu Talib,
ey sığınanların sığınağı, ey rahmet yağmuru, ey karanlıkların
nuru. Gerçekten de senin yokluğun, gayretli ve büyük insanları
perişan etti. Sen Peygambere iyi bir amca idin."[23]
Ebu
Talib ve Hz. Ali (a.s):
Ebu
Talib'in en büyük özelliklerinden biri de Ali'nin (a.s) makam
ve mevkisinin farkında olmasıydı. Ebu Talib oğlunun doğumu
asında Allah'ın,yardımıyla onun velayer ve vesayet makamına
sahip olacağından haberdudı. Bu konu rarihi metinlerde yeralan
hadislerden çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır.
1- Seyyid
Ali Han-i Medeni şöyle yazıyor:
Peygamber
hayattayken kavmine Ali'nin (a.s) kendi vasi ve halifesi
olduğunu duyurdu. Orada Ebu Talib de hazır bulunuyordu.[24]
Taberi de
Hz. Ali'den (a.s) şöyle naklediyor: "Yakın akrabalarını uyar"
ayeti nazil olunca, Resulullah (s.a.a) kavmini topladı ve
onları Allah'ın dinine davet ederek şöyle dedi: "Bu hususta
bana hanginiz yardımcı olsa o, benim kardeşim ve , halifem
olur."
Hiçbir
kimse yerinden kıpırdamadı. Ben (Ali) en küçükleri olmama
rağmen kalkıp şöyle dedim:
"Ben, ey
Allah'ın Resulü; sana yardımcı olacağım."
Resulullah
şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki, bu şahıs (Ali) benim kardeşim ve
halifemdir. Sözünü dinleyiniz ve itaat ediniz."
Oradakiler
alaylı bir şekilde gülerek Ebu Talib'e şöyle dediler: "Peygamber
sana oğlunu dinlemeni ve itaat etmeni emrediyor."[25]
2- Şeyh
Tabersi, Ebu Talib'in bir kasidesini nakletmektedir ki, bir
beyti şöyledir:
"Hazret-i
Adem' den beri daima / Vasi ve mürşid bizden çıkmıştır."
3- Şeyh
Ebu'l-Futuh Razi, İmam Rıza'dan (a.s) naklettiği üzere Ebu
Talib'in yüzük kaşında şöyle bir ifade yer almıştır:
"Rabbim
Allah'tır, yeğenim Mühammed peygamberdir ve oğlum Ali vasidir."[26]
4- Şeyh
Kuleyni'nin imam Sadık'tan (a.s) naklettiği bir hadiste şöyle
yer almıştır:
"Amine
bint-i Veheb'in doğum sancıları başlayınca Ebu Talib'in eşi
Fatıma bint-i Esed doğuruncaya kadar onun yanında kaldı. Daha
sonra 'Acaba benim gördüğüm şeyleri görüyor musun?' diye sordu.
O, 'Ne görüyorsun?' diye sorunca da 'Şu doğu ve batıyı kuşatan
nuru.' diye cevap verdi. Bu esnada Ebu Talib içeri girdi ve
onlara şöyle dedi: 'Hangi şeyden dolayı şaşırıyorsunuz?'
Fatıma bint-i Esed ona gördüğü nuru anlattı. Ebu Talib
Fatıma'ya hitaben şöyle dedi: Sana bir müjde vereyim mi?" "Evet"
deyince de Ebu Talib onaoşöyloe üeun "Sen dünyaya öyle bir
çocuk getireceksin ki, ç ğ ,(peygamber'in) vasisi ve halifesi
olacaktır."[27]
5- Cabir b.
Abdullah şöyle diyor: Resulullah'tan (s.a.a) Ali'nin (a.s)
doğumunu sordum; şöyle buyurdu:
"Doğumu
Mesih gibi olan en iyi çocuğun doğumunu sordun. Allah-u Teala
Ali'yi benim nurumdan, beni de Ali'nin nurundan, ikimizi de
bir nurdan yarattı. Sonra da bizleri temiz sulblerden temiz
rahimlere yerleştirdi. Nakledildiğim her sulbde Ali de
benimleydi. Sonunda Allah beni annem Amine'nin rahmine
yerleştirdi, Ali'yi de Fatıma bint-i Esed'in rahmine
yerleştirdi. "
Ali'nin (a.s)
doğum gecesi olduğunda yeryüzü nurlandı ve Ebu Talib dışarı
çıkınca şöyle dedi: Ey halk, Allah'ın velisi Kâbe'de dünyaya
geldi." Sabah Kâbe'ye gelince şöyle diyordu kendi kendine:
"Ey
Allah'ım, bu siyah zulmette ve nurlu bir ay.
Gizli
emrini bize açıkla.
Bu çocuğun
adı hususunda"
O esnada
şöyle bir gaybi ses duyuldu:
"Ey seçkin
Peyamberin Ehlibeyti, tertemiz bir çocuk size verildi; Allah
tarafından adı Ali seçildi ki, Allah,ın 'Aliyy' adından
alınmıştır."[28]
Ebu
Talib'in Şiiri:
İbn-i
Şehraşub şöyle yazıyor:
"Ebu
Talib'in mümin olduğunu gösteren şürlerin sayısı üçbini
geçmektedir."[29]
"Ebu Talib
Divanı'nı lügat alimi olan Ebu Nuaym b. Hamza-i Basri
et-Tamimi toplamış ve bu divanı Ebu Muhammed Harun b. Musa-i
Telakberî ve diğer bir grup Şia alimlerinden rivayet etmiştir.[30]
Aynca Afif
b. Es'ad'ın Osman b. Cinni'den rivayet ettiği şekliyle Divan-u
Şeyh'il Ebatih Ebi Talib" adıyla basılan, Ebu Heffan-i
Mehzem-i Abdi'nin toplamış olduğu bir divan vardır.
İmam Sadık
(a.s) da şöyle buyurmuştur: "Hz. Ali (a.s), Ebu Talib'in
şiirlerinin rivayet ve tedvin edilmesini çok severdi ve daima
şöyle derdi: Bu şiirleri öğreniniz ve çocuklarınıza öğretiniz.
Zira Ebu Talib Allah'ın dini üzereydi. Bu şiirlerde birçok
bilgiler vardır."[31]
Ebu
Talib'in en meşhur kasidelerinden biri Lâmiye kasidesidir ki,
edeb ve siret ehli kimseler nezdinde ün yapmıştır. Elbette
beyitlerinin sayısı hususunda ihtilaf edilmiştir. İbn-i Hişam
sahih kabul ettiği 94 beytini nakletmiştir. Resulullah'ı
medhettiği meşhur beyitlerinin birinde şöyle diyor:
"Beyaz
yüzlüdür ve yağmurlar onun yüzü hürmetine istenir.
Yetimlerin
sığınağı, dulların koruyucusu
Fakir
Haşimiler ona sığınır
Ve onun
yanında rahmet ve fazilet içinde olurlar.
Onlar
evlâdımızın yalan söylemediğini
Ve batıla
itimad etmediğimizi biliyorlar."
İmam Sadık
(a.s) ve İbn-i Abbas son beytin Ebu Talib'in imanına delil
olduğunu buyurmuşlardır.
Şeyh
Kuleyni şöyle naklediyor: İmam Sadık'a (a.s), halkın Ebu
Talib'in kafir olarak öldüğünü söylediği hususunda sorulunca,
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu: "Ebu Talib nasıl kafir
sayılabilir? Halbuki o şöyle demiştir: Bizim, Muhammed'i de
Musa gibi bir peygamber kabul ettiğimizi biliyor musun?"[32]
İbn-i
Ebi'l-Hadid'in nakline göre Harun Reşid'in babası Abdullah
Memun şöyle diyordu: Allah'a andolsun ki, Ebu Talib şu sözüyle
iman etmiş birisi olduğunu ortaya koymuştur:
"Allah'ın
elçisine şimşek gibi parlak bir kılıçla yardım ettim.
Resulullah'ı himaye ediyoruz ve ona şefkatli davranıyoruz.
Düşmanlarına genç bir deve gibi yumuşak davranıyorsam da
Ama onlara
büyüklük sebebiyle arslanı korkuturcasına kükrüyorum."[33]
Allâme
Emini şöyle diyor: "Eğer bu sözler risalet ve nübüvveti tasdik
için yeterli değilse, o halde ne yeterlidir?"[34]
İbn-i
Eb'il-Hadid şöyle diyor: Gerçi bu lafız mütevatir değilse de
ancak manası mütevatirdir. Hepsi de Resulullah'ın risaletini
tasdik etmekte olan ortak bir manayı ifade etmektedir."[35]
Adamın
birisi, Hz. Ali'ye (a.s) şöyle dedi: "Senin yüce bir makamın
var; ama baban azap içindedir."
Hz. Ali ona
şöyle buyurdu: "Sus! Allah ağzını kırsın. Allah'a andolsun ki,
babam hangi günahkâra şefaat etse Allah şefaatini kabul eder...
Allah'a andolsun ki, Ebu Talib'in nuru kıyamette Muhammed,
Fatıma, ben, Hasan, Hüseyin ve evlatlarının (İmamların) nuru
dışında tüm nurları söndürür. Bil ki, onun nuru bizim
nurumuzdandır. Allah-u Teala bu nuru Adem'den tam iki bin yıl
önce yarattı."
Bir gün Hz.
Ali (a.s) şöyle buyurdu: "Allah'a andolsun ki babam, dedem
Abdulmuttalib, Haşim ve Abdulmenaf asla putlara tapmamıştır."
"Onlar neye
ibadet ediyordu." diye sorulunca da şöyle cevap verdi: "Onlar
Kâbe'ye, doğru ve Hanif din üzere namaz kılıyorlardı."[36]
Hz. İmam
Zeyn'ül Abidin'e (a.s) Ebu Talib'in imanı hakkında sorulunca
şöyle buyurdu:
"Allah-u
Teala Resulü'ne Müslümanların kafirlerle evlilik bağını
kesmelerini emretti. Fatıma bint-i Esed İslam'ı kabul
edenlerden idi. Ölünceye kadar da Ebu Talib'in karısıydı."
İmam Sadık
(a.s) şöyle buyurdu: "Ebu Talib'in misali de Ashab-ı Kehf
misalidir ki, imanını gizlemiş, şirki açığa vurmuşlardı. Allah
onların sevabını iki kat yazmıştır."
Şeyh Saduk
İmam Hasan-i Askeri'den o da babasından naklettiği bir hadiste
şöyle yer almıştır;
"Allah-u
Teala Peygambere şöyle vahyetti: Ben sana takipçilerinden iki
grupla yardımcı oldum. Bir grup açıkça, bir grup da gizlice
seni teyit ediyorlar. Gizlice yardım edenlerin efendisi amcan
Ebu Talib'dir. Açıkça yardım edenlerin efendisi ise oğlu
Ali'dir. Ebu Talib Âl-i Firavun'un mümini gibi imanını
gizlemiştir."[37]
Ebu
Talib Hakkında Alimlerin Görüsü:
İbn-i Ebi-1
Hadid, Emir'ül-Müminin Ali'nin (a.s) fazileti hakkında şöyle
diyor: "Babası Mekke'nin seyyidi, Kureyş'in şeyhi ve Mekke'nin
reisi olan birisi hakkında ne söyleyeyim!"[38]
Meşhur Arap
şairi Sabit b. Cabir'e "Arapların efendisi kimdir?" diye
sorulunca, "Ebu Talib'dir" diye cevap verdi.
Arapların
Fasih ve büyüklerinden olan ve hilim ve hikmetiyle bilinen
Ahnef b. Kays-i Tamimi'ye, "Bu hilim ve hikmeti nerede buldun?"
diye sorulunca şöyle dedi: "Asrın hikmeti en çok hilimli ve
bilgini Kays b. A'sım'dan."
Kays b.
Asım'a; "İlim ve hilmi kimden aldın?" diye sorudular, o da "Eksem
b. Sayfi-i Temimi'den" diye cevab verdi. Eksem'e "Bu hikmet,
riyaset, hilim ve siyadeti kimden öğrendin?" diye sorunca o da
"Ebu Talib'den" diye cevap verdi.[39]
Eksem'e;
"Sen zamanımızın en bilgili ve sabırlı insanısın" denilince
şöyle dedi: "Ben uzun süre Ebu Talib, Abdulmuttalib, Haşim,
Abdumenaf ve Kussa ile yaşadım. Niçin böyle olmayayım ki?
Onların davranışlarını örnek aldım ve onlara tâbi oldum."
Ebu Osman
Amr b. Bahr (Cahiz) Ebu Talib hakkında şöyle diyor: "Ebu Talib
Resulullah'ın (s.a.a) hamisi, yardımcısı ve seveniydi. Onun
kefili, eğiticisi ve nübüvvetini ikrar eden biriydi.
Menkıbeleri hakkında birçok beyitler inşad etmiştir. Kureyş'in
de büyüğü idi."[40]
Şeyh Saduk
şöyle diyor: Ebu Talib mümin idi. Ama Resululah'a (s.a.a) tam
manasıyla yardımcı olmak için imanını gizlemiş, şirki zahir
kılmıştır.
Allame
Seyyid Muhsin Emin ise şöyle diyor: Resulullah meb'us olunca
Ebu Talib ona iman etti, sözlerini onayladı. Ama bunu aşikar
etmiyordu. Peygambere yardımcı olabilmek için imanını gizledi.
Aksi takdirde Resulullah'ı (s.a.a) ve İslam dinini gereğince
savunamazdı. O, imanını gizleyerek bu önemli görevi yerine
getirdi. İmanını açığa vurmuş olsaydı Kureyş'in nefretini
kazanırdı. Kureyş onu sadece yeğenini savunmakla suçluyordu.
Ama imanını açığa vursaydı artık kendisine saygı
göstermezlerdi. Ebu Talib'i sadece yeğenini koruyor diye mazur
görüyorlardı."
Aslı
Olmayan İsnatlar:
Ehlibeyt
mektebine muhalif olanlardan bir grup, "Onları Peygambere
yaklaşmaktan vazgeçirmeye çalışır, hem de kendileri ondan
uzaklaşırlar." ayetinin Ebu Talib hakkında nazil olduğunu
iddia etmişlerdir. Zira müşrikleri Resulullah'a (s.a.a) eziyet
etmekten alıkoyar, ama kendisi iman etmezdi.
Ebu
Tâlib'in şahsiyet ve sözleri ve Ehl-i Beyt imamlarının
açıklamalarından anlaşıldığı üzere bu gibi isnatlar Beni
Ümeyye'nin Ehlibeyt'e olan düşmanlıkları neticesinde hadis
olarak uydurdukları iftiralardır.
Taberi ayet
hakkında üç görüşü naklettikten sonra şöyle yazıyor:
"En iyisi 'Onlar
Resulullah'a (s.a.a) itaatten alıkoyuyor kendileri de ona tabi
olmuyorlar' şeklinde tefsir edilmesidir. Zira önceki ayetler
Resululllah'ı tekzip eden ve ondan yüz çeviren müşrikler
hakkındadır."[41]
Bu ayetin
Ebu Talib hakkında nazil olduğunu söyleyen rivayetler ise
birçok açıdan reddedilmiştir. (bu husuta el-Gadir kitabına
müracaat edilebilir.)
Bazı
rivayetlerde şöyle yer almıştır: "Ebu Talib ölmek üzere
olduğunda Resulullah (s.a.a) yanına giderek; "Ey Amca, la
ilahe illallah de ki, Allah nezdinde hüccet olsun." dedi.
Orada hazır olan Ebu Cehil ve Abdullah b. Ebi Umeyye; "Ey Ebu
Talib, sen Abdulmuttalib'in dininden yüz mü çeviriyorsun?"
dediler. Ebu Talib de bunun üzerine "Ben Abdulmuttalib'in dini
üzereyim." dedi. O zaman da Resulullah şöyle buyurdu: "Ben de
nehyedilinceye kadar senin için dua edeceğim. " O zaman da şu
iki ayet nazil oldu: "Yakınları bile olsa kendilerine (hak)
açıklandıktan sonra müşrik olanlar için Peygamber ve Allah'tan
yarlıganma dilemesi (doğru) olmaz. "
"Sen
sevdiklerini hidayete erdiremezsin. "
Ebu'l-Futuh
Razi bu rivayete cevap olarak şöyle yazıyor: "Bu rivayet
batıldır. Zira bu ayetler Resulullah'ın (s.a.a) vefatına yakın
bir zamanda nazil olmuş, Ebu Talib ise çök önceleri ölmüştü."[42]
Kaldı ki,
bu hadisin ilk bölümüyle son bölümü arasında çelişki vardır.
Zira; hadis Abdulmuttalib'in dini üzere olduğunu söylemiştir.
Abdulmuttalib ise Müslüman idi.
Zeyni
Dehlan şöyle yazıyor: "Ahmed b. Hanbel, Tirmizi, Teyalisi,
İbn-u Ebi Şeybe ve Nesai'nin Hz. Ali'den rivayet ettikleri
üzere bu ayetin nüzul sebebi şuydu ki, insanlar müşrik olan
babaları için dua ediyorlardı. Bu yüzden mezkur ayet nazil
oldu. Bu hususu açıkça tasrih eden bir hadisi İbn-i Abbas
rivayet etmiştir."[43]
Zemahşeri
de ayetin Ebu Talib hakkında nazil olduğunu kabul etmiyor ve
şöyle diyor: "Ebu Talib hicretten önce ölmüştür. Bu ayetler
ise Medine'de nazil olan son ayetlerdendir."[44]
Ehlisünnet
yoluyla nakledilen bazı rivayetlerde yer aldığı üzere
Resulullah'a (s.a.a): "Acaba Ebu Talib'e bir yararın dokundu
mu? Zira o seni himaye ediyor ve senin için müşriklere gazap
ediyordu" diye sorulunca şöyle buyurdu: "Evet Ebu Talib
topuklarına kadar ateşten bir çukur içindedir. Eğer benim
şefaatim olmasaydı, muhakkak o cehennemin en derin gukurunda
bulunurdu."[45]
Bu hadis de
önceki hadis gibi uydurulmuştur. Seyyid Fehhar'ın naklettiği
dört rivayette İmam Rıza (s.a) ve İmam Sadık (a.s) bu hadisi
reddetmiş ve onun yalan olduğunu açıklayarak Ebu Talib'in iman
etmiş olduğunu söylemişlerdir.
Bu hadisin
senedini Ehlisünnet alimlerinin çoğu da kabul etmemişlerdir. (bkz.
el-Gadir, c.8, s.23)
Bu hadiste
şefaat meselesi söz konusudur. Rivayetlerden de anlaşıldığı
üzere şefaat muvahhitlere yani müminlere mahsustur. Yani
şefaat şahadete bağlıdır. Dolayısıyla kafirlere şamil olmaz.[46]
Buna binaen
tevhidi şahadet olmadığı takdirde Peygamber kimseye şefaat
edemez ve azabının azalmasını istemez. Dolayısıyla bu hadisi
kabul etmek mümkün değildir.
EbuTalib'in Cenaze Namazı:
İbn-i Hacer
şöyle yazıyor: Eğer Ebu Talib Müslüman olsaydı, Resulullah (s.a.a)
cenazesine namaz kılardı."
Halbuki
Zeyni Dehlan gibi birçok Ehlisünnet alimlerinin de kabul
etttiği üzere o zamanlar henüz cenaze namazı teşri olmamıştı.
Bü yüzden
Resulullah Hz. Hatice için de cenaze namazı kılmadı.
İbn-i Sa'd
şöyle nakletmektedir: "Ebu Talib, Resulullah'ın (s.a.a)
zamanında vefat etti. Cafer ve Ali ona vâris olmadı. Ama Akil
ve Talib ona vâris oldular. Zira Müslümanlar kafirlerden ve
kafirler de Müslümanlardan miras alamaz."
Abdulcelil-i Kazvini buna cevap olarak diyor ki: Bu iddia
doğru bile olsa, Ehlibeyt mektebine göre kafir Müslümana vâris
olamazsa da mü'min kafirden miras alabilir. Zira küfür miras
almaya engel olur, ama iman engel değildir. Dolayısıyla Ali (a.s)
Ebu Talib'e vâris olmuştur. Kaldı ki, Ebu Talib'in kendisi de
mü'min idi.
BİBLİYOGRAFİ:
1- Kur'an-ı
Kerim
2- ez-Zeria
3- Şerh-i
Nehc'ül Belağa
4- e1-Kamil
Fi't Tarih
5- Sire-i
İbn-i İshak
6- el-İsabe
7-
Tabakat'ül-Kübra
8-
Menakib-u Âl-i Ebi Talib
9-
Muteşabih'ul Kur'an ve Muhtelifih
10-
Meâlim-ul Ulema
11- Bena-ul
Makalet-il Fatımiyye
12-
el-İstiab
13-
Umdet-ut Talib
14-
Revzet-ul Vaizin
15- Sire-i
İbn-i Hişam
16-
Tefsir-i Ebu-l Futuh
17-
A'yan'uş Şia
18-
el-Gadir
19- Sahih-i
Buhari
20-
Hediyet-ül Arifin
21- Esn-el
Metalib Fi Şerhi Hutbet-i Ebi Talib
22-
Mu'cem'ül Buldan
23- Ebu
Talib Mumin-i Kureyş
24-
Fihrist-i Esma-i Ulema-i Şia
25-
el-Harâic vel Ceraih
26-
Kısas'ul Enbiya
27- Şerh-ul
Mevahib-il Leduniyye
28-
el-A'lam
29- Nakz,
s.513-514
30-
Esn'el-Metalib Fi Necat-i Ebi Talib
31-
el-Hisal
32- Mean-il
Ahbar
33-
el-Emali.
34- Ehl-u
Beyt, fi'l Mekebet-il Arabiye
35-
Mecma-ul Beyan
36-
el-İhticac
37-
Tarih-ul Umem ve'l Müluk
38-
Tefsir-i Taberi
39-
el-Huccet Ale'z Zahib İla Tekfır-i Ebi Talib
40-
Tefsir-i Razi
41-
Tefsir-i Kurtubi
42- Nakz
43-
el-Künye ve'l-Elkab.
44-
Yenabi'ul Mevedde
45- el-Kafi
46-
Kifayet'ut Talib
47-
Bihar-ul Envar
48-
Ed-Derecat-ur Refia Fi Tabakat'iş Şia
49-
el-İhtisas
50- Emta'ül
Esma
51- İman-u
Ebi Talib.
52-
et-Tergib-u ve't-Terhib Min Ehadis'iş Şerif
53-
Rical'ün Necâşi.
54-
en-Nedim.
55- Tarih-i
Yakubi
DİPNOTLAR:
[1]- el-İsabe, 4/115.
[2]- el-Hüccet Ala Zahib / 55,
Meani-il Ahbar / 121, Menakıb-ı İbn-i Şehraşub, 1 / 36.
[3]- Bihar-ul Envar, 100 / 189.
[4]- Umdet-ut Talib / 23.
[5]- e1-İsabe, c.4, s.115,
Menakıb İbn-i Şehraşub, c.l, s.36.
[6]- Harayic-i Ravendi, c.l,
s.139.
[7]- el-Kâfi, c.1, s.446.
[8]- Nehc'ül-Belâğa'nın Şerhi,
c.14, s.64
[9]- Sire-i İbn-i İshak,
s.73-76, Sire-i İbn-i Hişam, c.l, s.191-194, Taberi Tarihi, c.
2,s.32-33.
[10]- Kamil-i İbn-i Esir,
c.l,s.472.
[11]- Şerh-i Nehc-ul Belağa, c.
14, s. 70.
[12]- Sire-i İbn-i İshak,
s.154.
[13]- Tarih-i Taberi, c.2,
s.214.
[14]- İman-u Ebi Talip, s.39.
[15]- Şerh-i Nehc-ul Belağa, c.
14, s. 76, el-Hüccet-u Alâ'z-Zahib, s.277.
[16]- Tabakat-ı İbn-i Sa'd,
c.1, s.201-202.
[17]- Tefsir-i Kurtubi, c.6,
s.405, el-Kafi, c.1, s.449.
[18]- Tefsir-i Eb'ul Futuh,
c.4, s.407.
[19]- Sire-i İbn-i İshak,
s.163-164. Kamil-i İbn-i Esir, c.l, s.504-506, Tarih-i Yakubi,
c.2, s.33.
[20]- Revzet'ul Vaizin, c.l,
s.169-170, ed-Derecat-ur Refia, s.60.
[21]- Kamil-i İbn-i Esir, c.l,
s.507, Sire-i İbn-i Hişam, c.2, s.57, Sire-i İbn-i İshak,
s.239. Tabakat-i İbn-i Sa'd, c.l, s.124.
[22]- el-Hücce, s.265, İman-u
Ebi Talib, s.24-26. 36
[23]- el-Hüccet Ala'z-Zahib,
s.122-123.
[24]- Derecat'ur Refia, s.58.
[25]- Tarih-i Taberi, c.2,
s.62-63, Kami1-i İbn-i Esir, c.l, s.487-488. 4t -
Mecma'ul-Beyan, c.7, s.144.
[26]- Tefsir-i Eb'ul Futuh,
c.8, s.417.
[27]- el-Kafi, c.8, s.302.
[28]- Kifayet-ut Talib, s.406.
[29]- Muteşabih-ul Kur'ân, c.2,
s.659.
[30]- ez-Zeria, c.9, s.42-43.
[31]- el-Hüccet âla-z Zahib,
s.130.
[32]- el-Kafi, c.1, s.449.
[33]- Şerh-u Nehcül Belağa,
c.14, s.74.
[34]- el Gadir, c.7, s.341.
[35]- Şerh-u Nehcül Belağa,
c.14, s.78.
[36]- Kemal-üd Din, c.9, s.174;
Tefsir-i Eb'ul Futuh, c.4, s.210.
[37]- el-Hüccet-u Alâ'z-Zahib,
s.361-362.
[38]- Şerh-u Nehcül Belağa,
c.1, s.29.
[39]- el-Hüccet-u Alâ'z-Zahib,
s.334.
[40]- Yenabi'ul-Mevedde, s.152.
[41]- Tsfsir-i Taberi, c.7,
s.110.
[42]- Tefsir-i Ebu'l-Futuh,
c.6, s.126.
[43]- Esne'l-Metalib, s.18.
[44]- Tefsir-ül Keşşaf, c.2,
s.315.
[45]- Sahih- Buhari, c.5,
s.130.
[46]- et-Tergib-u ve't-Terhib,
c.4, s.437.
|