Nikâh Üzere BİR İLMÎ İNCELEME
Günümüze kadar elde edilen tarihi
belgelerin kanıtladığına göre, nikâh ve evlilik her çeşit
toplumda sürekli geçerli olan sosyal gelenekler arasındadır.
Bu da bu geleneğin fıtrî olduğunu gösterir.
Ayrıca bunun en güçlü delili, daha önce
tekrarladığımız gibi, erkek ile kadının yapısal olarak üretme
ve doğurma organları ile donanmış olmalarıdır. Erkek ile kadın
bu hedefe yönelik arzu bakımından eşittirler. Yalnız kadında
fazla olarak emzirme cihazı ile çocuk yetiştirmeye elverişli
fıtrî duygular vardır.
Bunların yanı sıra insan yapısında başka
içgüdüler de vardır. Bu içgüdüler evlatları sevmeyi
özendirirler, insana soyunun devamlılığı oranında kendi
varlığının devam edeceği duygusunu bir doğal kanun olarak
kabul ettirirler, erkek ile kadının birbirleri için huzur
kaynağı olduklarının bilincine vardırırlar, mülkiyet ve iş
bölümü ilkesinden sonra miras ilkesine de saygı duymayı
sağlarlar ve aile yuvası kurmanın gereğini aşılarlar.
Genel anlamda bu fıtrî ilkelere ve
hükümlere saygı duyan toplumların şu ya da bu şekilde evlilik
sünnetini ve özel bir evlilik geleneğini benimsemeleri
kaçınılmazdır. Şu anlamda ki, kadın ile erkek arasındaki
cinsel ilişkiler nesepleri karıştıracak bir belirsizliğe yol
açmamalıdır. Zinanın ve fuhşun yaygın hâle gelmesinin yol
açacağı kamu sağlığı ve çocuk edinme gücünün bozulmasının tıp
alanındaki tedbirlerle önlenebileceği farz edilse bile nesep
karışıklığının önüne geçilebilmesi cinsel ilişkilerin evlilik
disiplinine bağlanmasına ihtiyacı vardır.
Bunlar, genel anlamda evlilik geleneğini
yürürlükte tutan bütün milletlerin gözettiği ilkelerdir. Bu
milletler ister tek eşliliği, ister bir erkeğin çok sayıda
kadınla evlenebilmesini, ister bir kadının çok sayıda erkekle
ve ister birden çok erkeğin birden çok kadınla evlenmelerini
benimsemiş olsunlar fark etmez. Bu milletler gelenekleri
arasındaki bu farklılıklara rağmen evlilik müessesesini, eşler
arası bağlılık ve birliktelikten ibaret olan temel özelliği
ile kabul ederler.
Evliliği öneren insan fıtratının ilk
nefret ettiği şey, soyu kurutan ve nesepleri karmakarışık hâle
getiren fuhuş ve zinadır. Bu nefretin belirtileri farklı
milletlerde ve değişik toplumlarda görülmektedir. Kadın-erkek
ilişkilerinde tam bir başı boşluk yaşayan milletlerde bile bu
nefretin izleri vardır. Bu milletler bu sınırsız cinsel başı
boşlukları endişe ile karşılıyorlar. Bu gerekçe ile nesep
hükümlerini düzenleyen kanunlar sayesinde yaşadıklarını
görüyoruz.
İnsanoğlu evlenme geleneğini benimsemekle
birlikte doğal dürtülerinin etkisi ile bu geleneğin sınırları
içinde kalmıyor. Kendine ne yabancıyı ne de akrabayı
yasaklıyor. Erkekler şehvet dürtüsü ile kız, kız kardeş, ana
ve diğer yakınlarla yatağa girmeme yasağını tanımadıkları gibi
kadınlar da babalarla, erkek kardeşlerle, oğullarla cinsel
ilişkiye girmekten sakınmıyor. Tarih bize gerek gelişmiş büyük
milletlerde, gerekse ilkel milletlerde analarla, kız
kardeşlerle, kızlarla ve diğer yakınlarla cinsel ilişkiler
kurulduğunu ispat ediyor. Günümüzde de uygar milletlerde
kardeşler arasında, babalar ile kızlar arasında ve diğer aile
içi fertler arasında zinanın yaygın olduğuna dair kesin
bilgiler alıyoruz. Demek ki, şehvet dürtüsünün önünde hiçbir
şey duramıyor. Eğer bu milletlerde analarla, kız kardeşlerle,
kızlar ile ve diğer aile içi fertlerle yatağa girmekten
kaçınılıyorsa, bu kaçınma duygusu, eski bazı millî edep ve
gelenek kurallarından miras kalmıştır.
Eğer İslâm'ın evliliği düzenleyen
kuralları, dünyada bu konuda geçerli olan diğer kanunlarla ve
geleneklerle karşılaştırılırsa ve üzerlerinde insafla
düşünülürse, bu kuralların nesepleri ve diğer fıtrî faydaları
korumada en ince ve en güvenceli titizliği gösterdikleri
görülür. İslâm'ın evliliğe ve onun uzantılarına ilişkin bütün
hükümleri, nesepleri koruma ve zina yolunu kapatma amacına
dönüktür.
Bu hükümlerin içinde doğrudan doğruya
nesep temizliğini koruyan hüküm, evli kadınların evlenme
yasağıdır. Böylece bir kadının aynı anda birden çok erkekle
evlenmesi önlenmiş oluyor. Çünkü böyle bir evlilik, nesep
temizliğini yok eder. Boşanmış kadınların iddet beklemeleri
yolundaki kuralın gerekçesi de budur. Boşanan kadınlar
kendilerini üç ay boyunca gözlem altında tutarak menilerin
rahimlerinde birbirine karışmasına meydan vermemiş olurlar.
Yukarda okuduğumuz evlilik yasağı
ayetinde on dört zümre olarak sayılan diğer evlenilmesi yasak
kadınların evlilik yasaklarının gerekçesi ise, zina kapısını
kapatmaktır. Çünkü aile içinde yaşayan insanın en çok birlikte
olduğu, bir arada yaşadığı, sürekli ve sınırsız yakınlıkta
yaşadığı kadınlar, bu on dört zümredir. Devamlı birliktelik ve
sıkı beraberlik, nefsin o kadınlara tam anlamı ile yönelmesini,
erkek düşüncesinin onların üzerinde yoğunlaşmasını gerektirir.
Bu da hayvani duyguların ve şehvet içgüdüsünün uyanmasına yol
açar, insanı canının arzu ettiğine doğru iter ve nefsinin bu
arzu karşısındaki direncini kırar. Yasak bir koru etrafında
dolaşan kimsenin her an o koruya dalması muhtemeldir.
Bundan dolayı bu kadınlar hakkında sadece
zina yasağı ile ye-tinilmemesi gerekmiştir. Çünkü devamlı
birliktelik, nefsin ardarda tekrarlanan kışkırtmaları, arka
arkaya bastıran arzular insana, bir kerelik zina yasağı ile
korunma imkanı vermez.
Bunun yerine bu aile içi yakınlarla
cinsel ilişkiye girişmenin temelli yasaklanması ve bunun dinî
terbiye ile pekiştirmesi gerekli idi. Maksat bu kadınlara
ulaşıp onları ele geçirmeye yönelik ümitsizlik kalplere
yerleşsin, bu ümitsizlik onlara yönelecek şehveti öldürsün,
kökünü kessin, kaynağını kurutsun. Nitekim Müslümanların ezici
bir çoğunluğunda bu hedefin gerçekleştiğini görüyoruz. Fuhuş
düşkünü ve kötülüklere batmış Müslümanların bile aile içi
yakınları ile fuhuş yapmanın, anaları ve kızları ile yatağa
girmenin akıllarına bile gelmediğini müşahede ediyoruz. Eğer
böyle olmasaydı hiçbir ev zinadan, fuhuştan ve diğer cinsel
sapıklıklardan kurtulamazdı.
Öte yandan İslâm aile içi yakınlar
dışındaki kadınlara yönelik zinanın da önünü kapattı. Bunun
için kadına kapalı giyinme zorunluluğu getirdi ve kadın ile
erkeğin karışık yaşamasını yasakladı. Eğer bu önlemler
getirilmeseydi, sırf zinayı yasaklamakla insanla bu iğrenç
kötülük arasına engel konamazdı. Ortada iki şıktan biri var:
Ya kadınlarla erkeklerin karışık yaşamaları yasaklanır. Nasıl
ki kadınların bir kesimi için bu tedbire başvurulmuştur. Ya da
kadına ulaşmaktan ümit kestirilir ve bu ümitsizlik kalplere
temelli bir yasaklama ile yerleştirilir, insanlar bu anlayışla
terbiye edilerek bu inancı içlerine sindirmeleri sağlanır.
Öyle ki insan, bu inancın çiğnendiğini çevresinde görmez,
kulakları böyle bir rezillik işitmez ve böyle bir şey yapmak
aklının ucundan geçmez.
Bunun pratik doğrulanması, Batı
toplumlarının gözlerimizin önünde duran durumudur. Bu
Hıristiyan toplumlar, zinanın haram olduğuna inanıyorlar ve
birden fazla kadınla evlenmeyi zinaya yakın bir suç sayıyorlar.
İşte bu Hıristiyanlar, kadınlar ile erkeklerin karışık
yaşamasını serbest bıraktılar. Bunun sonucunda zina kısa
zamanda toplumlarında öylesine yaygınlaştı ki, aralarında bin
kişide bir kişi bile bu hastalıktan yakayı kurtaramıyor. Yine
oralardaki bin kişiden biri bile, evlatlarının kendi sulbünden
olduğuna kesin olarak inanamıyor. Arkasından bu hastalık
alanını genişleterek erkekler ile kız kardeşleri, kızları,
anaları arasında ilişkilere yayıldı. Sonra erkekler arasında,
erkekler ile oğulları arasında, delikanlılar arasında
ilişkiler aldı yürüdü. Sonra... Sonra... İş o raddeye vardı ki,
Yüce Allah'ın huzur kaynağı, insanlığın omurgasını dik tutan
bir nimet ve hayatın neşesi olarak yarattığı kadınlar, her
türlü siyaset, ekonomi ve sosyal entrikalarda yem olarak
kullanılan bir tuzak, ferdî ve sosyal hayatı dejenere eden her
türlü kirli maksadın aracı hâline geldiler. Bunların sonucu
olarak insan hayatı hayalî bir arzuya dönüştü, kelimenin tam
anlamı ile oyun ve eğlence hâline geldi. Açılan yırtığı
kapatacak yama bulunmaz oldu.
İşte İslâm'ın, evlenilmesi kesinlikle
veya şarta bağlı olarak yasaklanan kadınların evlilik
yasaklarını dayandırdığı ve sadece iffetli kadınlarla
evlenmeyi caiz görürken gözettiği ilke budur.
Bu hükmün aile içi zinanın
engellenmesindeki etkisi, hicabın zinanın toplumda
yaygınlaşmasını engellemedeki etkisi gibidir.
Daha önce değindiğimiz gibi,
"Evlerinizde ve himayeniz
altında bulunan üvey kızlarınız..." ayeti belli
oranda bu hikmete işaret etmiyor değildir. Yasaklama ayetinin
sonundaki "Allah sizden
hafifletmek ister; çünkü insan zayıf yaratılmıştır."
ifadesinin de bu hikmete işaret sayılması mümkündür. Çünkü bu
on dört kadın zümresinin kesinlikle evlilik yasağı kapsamına
alınmaları, onlara yönelik arzuya, meyle ve imkân olduğu
takdirde elde etme girişimine karşı direnme yükünü insanın
omuzlarından indirmektedir. İnsan nefsanî eğilimler ve şehevi
arzular karşısında zayıf yaratılmıştır. Nitekim bir ayette
kadınlar için "Sizin
hileleriniz yamandır."
(Yûsuf, 28) buyruluyor.
En zor ve acı sabırlardan biri insanın
bir veya daha çok sayıda yabancı kadınla bir arada yaşaması,
tenhada ve kalabalık içinde onlarla yan yana bulunması, gece
gündüz onlarla birlikte olarak zaman zaman onların ince
işaretleri ve tatlı hareketleri ile gözleri ve kulakları
dolduktan sonra nefsinin onlara yönelik kışkırtmalarına karşı
direnmesi ve içinden gelen arzuya cevap vermemesidir. Söz
konusu olan ihtiyaç iki temel ihtiyacın, yani yemek ihtiyacı
ile cinsel tatmin ihtiyaçlarının biridir. Diğer ihtiyaçlar
bunlara indirgenen, ikinci dereceden ihtiyaçlardır.
Peygamberimiz (s.a.a);
"Kim evlenirse dininin
yarısını koruma altına almış olur. Diğer yarısı hakkında
Allah'tan korksun."
buyururken galiba bu gerçeğe işaret etmek istemiştir.
|