4- HİKMETLİ SÖZLERİNDEN BİR BÖLÜMü
Hz.
İsa
aleyhi’s-selam’ın havarilerinden olan
Yahuda’nın
torunlarından, Şem’un
ibn-i Lavî ismiyle meşhur bir rahibin,
Resulullah’a
yönelttiği bir çok sorularını ve
Peygmaber-i Ekrem’in,
ona verdiği cevapları ve onun Müslüman olmasını, bütün
ayrıntılarıyla içeren uzun bir hadisten kitabın üslubuna
uyan bazı bölümlerini zikrediyoruz:
Şem’un,
Resulullah’a,
"Bana akıl hakkında bilgi ver. Akıl nedir? Nasıldır? Akıldan
ayrılan kollar nelerdir? (Aklın ürünleri nelerdir?) Ve
bunların bütün kısımlarını bana açıklayın." diye sordu.
Resulullah
salla'llahu aleyhi ve alih şöyle buyurdu: "Akıl,
cahilliğin bukağıdır; nefis, en kötü hayvana benzer; bukağı
takılmazsa azar. Böylece akıl cahilliğin bukağıdır. Allah-u
Teâla aklı yaratıp ona, "Gel" dedi, o da geldi; ona "Dön"
dedi o da döndü; sonra Hak Teâla şöyle buyurdu: "İzzet ve
celalime andolsun ki, senden daha azametli ve senden daha
itaatkâr bir varlık yaratmadım; seninle başlayıp seninle
hilkati yenileyeceğim. Mükâfat senin içindir, azap da
sanadır."
Daha sonra akıldan
hilim (yumuşaklık), hilimden ilim, ilimden rüşt (olgunluk),
rüşdden iffet, iffetten korunma (sakınma), korunmadan hayâ,
hayâdan vakar (ağır başlı olmak), vakardan hayırlı işlerde
sebat (süreklilik) ve sebattan kötülükten nefret etmek,
kötülükten nefretten de nasihat edene itaat etmek ayrıldı.
Bunlar, akıldan ayrılan on tane hayır semeredir. Bunlardan
her biri de on ayrı kola ayrılır.
Hilmin
(yumuşaklığın) semereleri: Güzel davranmak, iyi insanlarla
arkadaşlık yapmak, aşağılıktan kaçınmak, alçaklıktan uzak
durmak, iyiliğe fazla istek, yüce derecelere yaklaşmak,
affetmek, iyi geçinmek, ihsanda bulunmak ve boşuna
konuşmamaktır. Bunlar hilim sayesinde akıllıya nasip olan
sıfatlardır.
İlmin semereleri:
Fakirliğe rağmen zenginlik (ilim vasıtasıyla kendini zengin
görmek), cimriliğe rağmen cömertlik (kişi yapısı itibariyle
cimri olabilir ama ilmin gereği olarak cömertlik yapar),
basitliğine rağmen heybetli olmak, hastalığa rağmen sağlıklı
olmak (vücudunun hasta olmasına rağmen morali yerinde
olmak), uzaklığa rağmen yakın olmak, inatçı ve ısrarlı
olmasına rağmen hayâlı olmak, hakirliğe rağmen yücelik,
düşüklüğe rağmen şerefli olmak, hikmet, itibar ve makama
sahip olmak. İşte bunlar, akıllının ilim vasıtasıyla elde
ettiği şeylerdir. O halde hem akıllı ve hem de alim olan
insana ne mutlu.
Rüşdün semereleri:
Doğruluk, hidayet, iyilik, takva, başarı, itidal (dengeli
olma), iktisat (ne savurgan ve müsrif ne de cimri olma),
mükâfat, kerem ve Allah’ın dinini tanımak. Bunlar akıllının
rüşd vasıtasıyla elde ettiği şeylerdir. Öyleyse ne mutlu
doğru yolda sabit olan kimseye.
İffetin semereleri:
(Takdirine) Razı olmak, mütevazı olmak, (hayırlardan)
faydalanmak, huzurlu olmak, (elinin altında bulunanların
halini) sormak, huşu, tezekkür (gafil olmamak), tefekkür,
bağışta bulunmak ve cömertlik. Bunlar, iffet vasıtasıyla
akıllı kimseye, Allah-u Teâla ve O’nun verdiği rızıktan
hoşnut olduğu takdirde, nasip olan şeylerdir.
Siyanetin (kendini
korumanın) kısımları: Salâh (doğruluk), tevâzu, züht, tevbe,
anlayış, edep, ihsan, sevgi kazanmak, hayırlı işlerde
bulunmak ve kötülükten sakınmak. Bunlar günahlardan korunma
vesilesiyle akıllının elde ettiği şeylerdir. Öyleyse
Allah’ın, siyanetle ikramda bulunduğu kullara ne mutlu.
Hayânın semereleri:
Yumuşaklık, şefkat, gizlide ve açıkta Allah’ı gözetmek,
sıhhat, kötülükten kaçınmak, güler yüzlülük, cömertlik,
başarı ve halkın arasında iyilikle anılmak. Bunlar hayâ
vasıtasıyla akıllının elde ettiği şeylerdir. Allah-u
Teâla’nın nasihatini kabullenip, O’nun ifşasından korkan
kimseye ne mutlu.
Vakarın (ağır
başlılığın) semereleri: Lütufta bulunmak, tedbirli olmak,
emaneti eda etmek, hıyaneti terketmek, doğru konuşmak,
namuslu olmak (fuhuştan korunmak), malını ıslah etmek (mal
ve servetini iyice koruyup yerinde harcamak), düşmana karşı
hazırlıklı olmak, kötülükten sakındırmak ve başıboşluğu
terketmek. Bunlar, vakar vasıtasıyla akıllıya nasip olan
şeylerdir. Vakarlı olan, cahil ve hafif olmayan, affedip
bağışlayan ve (başkalarının hatasını) görmezlikten gelen
kimseye ne mutlu.
Hayır işi
sürdürmenin sonuçları: Çirkin ve kötü işleri terketmek,
ahmaklıktan uzaklaşmak, günahtan çekinmek, yakine ermek,
kurtuluşu sevmek, Rahman (olan Allah)’a itaat etmek, delil
ve burhana saygı göstermek, Şeytandan sakınmak, adalete
boyun eğmek ve hakkı söylemek. Bunlar hayır işi sürdürmenin
sonucu olarak akıllıya nasip olan şeylerdir. Geleceğini ve
(kıyamet günü yeniden) dirileceğini unutmayan ve dünyanın
faniliğinden ibret alan kimseye ne mutlu.
Kötülüğü sevmemenin
sonuçları: Vakar (ağırbaşlılık), sabır, başarı, açık ve
doğru yol üzerinde olmak, hidayeti sürdürmek, Allah’a iman
etmek, halka karşı saygılı olmak, ihlaslı olmak, kendisini
ilgilendirmeyen boş şeyleri terketmek ve kendisine yararlı
olan işleri korumak. Bunlar şerri sevmemekten dolayı
akıllıya nasip olan şeylerdir. Ne mutlu, Allah’ın hakkını
yerine getiren ve Allah yolunun sağlam iplerine
(nişanelerine ) sarılan kimseye.
İnsanın hayrını
isteyenin sözlerine itaat etmenin sonuçları: Aklın
çoğalması, fikrin olgunlaşması, iyi akıbetli olmak,
kınanmaktan kurtuluş, (hakkı) kabul etmek, dostluk, gönül
açıklığı, insaf, (hayır) işlerde (diğerlerinden) öne geçmek
ve Allah’a itaat etmede güçlü olmak. Ne mutlu heva ve heves
meydanlarından kurtulan kimseye. Bütün bunlar akıldan
türeyen hasletlerdir.
Daha sonra
Şem’un,
Resul-i Ekrem’e:
"Cahilin nişanelerini de açıklayın." dedi.
Resulullah
salla'llahu aleyhi ve alih şöyle buyurdular: "Cahil ile
dost olursan, seni zahmete düşürür; uzak durursan
küfreder. Sana bir şey verirse minnet eder; sen bir şey
verdiğinde nankörlük eder. Sırrını ona söylersen hıyanette
bulunur; sana sırrını söylerse seni (onu yaymakla) suçlar.
Zenginleşirse azar, kaba ve katı yürekli olur; fakirleşirse
Allah’ın nimetlerini inkâra kalkışır ve günahtan çekinmez.
Sevinçli olursa, haddini aşar ve azgınlık yapar; üzülürse,
ümitsizliğe kapılır. Güldüğünde, kahkahayla güler;
ağladığında çığlık atar; iyilere dil uzatır. Allah’ı sevmez;
O’nun haklarını gözetmez; Allah’tan utanmaz ve O’nu anmaz.
Kendisini razı edersen, seni metheder ve hakkında gerçeği
olmayan güzel şeyler söyler; sana sinirlenirse, övgüleri
kesilir, hakkında gerçeği olmayan kötü şeyler söyler. İşte
cahilin durumu budur."
Şem’un, daha
sonra "İslâm’ın nişanesini açıklayın?" dedi.
Resulullah
salla'llahu aleyhi ve alih şöyle buyurdular: "İslâm’ın
nişanesi iman, ilim ve ameldir."
"İman, ilim ve
amelin nişanesi nedir?"
diye sorduğunda ise
Resulullah salla'llahu aleyhi ve alih şöyle
buyurdu:
"İmanın alameti
dörttür: Allah’ın birliğini ikrar etmek; O’na, O’nun
kitaplarına ve peygamberlerine inanmak.
İlmin alameti ise
dörttür: Allah’ı tanımak, O’nun dostlarını tanımak, ilahî
farizaları bilmek ve onları eda etmekte ihmalkârlık
yapmamak.
Amelin nişaneleri
ise şunlardır: Namaz, oruç, zekât ve ihlaslı olmak."
Sonra
Şem’un,
Resulullah’a,
"Doğru kimsenin, müminin, sabırlının, tövbe edenin,
şükredenin, huşu sahibinin,
salih kimsenin,
başkalarının hayrını isteyenin, yakin ehlinin, ihlas
sahibinin, zahidin, iyinin, takvalının, tekellüf ehlinin,
zalimin, riyakârın, münafığın, hasetçinin, israf edenin,
gafilin, hâinin, tembelin, yalancının ve fâsığın
alametlerini açıklayın." dedi.
Resulullah
salla'llahu aleyhi ve alih şöyle buyurdu:
"Doğru olan kimsenin alameti dörttür: Doğru konuşur;
Allah’ın müjdesini ve korkutmasını tasdik eder; ahdini
yerine getirir ve hıyanetten kaçınır.
Müminin alameti de, şefkatli, anlayışlı ve hayâlı olmaktır.
Sabırlının alameti
de dörttür: Zorluklara karşı sabreder; iyi işlerde kararlı
olur, tevâzu ve hilim sahibidir.
Tövbe edenin de
alameti dörttür: Sırf Allah’ın rızası için amel eder; batılı
terkeder; hakka sarılır ve hayırlı işlere çok ilgi gösterir.
Şükredenin de
alameti dörttür: Nimetler karşısında şükreder; belaya karşı
sabırlı olur; Allah’ın kısmet ettiği şeyle yetinir ve
Allah’tan başkasına hamd ve tazimde bulunmaz.
Huşu sahibinin
alameti dörttür: Gizli ve açık her yerde Allah’ın
gözetiminde olduğunu bilir; iyi işler yapar; kıyameti
düşünür ve Allah’la münacat eder.
Salih kimsenin
alameti de dörttür: Kalbini arındırır; amelini düzeltir;
kazancını ve bütün işlerini ıslah eder (İslamî ölçülere göre
düzene sokar).
Başkalarının hayrını
isteyen kimsenin alameti de dörttür: Hakk üzere hükmeder,
kendi aleyhine bile olsa hakkı söyler; kendisi için istediği
şeyi başkaları için de ister ve hiçbir kimseye haksızlık
etmez.
Yakin ehlinin
alameti ise altıdır: Allah’ın varlığına yakin edip O’na iman
getirir; ölümün hak olduğuna yakin edip ona karşı dikkatli
olur; kıyamet gününün hak olduğuna yakin edip o günde rezil
olmaktan korkar; cennetin hak olduğuna yakin edip onu özler;
cehennemin hak olduğuna yakin edip ondan kurtulmak için
belirgin bir şekilde çaba gösterir ve hesabın hak olduğuna
yakin edip kendi nefsini hesaba çeker.
İhlas sahibinin
alameti dörttür: Kalbi (şirk, küfür, kin vb. şeylerden) ve
azâsı (günah yapmak, eziyet etmek vb. şeylerden) salim
kalır; başkalarına iyilik yapar ve kötülük yapmaktan
çekinir.
Zâhidin alameti on
şeydir: Haramlara (rağbet) göstermez; nefsine hakim olur;
Rabbinin farizelerini yerine getirir; köle ise güzel itaat
eder; efendi ise iyi yönetir; ne taassubu olur, ne de kini;
kendisine kötülük yapana iyilik yapar; zarar verene hayırla
karşılık verir; kendisine haksızlık yapanı affeder ve
Allah’ın hakkına boyun eğer.
İyi insanın alameti
de on şeydir: Allah için sever. Allah için buğzeder; Allah
için biriyle arkadaş olur; Allah için arkadaşlığını bozar;
Allah için öfkelenir; Allah için hoşnut olur; Allah için
çalışır, Allah’ı arzular; temiz, ihlaslı, hayâlı, korkulu
olup amellerini gözetleyen Allah’a karşı huşu içerisinde
olur ve Allah yolunda ihsanda bulunur.
Takvalının alameti
ise altı şeydir: Allah’tan korkar. Allah’ın sorgusundan
sakınır. Allah’ı görürcesine akşamlayıp sabahlar; dünyayı
önemsemez ve ahlakı güzel olduğu için dünyanın hiçbir şeyini
büyük saymaz.
Mütekellif olanın
(zorla kendisini ehil göstermek isteyen kimsenin) alameti
dörttür: Faydasız şeylerde tartışır; kendisinden üstün olan
kimseyle çekişir; ulaşamayacağı şeye el uzatır ve gayretini,
kendisini kurtarmayacak şeylerde sarfeder.
Zalimin alameti de
dörttür: Kendisinden üst seviyede olana itaat etmemekle
zulüm yapar; kendisinden aşağıdakileri zorla kendisine köle
yapar; hakka düşman olur ve açıkça zulmeder.
Riyakârın alameti de
dörttür: Yanında birisi bulunduğunda, Allah yolunda
çalışmaya ilgi gösterir; yalnız olduğunda ise tembel olur;
her işinde övülmesini çok sever; ismini iyi tanıtmaya
çalışır.
Münafığın alameti de
dörttür: Batını bozuktur; dili kalbiyle, sözü ameliyle ve
içi de dışıyla çelişir. Cehennem ateşinde yanacak münafığın
vay haline.
Hasetçinin alameti
de dörttür: Gıybet, dalkavukluk ve (başkalarını) başlarına
gelen musibetle yermek.
Müsrifin alameti
dörttür: Batıl ile iftihar etmek; malik olmadığı şeyi
(veresiye) yemek, hayır işleri yapmaya ilgi duymamak ve
kendisine yararı dokunmayan kimseleri eleştirmek.
Gafilin alameti de
dörttür: Kalp gözünün körlüğü, yanılgı içerisinde olmak,
oyalanmak ve unutkanlık.
Tembelin alameti de
dörttür: Kusur haddine dek gevşeklik eder; işleri zayi
edecek derecede kusur gösterir; tahammülsüz oluncaya dek
işleri zayi eder ve günaha sürükleninceye dek tahammülsüz
olur.
Yalancının alameti
de dörttür: (Bir şey) söylediğinde doğru söylemez;
(kendisine bir şey) söylendiğinde (söyleyeni) doğrulamaz;
söz gezdirir ve iftirada bulunur.
Fasığın alameti de
dörttür. (Haram) eğlenceye düşkün olmak, boş şeylerle
uğraşmak, düşmanlık beslemek ve iftirada bulunmak.
Hainin alameti
dörttür: Allah’a isyanda bulunmak, komşulara eziyet etmek,
dostlara kin beslemek ve azgınlara yaklaşmak.
Sonra
Şem’un
Peygamber-i Ekrem’e
şöyle dedi: "Bana şifa verdin; körlükten çıkarıp basirete
kavuşturdun. Öyleyse, hidayet yollarını bana öğret."
Resulullah
salla'llahu aleyhi ve alih de bunun üzerine şöyle
buyurdu:
Ey
Şem’un, şüphesiz
cinlerden ve insanlardan dinini elinden çıkarmak için seni
takip eden ve seninle savaşan düşmanların vardır.
İnsanlardan olan düşmanların: Ahirette payları olmayan,
Allah katında olana ilgi göstermeyen, bütün gayretlerini
halkı (yaptıklarından dolayı) ayıplamaya sarfedip,
kendilerini hiçbir zaman yermeyen ve yaptıkları amellerden
çekinmeyen kimselerdir. Seni salih gördüklerinde, haset edip
"Riyakâr"dır derler, fâsid olduğunu gördüklerinde ise,
"Ondan hayır beklenmez" derler.
Cinlerden olan
düşmanların ise, Şeytan ve onun askerleridir. (Evladın
öldüğünde sabrını elinden almak için) yanına gelip "Oğlun
öldü" derse, cevabında: "Diriler, ölmek için
yaratılmışlardır; vücudumun bir parçası olan oğlum cennete
gidiyor; bu da benim için sevindiricidir" de. Yanına gelip
"Malın elinden çıktı" derse, ona şöyle cevap ver:
"Hamt Allah’a ki (kendisi) verdi ve (kendisi de) aldı ve
zekâtı benden kaldırdı; artık üzerimde zekât yoktur." Yanına
gelip "Halk, sana zulüm yapıyor ama sen karşılık
vermiyorsun" derse, de ki: "(Kıyamet gününde) ancak
insanlara zulüm edenler ve haksız yeryüzünde azgınlıkta
bulunanlar suçlu sayılırlar." Ama
"İyi iş yapanlara bir sorun yoktur." Yanına
gelip seni, bencilliğe sürüklemek amacıyla "İyi işlerin
ne kadar çoktur" derse, "Kötü işlerim iyi işlerimden
daha çoktur." diye cevap ver. Gelip "Ne kadar çok namaz
kılıyorsun" derse, "Gafletim namazımdan daha çoktur"
diye cevap ver. "Halka ne kadar bağışta bulunuyorsun!"
derse, de ki: "Aldığım, verdiğimden daha çoktur." "Sana
zulüm yapan ne kadar çoktur" derse, "Zulüm yaptığım
kimseler daha çoktur" de. Gelip "Ne kadar iyi amelde
bulunuyorsun" derse, "Çok günah işlemişim" diye cevap
ver. Yanına gelip "Şarap iç" derse, "Ben günah
işlemem" de. Yanına gelip "Dünyayı sevmiyor musun?
derse, "Hayır sevmiyorum, ona aldanan (ben değilim)
başkasıdır" diye cevap ver.
Ey
Şem’un, iyilere
katıl; Yakup,
Yusuf ve
Davud gibi
peygamberlere tabi ol. Allah-u Tebâreke ve Teâla, en aşağı
tabakayı yarattığında, bu tabaka övünerek kükredi ve "Kim
bana galip gelebilir?" dedi. Allah-u Teâla yeri yaratıp
aşağı tabakanın üzerine yayınca, aşağı tabaka ram oldu.
Sonra da yer övünüp "Kim bana galip gelebilir" dediğinde
Allah-u Teâla, üzerinde olanları sarsmaması için dağları
yaratıp çivi gibi yere çaktı. Bunun üzerine, yer yatışıp
sakinleşti. Daha sonra dağlar yere karşı övünüp başını
yukarı dikerek, gururlu bir şekilde "Kim bizlere galip
gelebilir?" dediğinde Allah demiri yarattı. Demir, dağları
parçalayınca, onlar da ram olup yatıştılar. Sonra demir
dağlara karşı övünüp "Kim bana gâlip gelebilir?" dediğinde,
Allah ateşi yarattı. Ateş demiri eritince, demir de râm olup
sakinleşti. Sonra ateş galeyana gelip övündü ve "Kim bana
galip gelebilir?" dedi. Allah suyu yarattı; su onu
söndürünce ateş de râm oldu. Sonra su övündü ve coşup
taşarak "Kim bana gâlip gelebilir?" dediğinde Allah rüzgarı
yarattı, rüzgar suyun dalgalarını harekete geçirerek
derinliğinde bulunanları altüst edip akmasını engelledi.
Bunun üzerine su da râm oldu.
Sonra rüzgar övünüp
kıvranmaya başlayıp fırtına şeklinde eserek "Kim bana gâlip
gelebilir?" dedi. Allah ne rüzgarın ne de başka hiçbir şeyin
sızamayacağı binalar ve sığınaklar yapması için insanı
yarattığında rüzgar da ram olup sakinleşti. Sonra insan da
azıp "Kim benden daha kuvvetlidir?" demeye başlayınca, Allah
ölümü yarattı. Ölüm ona gâlip gelince, insan da râm oldu.
Sonra ölüm de kendi kendine övünmeye başladığında, Allah-u
Teâla şöyle buyurdu: "Kendine övünme, seni cennet ve
cehennem ehlinin arasında kesip bir daha da
diriltmeyeceğim." Bunun üzerine ölüm de korktu (övünmeği
bıraktı). Sonra Resulullah
salla'llahu aleyhi ve alih şöyle devam etti: "Hilim
gazaba, merhamet öfkeye, sadaka da günaha galip gelir."