|
MASUMİYETİN ANLAMI üzerine
Ayetten anladığımız kadarıyla,
masumiyetin gerçekleşmesini sağlayan olgu bir tür ilimdir ki,
bu ilim kişiyi günaha ve hataya bulaşmaktan alıkoyuyor. Diğer
bir ifadeyle, masumiyet sapmayı önleyen bir bilgiden ibarettir.
Nitekim cesaret, iffet ve cömertlik gibi huylar da
sonuçlarının gerçekleşmesine yol açan ve korkaklık, panik,
pısırıklık, oburluk, cimrilik ve müsriflik gibi karşıt
olguların gerçekleşmesine engel olan insan fıtratında
kökleşmiş ilmî şekillerdir.
Gerçi yararlı ilim ve yetkin hikmet,
kişinin kötü sıfatların ölümcül, helâk edici çukurlarına
düşmesine, günah pisliklerine bulaşmasına engel olur ve biz
bunu ilim ve hikmet sahiplerinin, takva ve din ehlinin
şahsında gözlemleyebiliyoruz; ancak bu sebep, şu maddî-doğal
âlemde mevcut olan diğer sebepler gibi genelde etkinlik
göstermektedir. Dolayısıyla kemâl sıfatına sahip kimseler
arasında, onun bu kemâlinin her zaman kendisinin noksanlıklara
duçar olmasına engel olacak, sürekli ve değişmez bir şekilde
onu hatalardan koruyacak biri bulunmaz. Bu, aynı zamanda görüp
gözlemlediğimiz tüm sebepler açısından da yürürlükte olan bir
yasadır.
Bunun izahı şöyledir: İnsanın öz
yaratılışında mevcut bulunan değişik idrakî ve kavramsal
güçlerin bazısı, insanın bu güçlerden diğer bazısının
etkisinden habersiz olmasına ya da onlara yönelik ilgisinin
azalmasına neden olur. Söz gelimi, takva duygusuna sahip kimse,
takva duygusunun üstünlüğünün bilincinde olduğu sürece, hoşnut
olunmayan şekilde şehevi duygulara tâbi olmaz, takvanın gereği
neyse ona göre hareket eder. Fakat şehvet ateşi parladığında,
nefis büyük bir iştiyakla kendini bu duygunun kucağına
attığında, insan takva duygusunun üstünlüğünü hatırlamayabilir
veya takva duygusu zaafa uğrar. Çok geçmeden insan, takvanın
onaylamadığı davranışlar sergilemeye başlar ve oburluğun,
iffetsizliğin girdabına düşer.
İnsanın öz yaratılışında mevcut bulunan
diğer düşünsel ve kavramsal güçler için de aynı durum
geçerlidir. Dolayısıyla bu sebepler mevcut oldukları sürece,
insanın bu sebeplerden birinin etkisinden kurtulması mümkün
değildir. Hiçbir güç, onu bunun etkisinden kurtaramaz. Şu
hâlde tanık olduğumuz farklılıkların kaynağı, takva ile
sebepler arasındaki birbirini alt etme mücadelesi, bazısının
bazısını devre dışı bırakmasıdır.
Bundan da anlaşılıyor ki masumiyet
dediğimiz güç, kesinlikle alt edilemeyen ilmî-kavramsal bir
güçtür. Eğer bizim bildiğimiz türden bir duygu ve kavrayış
olsaydı, farklılık olgusu ona da yol bulurdu, etkisinde zaman
zaman sürçmeler olurdu. Şu hâlde masumiyete yol açan ilim,
kazanma ve eğitim yoluyla elde edilen diğer bilgi ve
kavrayışlar türünden değildir.
Nitekim yüce Allah, özel olarak
Peygamberine (s.a.a) hitap ettiği şu ifadede, bu duruma işaret
etmiştir: "Allah sana
kitabı ve hikmeti indirdi, sana bilemeyeceğin şeyleri öğretti."
Burada özel bir hitap söz konusudur ve bizim bunu gereği gibi
kavramamız mümkün değildir. Çünkü bu tarz bir bilgi ve bilinç
alanında yetkinlik gerektirici düşünce yapısına ve ilmî zevke
sahip değiliz. Şu kadarı var ki, diğer bazı ayetlerde buna
ilişkin bazı ip uçları da algılamıyor değiliz. Meselâ:
"De ki... Cebrail'e kim
düşman olursa, (bilsin ki) Kur'ân'ı senin kalbine... o
indirmiştir." (Bakara,
97) "Onu Ruh-ul
Emin (Cebrail) uyarıcılardan olasın diye apaçık Arapça diliyle
senin kalbine indirmiştir."
(Şuarâ, 193-195) Bu
ayetlere göre Peygambere indirilen şey, bir tür ilimdir.
Öte yandan, bunun bir vahiy ve konuşma
türünden olduğu da anlaşılıyor:
"O... dinden Nuh'a tavsiye
ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya
tavsiye ettiğimizi sizin için de (din olarak) yasallaştırdı..."
(Şûrâ, 13)
"Biz Nuh'a ve ondan sonra
gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik."
(Nisâ, 163)
"Ben, sadece bana
vahyolunana uyuyorum."
(En'âm, 50)
"Ben, ancak Rabbimden bana
vahyolunana uyuyorum."
(A'râf, 203)
Bu birbirinden farklı
ayetlerden çıkan sonuca göre, "indirme"den maksat vahyetmedir.
Kitap ve hikmetin vahyedilmesi yani. Ve bu, yüce Allah'ın
Peygamberini (s.a.a) eğitmesinin bir şeklidir. Fakat
"sana bilemeyeceğin
şeyleri öğretti." ifadesinden anlaşıldığı kadarıyla
bu, yüce Allah'ın kitap ve hikmeti vahyetmek suretiyle ona
öğretmesinden ayrı bir şeydir. Çünkü ayetin konusu,
Peygamberimizin (s.a.a) kendisine iletilen olaylar ve dava
konusu edilen meseleler hakkında özel görüşüyle hükmetmesidir.
Bu ise, kitap ve hikmetten ayrı bir şeydir. Kitap ve hikmete
uygun ve dayalı olmakla beraber, onun özel görüşü ve
düşüncesidir.
Bundan da anlaşılıyor ki,
"Allah sana kitabı ve
hikmeti indirdi, sana bilemeyeceğin şeyleri öğretti."ayetinde
geçen "indirme" ve "öğretme"den maksat, iki tür bilgidir. Biri,
vahiyle ve Ruh-ul Emin'in Pey-gambere (s.a.a) inmesiyle
gerçekleşen öğretim; diğeri ise, melek indirmeksizin kalbe
telkin etmek, gizlice ilâhî ilhamı ulaştırmaktır. Peygamber
efendimizin (s.a.a) ilmiyle ilgili olarak rivayet edilen
hadislerin de vurguladığı budur.
Buna göre,
"sana bilemeyeceğin
şeyleri öğretti." ifadesinden maksat şudur: Allah
sana bir tür ilim vermiştir ki, eğer bu ilmi katından sana
bahşetmeseydi, böyle bir ilmi elde etmek için, insanların ilim
kazanmak amacıyla baş vurdukları normal sebepler yeterli
olmazdı.
Yukarıdan beri yaptığımız açıklamalardan
çıkan sonuca göre, bizim masumiyet gücü dediğimiz bu ilâhî
bağış bir tür bilgi, duygu ve kavrayıştır. Onu diğer bilgi ve
duygulardan ayıran, hiçbir kavramsal güç tarafından kesinlikle
alt edilememesidir. Bilâkis o diğer duygulara baskın çıkar,
onları kendi amacı doğrultusunda kullanır. Böylece sahibini
mutlak sapıklık, yanılgı ve hatadan korur.
Rivayete göre, Peygamberin ve İmamın "Ruh-ul
Kudüs" adı verilen bir ruhu vardır ki, bu ruh onları doğrultur,
günahlardan ve hatalardan korur. Şu ayet-i kerime buna işaret
etmektedir: "İşte
böylece sana da emrimizden bir ruh vahyettik. Sen, kitap nedir,
iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu, kullarımızdan
dilediğimizi kendisiyle doğru yola ilettiğimiz bir nur kıldık."
(Şûrâ, 52)
Ayeti, zahirini esas alarak incelediğimizde öğretici, yol
gösterici ruh kelimesinin Peygambere (s.a.a) ilka edildiğinin,
ulaştırıldığının kastedildiğini anlıyoruz.
Şu ayet de bu anlamı destekler
mahiyettedir: "Onları,
emrimizle doğru yolu gösteren önderler (imamlar)
yaptık ve onlara hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı ve zekât
vermeyi vahyettik. Onlar, daima bize kulluk eden kimselerdi."
(Enbiyâ, 73)
İleride inşallah bu ayeti inceler-ken açıklayacağımız gibi,
bununla kastedilen anlam şudur: Ruh-ul Kudüs hayırlı işler
yaptırmak ve Allah'a ibadet etmesini sağlamak suretiyle İmamı
doğrultur, yönünü tayin eder ve yanlış yapmasını engeller.
Bu açıklamalardan çıkan bir diğer sonuç
da şudur: "Allah sana
kitabı ve hikmeti indirdi, sana bilemeyeceğin şeyleri öğretti."
ifadesinde geçen "kitap"tan maksat, insanlar arasında baş
gösteren ihtilafları çözüme kavuşturmak üzere inen vahiydir.
Nitekim şu ayette bu noktaya işaret edilmiştir:
"İnsanlar bir tek ümmetti,
sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberleri
gönderdi. İnsanlar arsında anlaşmazlığa düştükleri konularda
hüküm vermeleri için onlarla beraber hak içerikli kitapları da
indirdi..." (Bakara,
213) Tefsirimizin ikinci cildinde bu ayet geniş bir
şekilde ele alınmıştır.
"Hikmet" kavramı da vahiy yoluyla inen,
dünya ve ahiret için yararlı olan sair bilgiler anlamında
kullanılmıştır. "sana
bilemeyeceğin şeyleri öğretti." ifadesi ile, kitap
ve hikmetten oluşan bütünsel bilgilerden başkası
kastedilmiştir.
Bu açıklamalardan sonra, bazı
müfessirlerin söz konusu ayeti tefsir ederken getirdikleri
yorumların zayıflığını rahatlıkla gözlemleyebiliyoruz. Bazı
müfessirler "kitab"ı Kur'ân, "hikmet"i de hüküm içeren ayetler,
"bilemeyeceğin şeyleri" ise hüküm ve gaybî bilgiler şeklinde
açıklamışlardır.
Bazıları, kitap ve hikmeti Kur'ân ve sünnet, bilemeyeceğin
şeyleri de şer'î hükümler ve önceki elçilere ilişkin haberler
ve diğer çeşitli bilgiler olarak açıklamışlardır.
Müfessirlerin bunların dışında işaret ettikleri daha nice
yorumları vardır; ancak yukarıdaki açıklamalar, bu tür
yorumların zayıflığını ortaya koyuyor. Bir kez daha yineleme
gereğini duymuyoruz.
|
|