KEVSER YAYINCILIK

  Ana Sayfa / Makaleler                                                                                                                                        Makaleler

Bugün :  

  Sık Kullanılanlara Ekle                                                                                                                                                                                                                                                                    Başlangıç Sayfası Yapın
 

IV. B Ö L Ü M

“K A Ç A M A K” İ C T İ H Â D L AR

VE

“M Ü T ’A” N I N C E Z A S I

A. “KAÇAMAK” İCTİHÂDLAR

Geçen bölümde, “müt’a nikâhı” için “haramdır!” diyenlerin dayandığı delilleri ele aldık. Bölümün sonlarına doğru da, akıl almaz “aklî” delillerine yer verdik. Şimdi, “müt’a” nikâhının “haramlığını” ispatlayabilmek için akla hayale gelmedik “deliller” sunmaya çalışan, bunun için “kırk dereden” su getirenlerin, müt’a nikâhını bile aratacak fetvalar verdiklerini, çok ilginç ictihadlarda bulunduklarını göreceğiz! Bunlar öyle fetva ve ictihadlar ki; bir çoğunu müt’aya “helal” diyenler bile kabul etmiyor! İşte sözünü ettiğimiz bu “kaçamak” fetva ve ictihadlardan bazıları:

 

1. “Bir kimse, bir kadını belli bir ücret karşılığı zinâ etmek için kiralasa; ona zina haddi (cezası) tatbik edilmez!”

Ebû Hanîfe, el-Cessâs, es-Serahsî ve Qâdîhân başta olmak üzere; İbn Hümâm ile Alâüddîn el-Haskefî dışında kalan Hanefî mezhebinin bütün fukahâsı bu kanaatte.[1]

2. “Bir kimse, bir kadınla ‘belli bir süreyle’ tezevvüc eder, evlenirse; bu nikâh sahihtir! Ancak akit esnasında belirtilen ‘süre’ hükümsüz olup, nikâhları hukûken ebedî olarak kıyılmış gibi işlem görür.”

 

Ebû Hanîfe’nin öğrencilerinden Züfer ile Hanefî fukahâsının en önde gelenlerinden İbn Hümâm bu görüşte![2]Onlar buna “muvakkat nikâh” adını veriyorlar.

 

Züfer ile İbn Hümâm, bunun için akit esnasında “tezevvüc = evlenme” ve “nikâh” gibi kelimelerin kullanılmasını şart koşuyorlar. Bunların yerine “müt’a” kelimesi kullanılırsa, akdi geçersiz sayıyorlar. Yani: “... bir aylığına evleniyorum” demekle, “... bir aylığına müt’a yapıyorum” demek arasında “fark” görüyorlar! Oysa ha muvakkat nikâh, ha müt’a nikâhı; arada kelime oyunundan başka bir şey yok![3]

 

3. “Bir kimse, bir kadınla onu bir ay sonra boşamak şartıyla evlense; bu nikâh akdi sahih ve geçerlidir. Ancak ileri sürülen şart hükümsüz olup, nikâhları hukûken ebedî olarak kıyılmış sayılır.”

 

Ebû Hanîfe ve öğrencileri dahil, bütün Hanefîlerin ittifakla kabul ettikleri bir görüş. En kuvvetli görüşe göre İmam Şâfiî de bu kanaatte.[4]

 

Şu ictihada bakın! Bunun bir önceki ictihaddan farkı ne? Akit esnasında ileri sürülen şartın “hükümsüz” sayılması neyi değiştirebilir? O kimse evlendikten bir ay sonra eşini boşasa; bunu kim engelleyebilir? Boşadıktan sonra; işte size “bir aylık nikâh”![5]

 

4. “Bir kimse, geçici bir süreyle evlendiğini içinde gizleyerek bir kadınla nikâhlansa; bu nikâh câiz ve sahihtir.”

 

Hanefîler, Mâlikîler ve Hanbelî fukahâsından İbn Qudâme bu görüşte. Hatta Mâlikîler, kadın tarafı erkeğin bu niyetini anlasa bile o nikâhı geçerli sayıyor.[6]

Bu nikâhın “müt’a” nikâhından ne farkı var? Diliyle açıktan söylediğinde “yasak” sayılıyor da, içinden aynı şeye niyetlendiğinde neden “câizdir” deniyor!? İnsanlar bu durumda hileye başvurarak “illegal” yoldan müt’a yapmış olmaz mı!?[7]

 

5. “Bir kimse, sadece gündüz vakti bir araya gelmek şartıyla bir kadınla evlense; bu nikâh sahihtir.”

 

Hanefîler, Şâfiîler ve Hanbelîler bu görüşte. Onlar bu nikâha “nehâriyye = gündüzlük” adını veriyorlar. Ancak Şâfiîlerle Hanbelîler, şartın hükümsüz olduğunu; evlendikten sonra o şarta bağlanmanın gerekli olmadığını söylüyorlar.[8]

 

Oysa bu da bir bakıma “müt’a” nikâhına benziyor. Çünkü dâimî nikâhtaki “süresizlik”, bir şekilde -teorik olarak ta olsa- çiğnenmiş oluyor.[9]

 

6. “Bir kimse, üç talak ile boşanmış bir kadınla, onu önceki kocasına helal kılmak şartıyla evlense; bu nikâh mekruh olmakla birlikte, hukûken sahih ve geçerlidir. Bu evlilik ile kadın önceki kocasına helal olur!”

 

Ebû Hanîfe ile öğrencisi Züfer’in ve bütün Hanefî fukahâsının ittifakla kabul ettiği görüş.[10]

 

Bilindiği gibi; bir kadın kocası tarafından üç talakla tümden boşandığında, ona tekrar helal olabilmesi için; bir başkasıyla “dâimî” nikâhla evlenmesi ve onunla mutlaka cinsel ilişkide bulunmuş olması gerekir. Konuyla ilgili ayet ve hadisler bu konuda yeterince açık. İşte bu ikinci evlilik de ilerde sona erer; kadın önceki kocasıyla tekrar evlenip bir araya gelmeyi düşünürse, bunun bir sakıncası yoktur. Bu işin İslâmî açıdan yasal yolu budur ve buna İslâm Hukûkunda “tahlîl” adı verilir.

 

Bunun bir de yasal olmayan yolu var: Eşini üç ayrı talak ile tamamen boşayan bir kimse, o eşiyle tekrar evlenebilmek için ikinci bir kocayla anlaşır! İkinci koca o kadınla evlenip onunla cinsel ilişkide bulunduktan kısa bir süre sonra onu boşar! Böylece o kadın birinci kocasına “güyâ” helâl olur!!! Adeta kiralık olan bu ikinci kocaya “hulleci”, yaptığı bu işe de “hullecilik” adı verilir.

Allah'ın Rasûlü’nün (s) hulleciliği kesin olarak yasakladığı; hulleciyi “iğreti / kiralık teke”ye benzettiği[11]ve “hulleci = ikinci koca” ile “kendi namına hulle yapılan = birinci koca” üzerine lanetler yağdırdığı[12]herkes tarafından biliniyor. Buna rağmen Hanefîlerin, böyle bir nikâhı onaylaması ve hukûken geçerli sayması; gerçekten içler acısı bir durum!

 

Bunlar yetmiyormuş gibi; el-Bezzâzî gibi bazı Hanefî alimlerinin “Hulleci koca anlaşmayı bozarak, eşini boşamaktan kaçınırsa; hâkim kararıyla zorla boşattırılır!!!” demesi...[13] İslâm Hukûku adına ne cinayetler işlendiğini açıkça gözler önüne seriyor.

 

Mâlikîler, Şâfiîler, Hanbelîler, Zâhirîler ve hatta “müt’a” nikâhına “evet” diyen İmâmiyye mektebi böyle bir nikâha “haramdır” derler ve hukûken geçersiz olduğu için derhal feshedilmesi gerektiğini; böyle bir nikâhla o kadının önceki kocasına asla helal olamayacağını ifade ederler. Ancak Şâfiîler, hulleci kişi o kadınla bu amaçla evlenir ve bu niyetini gizlerse; dolayısıyla bu durum akit esnasında açıkça şart koşulmazsa; nikâh akdinin mekruh ancak sahih ve geçerli olduğunu söylüyorlar![14] Bu arada, akit esnasında şart koşulmaksızın, “hulle” niyetiyle yapılan nikâhın geçerli olacağını; üstelik “hulleci” kocanın bu işi yaptığından dolayı sevap bile kazanacağını söyleyecek kadar ileri gidenler de var!!! Sâlim b. Abdillâh, Urve b. Zübeyr, Âmir eş-Şa’bî, Qâsım b. Muhammed, Yahyâ b. Saîd, Ebû Sevr, Ebuz-Zinâd ile Rabîa’nın yanısıra, Hanefîlerden İbn Hümâm, Alâüddîn Timurtâşî, el-Haskefî, Sinânüddîn el-Âmâsî vb. bu görüşteler![15]

 

İşte müt’a nikâhına bir türlü “câizdir ve helâldir” diyemeyenlerin hali! Müt’ayı haram saymakta direnenler, müt’aya cevaz verenlerin bile kabul edemeyeceği fetvalar verebiliyor, ilginç ictihadlarda bulunabiliyorlar! Allah ve Rasûlü’nün açıkça serbest bıraktığı bir nikâhı yasaklarken; öbür yandan, adına “müt’a” demeseler de, müt’aya benzer uygulamaların önünü açıyorlar! Bu ne acınacak durum!

 

B. “MÜT’A”  YAPMANIN  CEZASI

 

Geçtiğimiz bölümde, Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin “müt’a” nikâhına “haram” dediklerini, hatta bunu “zinâ” ve “sifâh” ile eş değerde görmeye çalıştıklarını gördük. Onların bu konuda içine düştükleri çelişkilerden birisi de, hiç kuşkusuz, müt’a nikâhıyla evlenen bir kimsenin şer’î cezası hakkındaki tutumlarıdır. Ömer b. Hattâb’ın buna “recm = taşlayarak öldürme” cezasını uygun gördüğünü biliyoruz. Abdullâh b. Zübeyr’in Abdullâh b. Abbâs’ı tehdit ederken söylediği laflara bakılırsa[16]; onun da aynı kafada olduğu anlaşılıyor.

 

“Müt’a nikâhı” hakkında Ömer’in koyduğu yasağı aynen devam ettirmeye kararlı olan Ehl-i Sünnet âlimleri, “hac müt’ası”nda olduğu gibi, müt’anın cezası konusunda da ona muhalefet ederek şunları söylüyorlar: Müt’a nikâhı hakkında öteden beri ihtilâf bulunduğu için, yapanlarına zinâ haddi uygulanmaz. Sadece “ta’zîr” olunur. Yani hâkimin uygun gördüğü bir cezayla cezalandırılır.” İşte, şu an yaşayan Ehl-i Sünnet mezheblerinin görüşleri:

 

Hanefîler : Hanefî fukahâsı müt’a nikâhını “fâsid” nikâhlar arasına sokar ve “Böyle bir nikâh ve bu nikâh esnasında yapılan cinsel ilişki “icmâ” ile zinâ değildir; dolayısıyla zinâ haddini gerektirmez.” derler. Onlar müt’a nikâhıyla evlenen kişilere ta’zîr cezasını öngörürler.[17]

Mâlikîler : Mâlikîlerin bu konuda iki görüşü var: a. Zina haddini gerektirir. b. Ta’zîr olunur. Ancak Mâlikî mezhebinde tercih edilen ve üzerinde israrla durulan görüş, bu ikinci görüştür. Mâlikîler müt’a yapan kişilerin cezalandırılması gerektiğini; ancak bu cezanın “had cezası” sınırına vardırılamayacağını ifade ediyorlar.[18]

 

Şâfiîler : Şâfiîler de aynen Hanefîler gibi, bu konuda öteden beri ihtilaf bulunduğundan, “müt’a zina haddini gerektirmez” diyorlar.[19]

 

Hanbelîler : Onlar da tıpkı Hanefîler gibi, hakkında ihtilâf bulunan evliliklerde zinâ haddinin söz konusu olamayacağını; bunlardan birisinin de “müt’a nikâhı” olduğunu açıkça ifade ediyorlar.[20]

 

Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin, müt’a nikâhı yapanlara ceza olarak sadece “ta’zîr”i öngörmeleri, bu nikâhın zina ve sifâh ile hiçbir alâkasının olmadığını açıkça ortaya koyuyor.

 

 

 

 

 

 

DEĞERLENDİRME VE SONUÇ

 

Bu nâçiz çalışmada, “müt’a” nikâhının Kur’ân ve Sünnet açısından şer’î durumunu, hükmünü inceledik. İlk bölümde; kavram kargaşasına yol açmamak için, tartışma konusu olan “müt’a” nikâhını netleştirdik ve Ehl-i Beyt (İmâmiyye) mektebindeki hukûkî durumunu açıkladık. İkinci bölümde; özellikle Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin muteber kabul ettikleri en temel hadis, fıkıh ve tefsir kaynaklardan yararlanarak, ayet ve hadislerle, sahabe ve tâbiîn tatbikatlarıyla “müt’a” nikâhının câiz olduğunu ispatladık. Üçüncü bölümde; “müt’a” nikâhına “haramdır” diyenlerin delillerine yer verdik ve onlara gerekli cevapları verdik. Dördüncü ve son bölümde ise; “müt’a” nikâhına bir türlü “helâldir” diyemeyenlerin düştüğü içler acısı durumlardan, onların “müt’a” nikâhını bile aratacak fetva ve ictihadlarından bahsettik. Ve bütün bunları yine Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin kabul ettikleri eleştiri kriterlerini kullanarak yaptık.

 

Bütün bu dokümanlardan şu anlaşılıyor:

 

1. “Müt’a” nikâhı etrafında koparılan fırtınalar, “kör dövüşü”nden başka bir şey değil! Kavram kargaşasından bir türlü kurtulamadığımız zaman, karşı tarafı haksız yere suçlayabiliriz. Bu konuda da aynı durum yaşanmış!

 

2. Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz İmâmiyye’yi dinleyip anlamadan, kendi kafalarında bir tür “müt’a” canlandırmış ve onları o nikâha “cevaz” vermekle suçlamışlardır. Oysa onların kabul ettiği “müt’a” ile Ehl-i Sünnet’in hayalinde canlandırıp reddettiği “müt’a” birbirlerinden tamamen farklıdır. Ehl-i Sünnet mektebinin reddettiği “müt’a”yı, İmâmiyye mektebi de asla kabul etmez!

 

3. Ehl-i Beyt (İmâmiyye) mektebinde “müt’a”, öyle sanıldığı gibi başı boş bir fuhuş aracı değildir. Bu nikâhın da pek çok hukûkî düzenlemesi vardır.

 

4. Ayetler ve en sahih hadisler, müt’a nikâhının câiz ve meşrû olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Aleyhteki deliller ise, ilim adına hiçbir değer ifade etmiyor!

 

5. Müt’a nikâhını nesheden hiçbir delil yoktur. Bu nikâhı yasaklayan, iddia edilip sanıldığı gibi, Allah'ın Rasûlü (s) değil, II. Halife Ömer b. Hattâb’tır.

 

6. Sahâbe ve Tâbiîn dönemlerinde müt’a nikâhına bol bol fetvalar verilmiş, bizzat uygulanmıştır.

 

7. Müt’a nikâhının meşrû olmadığını ortaya koyacak hiçbir aklî ve sosyolojik delil yoktur. Aksine, aklî ve sosyolojik deliller onun meşrû ve kaçınılmaz olduğunu ortaya koyuyor.

 

8. Müt’a nikâhının haramlığına dair “icmâ”nın aslı esası yoktur. Bu tamamen kuru bir iddiadan ibarettir.

 

9. Müt’a nikâhına “zinâ” ve “sifâh” gözüyle bakmak ve onu bir tür “fuhuş” saymak; öncelikle Allah’a ve Rasûlü’ne korkunç bir iftiradır! Söz konusu nikâhı böyle değerlendirenler, ne büyük bir bataklığa saplandıklarının farkında değiller!

 

10. “Müt’a” nikâhına ol görüp “helal” diyemeyenler, nitelik bakımından müt’aya benzeyen, hatta müt’ayı bile aratan bir takım ictihadlarda bulunmak, ilginç fetvalar vermek zorunda kalmışlardır!

 

Böylece “müt’a” nikâhının, bir profesörün(!) iddia ettiği gibi, “namus fitnesi” olmadığını; evrensel İslâm kardeşliğini engellemeye ve bu uğurda yapılan çalışmaları baltalamaya çalıştığı için, asıl fitnenin “kendisi” olduğunu anlıyoruz. Hadis dalında çalışan bu profesörün, kendi alanına ne kadar hâkim olduğu; dolayısıyla hadisleri ne kadar ve nasıl bildiği de gün ışığına çıkmış bulunuyor!

 

Müt’a nikâhına olumsuz yaklaşanlardan, bilhassa Ehl-i Sünnet kardeşlerimizden istirhamımız şudur: Müt’a nikâhı vb. hassas ve eskiden beri zaten tartışmalı konuları öne sürerek bir kısım müslümanları hedef almayalım. Bu tür konular aramızı açmasın. Ümmetin vahdete ve ortak dünya siyaseti belirleyip uygulamaya her zamankinden daha çok muhtaç olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Böyle bir dönemde bu gibi nazik konularla uğraşmak, acaba kime ne kazandırır? Bununla, zaten müslümanları birbirine düşürüp kırdırmak için fırsat kollayan ve bunun için sun’î gündemler oluşturan şeytânî güçlerin ekmeğine yağ sürmüş olmaz mıyız? İslâm düşmanlarının aradığı fırsat değil mi bu gibi şeyler?

 

Şeytanlar böyle sun’î bir gündem maddesiyle ümmet arasında kavga çıkarmaya, bizi birbirimize düşürmeye çalıştığında; “Bunlar sizin değil, bizim iç sorunumuz; dolayısıyla sizi ilgilendirmez! Biz bunları gerekirse bir araya gelir tartışırız. Farklı görüşlere de inanabiliriz. Ama bunlar İslâm kardeşliğimizi bozamaz. Siz işinize bakın!” diyemez miyiz? Bu sözlerle onları en zayıf noktalarından vuramaz mıyız? Bu çok mu zor?

 

Allah Teâlâ “Hiç kuşku yok; bütün mü’minler kardeştir.” buyuruyor. [Hucurât : 10] Bu evrensel İslâm kardeşliğini hangi şey bozabilir?

 

En azından bunun da ictihâdî bir konu olduğunu düşünerek, farklı yaklaşanları doğal karşılayamaz mıyız? En önde gelen İslâm alimleri, İslâmî konuları “kat’î – zannî”, “usûlî – amelî” ayrımına tâbi tutmaksızın*, genel olarak; nasslardan hareketle ictihad eden ve ictihadında yanılan, “doğru”yu bulamayan herkesin mazur olacağını ve üstelik buna karşılık “bir ecir” alacağını söylüyorlar. Ebû Hanîfe, Şâfiî, Süfyân es-Sevrî, İbn Ebî Leylâ, Davud ez-Zâhirî, İbn Hazm, İbn Teymiyye ve Emîr es-San’ânî bu görüşteler.[21]  Ubeydullah b. Hasen el-Anberî[22],  İbn Daqîq el-Iyd[23],  el-Ğazzâlî[24],  el-Âmidî[25],  Qâdî el-Beydâvî ile el-İsnevî[26],  el-Merğînânî[27], Zekeriyyâ el-Ensârî[28],  Alâüddîn el-Haskefî ile Dâmâd Efendi[29]  de aynı görüşü paylaşıyor.

 

Kardeşlerimiz, en azından “Bu konuda bizim görüşümüz doğru; ama hatalı olabilir. Sizlerinki ise yanlış; ama doğru olabilir!”[30] diyerek evrensel İslâm kardeşliğini tesis edebilirler. Bizim arzu ve isteğimiz budur.

 

Eski dönem siyâsîlerinin aramıza koydukları “utanç duvarlarını” yıkması, mevcut İslâm mezheblerini birbirine daha da yakınlaştırması (taqrîb = yakınlaştırma ruhunun canlanması) ve evrensel İslâm kardeşliğini tesis etmesi... dileğiyle bu âcizâne çalışmama son veriyor, hayırlara ve güzelliklere vesîle kılmasını... Yüce Rabbımızdan niyâz ediyorum. Hamd sürekli O’na, salât ve selâm ise O’nun sevgili peygamberi Muhammed’e, pâk Ehl-i Beytine, seçkin ashâbına ve onların yolunu izleyenlere olsun!

 

 

 

 

 


 


[1] bk. el-Cessâs,III,95; es-Serahsî,IX,58; Qâdîhân,III,468; el-Mavsılî, IV,90; İbn Hümâm,V,262; M. Husrev, ed-Dürar:II,67; el-Halebî, el-Mülteqâ:I,595; Şeyh Nizâm, el-Hindiyye:II,149; İbn Âbidîn,IV,29; Bilmen,III,205,208

  Mâlikîler, Ebû Hanîfe’nin iki öğrencisi Ebû Yusuf ile Muhammed, Şâfiîler, Hanbelîler ve hatta “müt’a” nikâhına cevâz veren İmâmiyye mektebi bu görüşe karşı çıkar; “hadd gerekir” der.

  Yukarıdaki kaynakların yanısıra bk. Mâlikîler = İbn Rüşd,II,363; el-Huraşî,VIII,76; ed-Derdîr-ed-Düsûqî, Şerhu Muhtasar’il-Halîl:IV,314 Şâfiîler = eş-Şîrâzî, et-Tenbîh:242; eş-Şirbînî, el-Muğnî:IV,146; el-Heytemî, Feth’ul-Cevâd:II,303 Hanbelîler = İbn Qudâme,X,187, el-Muqni’:298; el-Hıcâvî,IV,255 İmâmiyye = Muhaqqiq el-Hıllî,IV,137; İmam Humeynî,II,456

  ayr. bk. İbn Hübeyra, el-Îzâh vet-Tebyîn:286 a ; ed-Dimaşqî,II,157; eş-Şa’rânî,II,146

[2] el-Cessâs,III,103; es-Serahsî,V,153; Qâdîhân,I,326; el-Kâşânî,II,273; İbn Hümâm, III,249; Vehbe Zuhaylî,IX,53

[3] Bu nikâhın nitelik olarak “müt’a”dan bir farkı bulunmadığı için; Ebû Hanîfe ve iki meşhur öğrencisi başta olmak üzere bütün Hanefîler, Mâlikîler, Şâfiîler ve Hanbelîler, bu nikâhın hukûken sakat olduğunu; dolayısıyla feshedilmesi gerektiğini söylüyor.

  bk. Hanefîler = el-Cessâs,III,103; es-Serahsî,V,153; Qâdîhân,I,326; el-Kâşânî,II,273; Mâlikîler = İbn Sahnûn, el-Müdevvene:II,160; İbn Abdilberr,238; ed-Düsûqî,II,238  Şâfiîler = eş-Şîrâzî,161; el-Heytemî, II,74  Hanbelîler = İbn Qudâme,VII,571; el-Hıcâvî,III,192

[4] el-Cessâs,III,103,105; es-Serahsî,V,153; Qâdîhân,I,326; el-Kâşânî,II, 273~274; İbn Hümâm,III,249; İbn Nüceym, el-Bahr:III,115; Şeyh Nizâm,I,283; İbn Âbidîn,III,51; İbn Qudâme,VII,573

[5] Bunun da “müt’a” nikâhından pek bir farkının olmadığını göze alan Hanbelîler buna karşı çıkıyorlar. bk. İbn Qudâme,VII,573, el-Muqni’: 213; el-Hıcâvî,III,192

[6] Hanefîler = İbn Hümâm,III,249; İbn Nüceym,III,115; Ş. Nizâm,I, 283; İbn Âbidîn,III,51~52  Mâlikîler = en-Nevevî,IX,182; el-Adevî, III,196; ed-Derdîr,II,239  İbn Qudâme = İbn Qudâme,VII,573; el-Hıcâvî, III,192; el-Merdâvî, el-İnsâf:VIII,163

  “Hulle” konusunu işlerken yaptıkları açıklamalara bakılırsa Şâfiîler de bu kanaatte. bk. eş-Şîrâzî,161; er-Râzî,VI,113; eş-Şirbînî,III,183; el-Ensârî, Feth’ul-Vehhâb:II,44; el-Heytemî,II,91

[7] Bu yüzden Hanbelîler bu nikâha karşı çıkar. bk. el-Hıcâvî,III,192; el-Merdâvî,VIII,163

[8] Hanefîler = İbn Hümâm,III,249; İbn Nüceym,III,115; Ş. Nizâm,I, 283; İbn Âbidîn,III,52 Şâfiîler = eş-Şîrâzî,161 Hanbelîler = İbn Qudâme,VII,450~451; el-Hıcâvî,III,193

[9] O yüzden Mâlikîler bu nikâha karşı çıkarlar. bk. İbn Abdilberr,238; el-Cezîrî, el-Fıqh alel-Mezâhib:IV,88

[10] es-Serahsî,VI,9~10; el-Qudûrî, el-Muhtasar:III,58; el-Merğînânî,IV, 181~182; el-Kâşânî,III,187~188; el-Mavsılî,III,151; el-Bezzâzî, el-Fetâvâ:I,263; el-Aynî,XVII,15~16; Molla Husrev,I,386; el-Halebî,I, 439~440; Ş. Nizâm,I,474~475; İbn Âbidîn,III,414~415; Bilmen,II,109 vd.; Davudoğlu,VII,318, Selâmet Yolları:III,273~275

[11] İbn Mâce:nikâh,33; Hâkim,II,199 ayr. bk. el-Aynî,XVII,15

[12] Ahmed:I,82,87,88,93,107,121,133,150,158,448,450,451,462,II,322; Dârimî:nikâh,53; Ebû Dâvûd:nikâh,16; Tirmizî:nikâh,28; Nesâî:talâq, 13,zînet,25; İbn Mâce:nikâh,33  ayr. bk. ez-Zeyle'î,III,238~240; el-Aynî,XVII,15; İbn Hümâm,IV,181~182

[13] el-Bezzâzî, el-Fetâvâ:I,263 ayr. bk. el-Haskefî, ed-Dürr’ul-Münteqâ: I,439   Zaten bu görüşe İbn Hümâm ve daha pek çok Hanefî fukahâsı şiddetle karşı çıkmışlardır. bk. İbn Hümâm,IV,183; İbn Âbidîn,III,415

[14] bk. İbn Hübeyra,241 ab ; ed-Dimaşqî,II,81~82; eş-Şa’rânî,II,109; el-Cezîrî,IV,77~84; Vehbe Zuhaylî,IX,93,116~117,375 vd.;  Mâlikîler = İbn Abdilberr,238; el-Bâcî,III,299; el-Huraşî,III,216; ed-Derdîr,II,258 Şâfiîler = eş-Şîrâzî,161; er-Râzî,VI,113; el-Qastalânî,VIII,36; eş-Şirbînî,III,183; el-Ensârî,II,44; el-Heytemî,II,91 Hanbelîler = İbn Qudâme,VII,574~577; el-Muqni’: 213; el-Hıcâvî,III,191 Zâhirîler = İbn Hazm’ın el-Muhallâ’sından naklen; Bilmen,II,111  İmâmiyye = Muhaqqiq el-Hıllî,III,17; İ. Humeynî,II,333, Tavzîh’ul-Mesâil:361

   Üstelik bizim İmâmiyye mektebimiz, İslâmî açıdan yasal olan tahlîl nikâhının “dâimî” nikâh olması gerektiğini, “müt’a” nikâhıyla o kadının önceki kocasına helal olamayacağını ifade ediyor. 

[15] bknz. İbn Abdilberr,238~239; el-Aynî,XVII,15; eş-Şevkânî,VII,232; Davudoğlu,VII,318; İbn Hümâm,IV,181; et-Timurtâşî, Tenvîr’ul-Ebsâr:III,415; el-Haskefî,I,440; el-Âmâsî, Tebyîn’ül-Mehârim:35 a

[16] bk. Müslim:nikâh,27; el-Beyheqî,VII,205

[17] bk. el-Kâşânî,VII,35~36,36; Qâdîhân,III,468; Ş. Nizâm,II,148

[18] İbn Abdilberr,238; en-Nevevî,IX,181; el-Huraşî,III,196; ed-Derdîr, II,239; Bilmen,II,26; Davudoğlu,VII,236

[19] eş-Şîrâzî,242; en-Nevevî,IX,181; el-Qastalânî,VIII,36; eş-Şirbînî,IV, 145; el-Heytemî,II,303

[20] İbn Qudâme,X,151; el-Hıcâvî,IV,254; el-Merdâvî,IX,182

  ayr. bknz. el-Cezîrî,IV,90,92,93; Abdulkadir Udeh, et-Teşrî’ul-Cinâî (tercümesi):I,290~292; Vehbe Zuhaylî,VII,339~340

* Kat’î = delili kesin olan,  Zannî = delili kesin olmayan, şüpheli; Usûlî = iman ile alâkalı,  Amelî = pratikle ilgili.

   İslâmî mes’eleleri böyle kısımlara ayırarak ayrı hükümlere tabi tutmak bid’attir. Bu, sahâbe ve tâbiîn zamanında olmayan, daha sonra çıkmış çok çarpık bir yaklaşımdır. bk. İbn Hazm, el-Fisal:III,257~258

[21] bk. İbn Hazm, el-Fisal:III,247,257~258, el-İhkâm:I,142,IV,629~630, VIII,634; İbn Teymiyye, el-Minhâc:III,20~21; es-San’ânî, İcâbet’üs-Sâil:389  ayr. bk. Qâdî Iyâd,IV,491~493

[22] Sözleri doğru anlaşılırsa böyle; yanlış anlaşılırsa öncelikle... bk. Ebul-Huseyn el-Basrî,II,398; Qâdî Iyâd,IV,491~492; el-Ğazzâlî,II, 359; İbn Qudâme,II,418~419; İbn’ül-Emîr el-Hâc, et-Taqrîr:III,304

[23] bk. eş-Şevkânî, el-İrşâd:229; İbn Bedrân, en-Nüzhet:II,418

[24] “et-Tefriqa”  adlı eserinden anlaşılan o. bk. Qâdî Iyâd,IV,494 = el-Haffâcî’nin “Nesîm’ur-Riyâd”ı ile birlikte bakın.; eş-Şevkânî,229; İbn Bedrân,II,418

[25] el-İhkâm:IV,411,412’deki ifadelerinden anlaşılan o.

[26] Minhâc’ül-Vusûl ve şerhindeki (III,313~324) genel ifadelerinden o anlaşılıyor.

[27] el-Hidâye:VII,416  adlı esrine bakın.

[28] Ğâyet’ül-Vusûl:126; Feth’ul-Vehhâb:II,153

[29] el-Mülteqâ üzerine yazdıkları şerhlere (II,200) bakın.

[30] Bu esnek yaklaşım için bk. İbn Nüceym,207; Ali el-Qârî, Şerhu Ayn’il-Ilm:I,37

 
 

Go to top of page  Ana Sayfa | Kitap Listesi | Kıble Dergisi | Makaleler | Kadin ve Aile | Cocuklar Îçin | Soru Ve Cevap | Yazarlarımız | Îletişim için |

  Kur`an | Hadisler | Dualar | Şiirler | Ses ve Video | Programlar | Linkler  |  

Copyright© 2000 Kevser Yayinlari Internet Hizmetleri. Tüm Haklari Saklidir Ayrintili bilgi almak için veya bize her konuda yazmak için, paragonxx@yahoo.de 'e mesaj yollayiniz. WWW.KEVSERNET.COM