Bu unvan bir çok kimseyi
şaşırtabilir belki; zira çoğu insanımız şimdiye
kadar "Vedâ Hutbeleri" değil, "Vedâ Hutbesi"
ismini duymuştur. Halbuki aşağıda metinlerini
vereceğimiz üzere, Allah Resulü (s.a.a) "Vedâ
Haccı"nda bir yerde ve sadece bir hutbe değil,
birkaç yerde ve birkaç hutbe okumuştur. Allah
Resulü'nün Veda haccında, Arafat'ta, Mina'da, "Minada'ki
"Hif" mescidinde, ve "Gadir-i Hum" denen yerde
hutbe okuduğu elimize ulaşan rivayetler arasında.
Ancak bu hutbelerin çoğunun içeriği birbirine
yakın olduğu için, bazıları bunların tek hutbe
olduğunu, ancak ravilerin bunları naklederken
okunan yerin ve bazı bölümlerin naklinde hata
yaptıkları için bu değişikliğin ortaya çıktığını
söylemektedirler.
Bizce Allah Resulü, çeşitli
yerlerde çeşitli hutbeler de okumuş olabilir,
ama önemli olduğu için bu hutbelerde benzer
konuları, değişik şekillerde ve bazı ilavelerle
de buyurmuş olabilir. Nitekim her ayrı hutbede
bazı ilavelerin bulunduğunu açıkça görmekteyiz.
Ayrıca bu hutbeleri nakleden bazı rivayetlerin
sonunda yer alan, "Allah Resulü bu hutbenin
benzerini yine okudu ve benzer cümleleri yine
tekrarladı." İlavesi de bizim bu görüşümüzü
te'yid etmektedir.
Burada bilinmesi gereken husus
şudur ki nakledilen bu yerlerin hepsi kesin
olmasa dahi, veda haccında iki yerde hutbe
okunduğunda hiçbir şüphe yoktur. Bunlardan
birisi Hac zamanı (Arafat, Mina veya Hîf
mescidinde), diğeri ise Hac amelleri sona erip
Mekke'den ayrıldıkları bir sırada, Mekke
yakınlarında yolların birbirinden ayrıldığı
nokta olan "Gadir-i Hum" mevkiinde okunmuştur.
Biz burada Bu hutbeleri sırasıyla,
sizlere nakledeceğiz. Tabi bu arada özellikle
Ehl-i Beyt'ten nakledilen kaynakları dikkate
almakla birlikte, Sünni kaynaklarda
nakledilenlere değinmeği de ihmal etmeyeceğiz.
İnşaallah yeri geldiğinde göreceğiniz gibi bugün
"Veda Hutbesi" diye meşhur olan hutbe, hatta bir
çok Sünni kaynağa göre bile eksiktir.
Bu hutbelerde en çok dikkati
çeken husus, Allah Resulü'nün, ister hac
sırasında, ister Gadir-i Hum'da, isterse Medine
dönüşünde okuduğu bütün hutbelerde, Ehl-i
Beyt'ini ümmete hatırlatıp Kur'an-ı Kerim'in
yanı sıra Ehl-i Beyti'ni de ümmete ağır ve paha
biçilmez bir emanet olarak bıraktığını ve onlara
sarıldıkları müddetçe asla dalalete
düşmeyeceklerini ve bu ikisinin kıyamete kadar
birbirinden asla ayrılmayacaklarını
vurgulamasıdır.
Gerçi bazı Sünni kaynaklarda bu
hutbelerin bazısında Ehl-i Beyt yerine "Sünnet"
kelimesi zikredildiği görülmektedir. Ancak,
evvela, Ehl-i Beyt kelimesinin zikredildiği
rivayetler daha çoğunluktadır; saniyen sünnet
kelimesini nakleden rivayetler, Kütüb-i
Sütte'nin hiçbirisinde nakledilmemiştir; sadece
imam Malik'in El-Muvatta'sında senetsiz olarak
zikredilmiştir. Oysa Ehl-i Beyt'i zikreden
hadisler, Kütüb-i Sitte'den Sahih-i Muslim,
Sünen-i Tirmizi, Müsned-i Ahmed b. Hanbel'de, ve
Müstedrek-üs Sahihayn, Hasais-i Nesai, Sünen-i
Beyhakî, Sünen-i Darimî, Kenz-ül Ummâl, Üsd-ül
Gâbe, Dürr-ül Mensur, Müşkil-ül Âsâr, Tarih-i
Bağdad, Taberânî, Tefsir-i Fahr-i Râzî, Mecme-üz
Zevâid, Feyz-ül Kadir, Tahzib-ül Âsâr, Hilyet-ül
Evliyâ, Sevâik-ül Muhrika, gibi onlarca meşhur
kaynakta, çeşitli senetlerle nakledilmiştir ki
bunların sayısını İbn-i Hacer-i Mekki yirmi
küsür olarak zikretmektedir. Bu da bu hadisin
mutevatir olduğunu açık bir şekilde ortaya
koymaktadır.
Salisen sünnet kelimesini
zikreden rivayetlerin doğruluğunu kabul etsek
dahi, bunun öbür rivayetlerle hiçbir çelişkisi
yoktur; hatta birbirini tamamlar niteliktedir.
Adeta Allah Resulü, sahih İslam'ı öğrenmek için
Kur'an ve Sünnet'i kaynak olarak gösterdikten
sonra, bunun, yani Kur'an'ın sahih tefsirini ve
Resulullah'ın sahih sünnetini öğrenmenin en
güvenilir kanalının Ehl-i Beyt'i olduğunu ümmete
öğütlemektedir. Nitekim Ehl-i Beyt'i devreden
çıkararak, Kur'an'ı ve Sünnet'i öğrenmeğe
çalışanların, düştükleri çelişkileri, hem tarih
sayfalarında, hem de günümüzde müşahede
etmekteyiz. Ümit ediyoruz ki Müslüman
kardeşlerimiz, bir an evvel bu gafletten uyanıp
asırlar boyu unuttukları ve ya unutturuldukları
Ehl-i Beyt gibi tertemiz ve şaibesiz hazineyi
yeniden keşfeder ve Resulullah'ın müekket
tavsiyelerine rağmen Kur'an'dan ayırdıkları bu
emanete yeniden sahip çıkıp Resulullah'ın sadece
kuru bir "sevgi" değil, onlara "sarılmayı" ve
böylece yanlışlardan korunmayı istediğini
bilmeleridir artık.
Hatırlatmamız gereken bir diğer
husus ise şudur ki Allah Resulü'nün "Gadir-i
Hum"da okuduğu hutbe Ehl-i Beyt'ten gelen
hadislerde çok daha geniş bir şekilde
nakledilmiştir. Ancak biz, bu uzun metnin yerine
Sünni kardeşlerimizle aynı şeyleri paylaşmak
için Ehl-i Beyt ve Ehl-i Sünnet rivayetlerinde
müştereken nakledilen bölümleri almayı tercih
ettik ve kimseye itiraz yeri bırakmamak için de
her bölümün kaynağını dipnotta ayrıntılı bir
şekilde zikrettik.
Şunu da hatırlatmamız gerekir ki
bu hutbenin bütün bölümleri bütün Sünni
kaynaklarda nakledilmemiştir ve dikkat
edeceğiniz gibi biz çeşitli Sünni kaynaklarda
nakledilen bölümleri bir araya getirerek
vereceğiz. Ancak hutbenin bir bölümü var ki (Ehli
Beyt mektebine göre bu, hutbenin en önemli
bölümüdür ve hutbenin okunmasındaki asıl amaç da
zaten o mesajı vermek içindi) bu bölüm çeşitli
Sünni kaynaklarda mütevatiren nakledilmiştir ki
Merhum Allame Emini "El-Gadir" isimli 11 ciltlik
şaheserinde bu hadisi, 110 sahabiden, seksen
küsür tabiiden, 350'yi aşkın Sünni kaynağa
dayandırarak nakletmektedir. İsteyen
kardeşlerimiz, o eşsiz eserin birinci cildine
müracaat ederek bunları en ince ayrıntılarına
kadar görüp inceleyebilir. O bölüm şu
cümlelerden ibarettir:
"Ey insanlar! Allah benim mevlamdır, ben de
sizin mevlanız-efendinizim. O halde ben kimin
mevlası isem, bu Ali de onun mevlasıdır." "Allah'ım!
Onu seveni sev, ona düşman olana düşman ol. Ona
yardım edene yardım et, onu yalnız bırakanı
yalnız bırak..."
Ehl-i Beyt mektebine tabi olanlar,
çeşitli karinelere ve delillere dayanarak
buradaki "Mevlâ" kelimesinin, Resulullah gibi
mu'minler üzerinde her türlü tasarruf hakkına
sahip olan veli-yönetici anlamına geldiğini,
dolayısıyla bu nasla Resulullah'tan sonra böyle
bir yetkinin Hz. Ali'ye verilip imamet ve
hilafete atandığı görüşündedirler. Ehl-i Sünnet
ise, buradaki "Mevla" kelimesinin dost anlamında
kullanıldığı görüşündedirler. Ancak biraz öncede
belirttiğimiz gibi, Ehl-i Beyt mektebi
taraftarları çeşitli karine ve delillere
dayanarak bunun doğru olamayacağını yerinde
açıklamışlardır. Fakat burada bizim amacımız bu
konuyu geniş bir şekilde açıklamak olmadığı için,
geniş bilgi sahibi olmak ve bu itirazları ve
geniş cevaplarını öğrenmek isteyen
kardeşlerimizi akaid kitaplarına, özellikle
biraz önce ismini verdiğimiz "El-Gadir"
kitabının birinci cildine müracaat etmelerini
tavsiye ediyoruz.
Şimdi bu hutbelerin metnini
sizlere sunmaya çalışacağız. Hak Teala gereğince
amel etmeği hepimize nasip buyursun.
1- Arafat'ta Okuduğu Hutbe:
"Hamd Allah'a mahsustur. O'na
hamd eder, O'ndan yardım ve bağışlanma diler,
O'na tevbe ederiz. Nefislerimizin şerrinden ve
kötü amellerimizden O'na sığınırız. (Yaptığı
amellerinden dolayı) Allah'ın hidayet ettiği
birisini kimse saptıramaz ve (hak ettiği için)
Allah'ın saptırdığı birisini kimse hidayet
edemez. Şahadet ederim ki Allah'tan başka bir
İlah yoktur; tektir ve şeriki yoktur. Ve şehadet
ederim ki Muhammed O'nun kulu ve Resulü'dür. Ey
Allah'ın kulları, size Allah'tan korkmayı ve ona
itaat etmeyi tavsiye ediyorum. Hayırlı olanla
başlamayı Allah'tan diliyorum.
Ey insanlar! Sözümü iyi
dinleyiniz; sizlere bazı açıklamalarda
bulunacağım. Bilmiyorum; belki bu seneden sonra
sizinle burada bir daha buluşamayacağım.
İnsanlar! Bu gününüz, bu ayınız, bu şehriniz
Mekke nasıl kutsal ve saygın ise, Rabb'inize
kavuşana dek, canlarınız, mallarınız ve
namuslarınız da öyle saygındır; (her tür
tecavüzden korunması gerekir). Yarın Rabbinize
kavuşacaksınız ve O sizleri yaptığınız her hal
ve hareketten sorguya çekecektir. Kimin yanında
bir emanet varsa onu sahibine iade etsin.
Ey insanlar! Artık faiz ve
tefeciliğin kaldırılmıştır. Bu durumda sadece
sermayenizi alabilirsiniz. Ne zulmediniz, ne de
zulme uğrayınız. Allah’ın hükmü gereği faiz ve
tefecilik yasaktır. Kaldırdığım ilk faiz ise (amcam)
Abbas b. Abdilmuttalib'in faizidir. O
devirde güdülen bütün kan davaları da
kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası da (amcam-oğlu)
Rabîa’nın oğlu Amir b. Hars b. Abdilmuttalib'in
kan davasıdır. Ka’beye hizmet etmek ve hacılara
su dağıtmak dışında, câhiliyye döneminden kalma
bütün adetler kaldırılmıştır. Kasten adam
öldürmenin cezası kısastır. Kasta benzer biçimde;
taş ve sopayla adam öldüren ise 100 deve diyet
vermelidir. Bundan fazlasını talep etmek
câhiliyye adeti sayılır.
Ey insanlar! Şeytan, bu
topraklarınızda, kendisine tapılacağından
umudunu yitirmiş durumdadır. Ancak bunun dışında,
önemsemediğiniz bir takım amellerinizde ona
uymanıza razı olmuştur.
Ey insanlar! Haram ayları
ertelemek ancak küfrü artırır. Bununla kâfirler
büsbütün sapıklığa düşerler. Allah’ın haram
kıldığı ayların sayısını denkleştirmek için,
erteledikleri o ayı bir yıl helal, bir yıl haram
sayarlardı. Zaman, göklerin ve yerin yaratıldığı
günkü gibi dönmektedir. Gerçekten Allah katında
(kamerî) ayların sayısı, Allah indine, gökleri
ve yeri yarattığı gün, Allah'ın kitabında 12 ay
olarak belirlenmiştir. Bunların dördü haram
aylardır: üçü peşpeşe gelir ki Zilka’de,
Zilhicce ve Muharrem'dir; birisi ise
Cemaziyelevvel ve Şa'ban'ın arasında yer alan
Recep'tir.
Ey insanlar! Sizin kadınlarınız
üzerinde haklarınız olduğu gibi, onların da
sizin üzerinizde hakları vardır: Sizin onlar
üzerindeki haklarınız, yatağınızı bir başkasına
çiğnetmemeleri, izniniz olmadan yuvanıza
hoşlanmadığınız birisini almamaları ve bir
ahlaksızlıkta bulunmamalarıdır. Böyle bir şey
yaptıkları takdirde, Allah size, onlara öğüt
verme, yataklarını ayırma ve onlara hafifçe
vurma izni vermiştir. Böyle bir şey yapmadıkları
sürece, onların da sizin üzerinizdeki hakları,
güzel bir biçimde nafakalarını ve giyimlerini
temin etmenizdir. Onlar sizin nazik yaratılışlı
yardımcılarınızdır. Siz onları Allah’ın birer
emaneti olarak aldınız ve yine Allah adına
onların ırz ve namuslarını helâl edindiniz.
Kadınlar hakkında Allah'tan korkun (onların
haklarını gözetin) ve onlara hayrı tavsiye edin.
Ey insanlar! Mu'minler
kardeştirler; hiçbir kimseye (mu'min) kardeşinin
malı, rızası olmadan helal olmaz. Sakın benden
sonra eski günlere dönüp de birbirinizin boynunu
vurmayın. Ben sizin aranızda iki ağır-paha
biçilmez emanet bırakıyorum. Bunlara sımsıkı
sarıldığınız sürece asla sapıtmazsınız: Allah’ın
Kitabı ve benim Ehl-i Beytim. Bunlar havuz
başında benimle buluşuncaya kadar,
birbirlerinden asla ayrılmazlar.
Ey insanlar! Rabb'iniz birdir.
Babanız da birdir. Hepiniz Adem’in
çocuklarısınız. Adem ise topraktan yaratılmıştır.
Allah katında en değerli olanınız, O’na saygıda
en üstün olanınızdır. Arab'ın Arap olmayana,
Allah’a göstereceği saygı dışında, hiçbir
üstünlüğü yoktur. Unutmayın burada olanlar,
olmayanlara da bunları iletsin.
Ey insanlar! Allah her hak
sahibine mirastaki payını vermiştir. Onun için
vârise 1/3’ten fazla vasiyet hakkı yoktur. Çocuk
kimin döşeğinde doğmuşsa ona âittir. Zinâ eden
taşlanarak öldürülmelidir. Kim babasından
başkasının oğlu olduğunu iddia eder,
efendisinden başkasına intisâba kalkarsa;
Allah’ın, meleklerin ve bütün lanet edenlerin
laneti onun üzerine olsun. Allah böyle
kimselerin ne farz, ne de nâfile ibâdetlerini
kabul eder. Kölelerinizin haklarına da riayet
edin; onlara yediklerinizden yedirin,
giydiklerinizden giydirin. Bağışlayamayacağınız
bir hata işlerlerse elinizden çıkarın, ama
cezâlandırmayın.
Ey insanlar! Bu anlattıklarımı
burada bulunanlar bulunmayanlara da ulaştırsın.
Çünkü burada bulunamadığı için sözlerimi
dinleyemeyen nice kimseler, burada bulunup ta
dinleyenlerden daha kavrayışlı ve anlayışlı
olabilir.
Ey insanlar! Yarın beni sizden
soracaklar; ne diyeceksiniz?"
Orada bulunan ashâb: “Allah’ın
elçiliğini îfâ ettin. Vazifeni yerine getirdin.
Bizlere tavsiyelerde bulundun, diye şâhitlik
edeceğiz.” Diye cevap verdiklerinde, Allah’ın
Rasûlü (s.a.a) şehâdet parmağını kaldırdı ve
kalabalığın üzerinde gezdirerek üç defa şöyle
buyurdu:
"Allah'ım Şâhit ol! Allah'ım
Şâhit ol! Allah'ım Şahid ol!"
2-) Minâ'da
Okuduğu Hutbe:
Allah'a hamd u
senadan sonra şöyle buyurdu:
"Ey insanlar! sözümü dinleyin ve üzerinde
düşünerek (onu anlamaya çalışın) bilmiyorum
belki bu yılımdan sonra bir daha sizinle burada
buluşamam. Sonra devam şöyle etti:
Acaba, hangi günün
en değerli gün olduğunu biliyor musunuz?"
İnsanlar: "Bu gün" diye cevap verdiler. "Peki
aylardan hangisi?" diye sorunca yine "bu ay"
dediler. "Beldelerden hangisi, en değerli ve en
hürmetli beldedir?" diye sordu. Onlar da "bu
belde (Mekke)" diye cevap verdiklerinde, şöyle
buyurdu: "Hiç şüphesiz sizin kanlarınız,
mallarınız ve namuslarınız birbirinize aynı bu
günün, bu ayın ve bu beldenin hürmet ve
saygınlığı gibidir ve bu Rabbimizi mülakat
edeceğiniz güne kadar devam edecektir ki o gün
amellerinizden sizi hesaba çekecektir. Ey
insanlar! Üzerime vazife olanı size tebliğ ettim
mi?" "Evet" deyince, "Allah'ım sen de şahit ol."
buyurdu.
Sonra şöyle devam
etti: "Şunu iyi bilin ki cahiliyet döneminin
göstergelerini ve bidatlerini veya o zamandan
kalan kan ve mal davalarının hepsini ayaklarım
altına almış bulunuyorum. Kimsenin kimseye takva
dışında bir üstünlüğü yoktur. Gerekeni size
ilettim mi?" "Evet" dediklerinde şöyle devam
etti.: "Allah'ım sende şahit ol."
"Şunu bilin ki
cahiliyet zamanından kalan her türlü faizli (borç)
kaldırılmıştır. İlk kaldırılan faiz ise (amcam)
Abbas b. Abdilmuttalib'in faizidir.
Yine cahiliyet
zamanından kalan bütün kanların (kısas hakkı)
kaldırılmıştır; ilk kaldırılan kan ise (amcamın
oğlu) Haris bin Rabia'nın kanıdır. Acaba
gerekeni tebliğ ettim mi?" "Evet" dediler. O
zaman "Allah'ım sen de şahit ol" diye ekledi.
"Bilin ki Şeytan
sizin bu topraklarınızda tapılmaktan ümidini
kesmiştir. Ama o (çaresiz) iyi amellerinizi
küçümseyip onlarda ihmalkarlık yapmanıza razı
olmakla yetinmiştir; bilin ki ona itaat etmek,
ona ibadet etmektir.
Ey insanlar
unutmayın ki Müslüman müslümanın kardeşidir
gerçekten. Hiçbir Müslüman'a, Müslüman birisinin
kanı helal olmaz. Hiçbir Müslüman'a, Müslüman'ın
malı, kendi gönül rızasıyla verdiği hariç, helal
olmaz.
Ben, insanlar "Lailahe
illallah" deyinceye kadar onlarla savaşmaya
emredildim. Ama bu cümleyi söylediklerinde
kanları ve mallarını benden korumuş olurlar; (Allah'ın)
belirlediği bir hak olursa o başka; (kıyamet)
hesapları ise Allah'a aittir. "Ey insanlar
gerekeni tebliğ ettim mi?" "Evet" deyince şöyle
arz ettiler: "Allah'ım sen de şahid ol!"
"Ey insanlar!
Sözümü ezberleyin ki benden sonra ondan
yararlanasınız. Onu kavramaya çalışın ki bu
vesileyle benden sonra yücelesiniz.
Aman! Benden sonra
kafirler olarak geri dönüp dünya için kılıçla
birbirinizin boynunu vurmaya çalışmayın!"
Sonra şöyle devam ettiler: "Şunu bilin ki ben,
sizin aranızda iki şey (emanet) bırakıyorum ki
eğer onlara sarılırsanız asla dalalete
düşmezsiniz; Allah'ın kitabını ve Ehl-i Beyt'im
olan itretimi. Latif ve her şeyden haberdar olan
(Allah), bana haber vermiştir ki bu ikisi, (Kevser)
havuzu başında bana varıncaya kadar asla
birbirinden ayrılmazlar. Unutmayın ki kim bu
ikisine sarılırsa kurtulmuştur ve kim onlara
muhalefet ederse, helak olmuştur. Acaba gerekeni
tebliğ ettim mi?" Oradakiler "Evet" deyince,
şöyle arz ettiler: "Allah'ım, sen de şahid ol!"
Sonra şöyle devam ettiler: "Bilin ki sizden bazı
kişiler havuz başında benim yanıma varid
olacaklar, ancak tanınıp benden
uzaklaştırılacaklar. Ben, "Ya Rabbi, bunlar
benim ashabımdırlar!" diyeceğim. Cevabımda şöyle
denilecek: "Ey Muhammed, onlar senden sonra yeni
şeyler icad ettiler ve senin sünnetini
değiştirdiler. O zaman ben de şöyle diyeceğim: "Uzak
olsunlar, uzak olsunlar!"
3- Mina'daki
Hîf Mescidi'nde Okuduğu Hutbe:
"Allah, benim
sözlerimi duyduğunda (onu iyice) dinleyip onu
duymayanlara ulaştıranın (yüzünü) nurlandırsın.
Ey insanlar, burada olanlar, olmayanlara da
ulaştırsın; zira nice fıkıh (idrake layık söz)
taşıyan vardır ki, kendisi derinlemesine onu
anlamaz. Ve nice fıkıh taşıyan kimse vardır ki
onu kendisinden daha derin düşünen kimseye
ulaştırır.
Üç şey vardır ki
Müslüman bir kimsenin kalbini onlardan hiçbir
şey saptırmamalıdır: Allah iç ameli halis kılmak,
Müslümanların (hak) imamlarının hayrını isteyip
onlara itaat etmek ve onların topluluğundan
ayrılmamak. Müslümanların imamlarının daveti
bütün Müslümanları ilgilendirir. Mu'minler
birbirleriyle kardeştirler ve kan ve ırk
açısından eşittirler. Başkalarına karşı tek el
gibidirler. Onların en zayıflarının bağladığı
ahit ve sözleşmeye bile (herkes) sadık
kalmalıdır."
Ardından şöyle
devam ettiler: "Ey insanlar, hiç şüphesiz ben
sizin aranızda iki ağır-paha biçilmez emanet
bırakıyorum." "Ya Resulallah, nedir bu iki ağır
emanet?" diye sorduklarında şöyle buyurdu: "Allah'ın
kitabı ve benim itretim olan Ehl-i Beyt'im;
latif ve her şeyden haberdar olan (Allah), bana
haber verdi ki (Kevser) havzu başında bana
varıncaya kadar bu ikisi asla birbirlerinden
ayrılmazlar; (işaret parmaklarını birleştirerek)
aynı benim şu iki işaret parmağım gibi. (Yani
her yönleriyle eşittirler.) İşaret ve orta
parmaklarım gibi demiyorum ki birisi diğerinden
farklı olmuş olsun!"
4- Gadir-i
Hum'da Okuduğu Hutbe:
Hicretin onuncu
yılında, Zilhiccet-il Haram ayının on sekizinde
Resulullah (s.a.a) vedâ haccından dönerken
Gadir-i Hum bölgesinde, Cuhfe ismindeki bir
menzilde,
Medine, Mısır ve Şam (Suriye) yollarının
ayrımında
Resul-i Ekrem'e (s.a.a) şu ayet nazil oldu:
"Ey Peygamber,
Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu
görevi) yapmayacak olursan, O'nun elçiliğini
tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan
koruyacaktır."
(Maide, 67)
Bu ayet indikten
sonra, Resul-i Ekrem (s.a.a) kervanlara
durmalarını ve oracıkta bineklerinden inmelerini
emretti. İleridekileri çağırttı, geride kalanlar
da gelip yetiştiler.
Sonra ashabını,
dağılmamaları için oradaki dikenlerin gölgesinde
gölgelenmekten alıkoydu, ağaçların dibini de
diken, çör-çöpten temizlemelerini buyurduktan
sonra
halkı cemaat namazına davet etti.
Ashap bir diken
ağacının dalları üzerine elbiseler atarak
Resulullah (s.a.a) için bir gölgelik
hazırladılar.
O hazret öğle namazını o yakıcı sıcaklıkta,
o cemaatla birlikte kıldıktan sonra, hutbe için
ayağa kalktı. Allah'a hamd u senâ ve insanlara
öğüt ve nasihatte bulunduktan sonra şöyle
buyurdu:
"Yakında ben (İlahî)
davete icabet edeceğim; (dünyadan göçüp
gideceğim). Ben de, siz de Allah katında
sorumluyuz. O gün siz Allah'a ne cevap
vereceksiniz?" Oradakiler hep bir ağızdan:
"Senin risaletini
tebliğ ettiğine, bize nasihat edip hayrımızı
istediğine tanıklık edeceğiz; Allah seni hayırla
mükafatlandırsın!" diye cevap verdiler. Bunun
üzerine Resulullah (s.a.a), "Allah'tan başka
ilah olmadığına ve Muhammed'in onun kulu ve
peygamberi olduğuna, cennet ve cehennemin hak
olduğuna şehadet ediyor musunuz? diye sorunca da
insanlar, "evet" dediler. "Bütün bunlara
tanıklık ederiz." Bu defa da, "Benim sesimi
duyuyor musunuz?" diye sordu. Buna da "evet"
cevabını verdiler. Bunun üzerine Resul-i Ekrem (s.a.a)
şöyle buyurdu:
"Ey insanlar! Ben
sizden önce, sizden ayrılacağım ve siz Kevser
Havuzu'nun başında bana geleceksiniz. O öyle bir
havuzdur ki, genişliği Busrâ'dan San'â'ya
kadardır.
O havuzun kenarında, gökteki yıldızların
sayısınca gümüş kadehler vardır. Ben orada,
sizin aranızda emanet bıraktığım iki paha
biçilmez şeyi soracağım. O halde benden sonra o
iki şeye nasıl davranmanız gerektiğine dikkat
edin!"
Bu arada halkın
içinden biri seslenerek, "Ya Resulullah! O iki
paha biçilmez şey nedir?" diye sordu. Resul-i
Ekrem (s.a.a) şöyle buyurdu:
"Onlardan biri,
bir tarafı Allah'ın elinde ve diğer tarafı ise
sizin elinizde olan Allah'ın Kitabı'dır. Ona
yapışın; sapmayın ve değiştirmeyin; diğeri ise,
İtretim olan Ehl-i Beytim'dir. Latif ve her
şeyden haberdar olan (Allah), bu ikisinin (Kevser)
Havuzu'nun başında bana ulaşıncaya kadar
birbirinden ayrılmayacağını bildirdi. Ben
Allah'tan bunu istedim. O halde, o ikisinden öne
de geçmeyin, arkaya da kalmayın; yoksa helak
olursunuz. Onlara bir şey öğretmeye kalkışmayın;
çünkü onlar sizden daha bilgilidirler."
Sonra şöyle devam
etti:
"Benim müminlere
kendi nefislerinden daha evla ve üstün olduğumu
(onlar üzerinde tasarruf ve yetki sahibi
olduğumu) bilmiyor musunuz?"
Halk "Evet, ya
Resulullah biliyoruz!"
diyince şöyle buyurdu:
"Benim her mümine
kendi nefsinden daha evla olduğumu bilmiyor
musunuz?" Halk yine "evet, biliyoruz ya
Resulullah!" dediler.
Bunun üzerine
Resulullah (s.a.a) Ali'nin elinden tutarak
koltuğunun altındaki beyazlık görününceye kadar
kaldırıp
şöyle buyurdu:
"Ey insanlar!
Allah benim mevlamdır, ben de sizin
mevlanız-efendinizim.
O halde ben kimin mevlası isem, bu Ali de onun
mevlasıdır."
"Allah'ım! Onu seveni sev, ona düşman olana
düşman ol.
Ona yardım edene yardım et, onu yalnız bırakanı
yalnız bırak.
Ona muhabbet edene muhabbet et, ona buğz edene
buğz et."
Sonra şöyle buyurdu: "Allah'ım sen de şahid ol"
Ravi der ki, daha
bu ikisi (Resulullah ve Ali) birbirinden
ayrılmamıştı ki şu ayet nazil oldu: "Bugün
size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki
nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı
seçip-beğendim." (Mâide/3)
Bunun üzerine
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Dini
mükemmelleştiren, nimetleri tamamlayan, benim
risaletimden ve Ali'nin velayetinden hoşnut olan
Allah en yücedir."
Yakubi kendi
Tarih'inde Medine'de nazil olan ayetlerden
bahsederken şöyle yazar: Resulullah'a (s.a.a)
nazil olan en son ayet "Bugün size dininizi
kemale erdirdim" ayetidir. Bu rivayet
sahihtir. Bu ayet, Resulullah (s.a.a) Gadir-i
Hum'da Ali b. Ebi Talib'in velayet ve hilafetini
açıkça herkese duyurduktan sonra nazil oldu.
Bu törenin
ardından Ömer b. Hattab Hz. Ali'yi görerek şöyle
dedi: "Ey Ebu Talib oğlu, ne mutlu sana! Erkek
ve kadın her mu'minin velisi-efendisi oldun."
Başka bir
rivayette ise şöyle geçer: Ömer b. Hattab Hz.
Ali'ye "Ne mutlu sana ey Ebu Talib'in oğlu!"
dedi.
-
Bihar-ül Envâr,
C.37, S.113. Hutbenin son bölümü (Bilin ki
sizden bazi kisiler...), cüzî bir farkla Ehl-i
Sünnet'in Şu kaynaklarında da nakledilmiştir:
Sahihi Buhâri,
Maide Suresi tefsirinde "... ve kuntu aleyhim
şehîdâ..." babında ve Kitab-ül Enbiya "... ve
ittehazallahu..." babında ve Sahihi Tirmizi "Saffet-ul
Kıyame" ve "...Macâe fî şa'n-il Haşr..." babları
ve Tâhâ Suresi tefsiri kısmında.
Sahihi Buhari, Kitab-ur Rıkâk, Fi'l Havz bâbı,
C.4, S.95 ve Kitab-ül Fiten "Ma-câe fi
kavlillahi Teala" babı ve Sünen-i İbni Mâce,
Kitab-ül Menâsik, "Hutbet-u yevmin-nehar" babı,
5830. hadis ve Müsned-i Ahmed, C.1, S.453 ve
C.3, S.28 ve C.5, S.48. Sahihi Müslim, Kitab-ül
Fezâil, "İsbât-u havz-ı nebiyyina" babı, C.4,
S.1800, 40. hadis.
-
Bihar-ül Envâr, C.37, S.113.
|