HZ. Ali (A.S)’IN SİRESİ İLE
Fahrettin ALTAN
Birinci Bölüm: Kardeşi Resulullah İle Birlikte
Hz.
Ali (a.s)’ın kendisi buyurmuştur ki:
“Resulullah’a akrabalık açısından ne kadar
yakın ve yanında nasıl özel bir makama sahip
olduğumu biliyorsunuz. Çocukken beni kucağına
alır, beni bağrına basar, yatağına alır, güzel
kokusunu bana koklatır ve lokmayı çiğnedikten
sonra onu bana yedirirdi. Ne sözümde bir yalan
ve de amelimde bir çirkinlik bulmuştur.”
Hz.
Ali (a.s) buyurmuştur ki:
“Benim
Resulullah (s.a.a)’in yanında, hiç kimsenin
sahip olmadığı özel bir makamım vardı. Ben her
seher vakti Resulullah’ın yanına uğrayıp O’na
selam veriyordum (ve böylece O’ndan
faydalanıyordum).”
Hz.
Ali (a.s) buyurmuştur ki:
“Resulullah
(s.a.a)’den bir şey sorduğumda cevabını
veriyordu; sustuğumda ise O’nun kendisi söze
başlıyordu (ve böylece O’nun ilminden mümkün
olduğu kadar yararlanmış oluyordum).”
Hz.
Ali (a.s) buyurmuştur ki:
“Allah’a
and olsun ki, nazil olan her ayetin neyin
hakkında nazil olduğunu ve nerede nazil
olduğunu biliyorum. Çünkü Rabbim bana
algılayan bir kalp ve çok soru soran bir dil
bağışlamıştır.”
Bureydet’ul- Eslemî şöyle diyor:
“Resulullah
(s.a.a) ile yolculuğa çıktığımızda, Hz. Ali
(a.s) O Hazretin eşyasının sahibi idi; onu
kendisinden ayırmazdı. Bir yerde
konakladığımızda Hz. Peygamber’in eşyalarını
incelerdi; tamire ihtiyaç gördüğü her şeyi
tamir ederdi; tamir edilmesi gereken şey,
ayakkabı veya naleyn bile olsaydı onu dikerek
tamir ederdi.”
Musa
bin Seleme şöyle diyor:
“Cafer bin
Abdullah’tan, Hz. Ali’ye isnat edilen
Mescid’un- Nebi’nin sütunlarından birisi
hakkında sordum. Cevaben şöyle dedi: “Bu,
muharris (koruyucu) sütunudur. Ali bin Ebi
Talib, Resulullah (s.a.a)’in kabrinin, -yani
O’nun evinin kapısı semtinde olan bu sütünun-
yanında oturup Hz. Peygamber (s.a.a)’i
koruyordu.”
Ebu
Kehmes’den şöyle dediği nakledilmiştir:
“İmam
Sadık (a.s)’a; “Abdullah bin Ebi Ya’fur’un
sana selamı vardı.” dedim.
İmam
(a.s) cevaben buyurdular ki:
“Sana
da ve ona da selam. Abdullah’ın yanına
gittiğinde ona selamımı söyle ve de ki: Cafer
bin Muhammed senin için şöyle diyordu: “Hz.
Ali (a.s)’ı, Resulullah (s.a.a)’in yanındaki
makama ulaştıran özelliklere bak ve onları
riayet etmeye çalış. Şüphesiz Hz. Ali’yi
Resulullah (s.a.a)’in yanındaki makama
ulaştıran haslet, ancak ve ancak doğru
konuşması ve emanettarlığı idi.”
İmam
Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“...Allah’a
and olsun ki, Ali bin Ebi Talib (a.s), bu
dünyadan göçene dek dünya malından kesinlikle
haram bir lokma yemedi. Allah’ın rızası olan
iki işle karşılaştığında, onlardan en çetin ve
zahmetlisini tercih ederdi: Resulullah
(s.a.a), kendisi için vuku bulan her hadisede,
Hz. Ali’ye güvendiğinden dolayı onu çağırarak
ondan yardım alırdı. Bu ümmetten hiç kimse,
Hz. Ali (a.s) kadar, Resulullah (s.a.a)’in
yaptığı amele güç yetirememiştir (onun yolunu
tam manasıyla kat edememiştir). Bunca amel ve
çabasına rağmen sürekli olarak, cennet ve
cehennemi gözleri önünde gören ve bir taraftan
cennet mükafatını ümit edip diğer taraftan ise
cehennem azabından korkan bir kimse gibi
çalışırdı.”
Hz.
Ali (a.s) buyurmuştur ki:
“Canıma and
olsun ki, hakla muhalefet eden ve sapıklık
yolunda yürüyen kimseye karşı savaşmakta
yağcılık (müsamaha) ve gevşeklik yapmam.”
Hz.
Ali (a.s) buyurmuştur ki:
“... Kusur
bulmaya çalışan ve göz ve kaşıyla işaret eden
hiçbir kimse, benim hakkında bir kusur ve ayıp
bulamamıştır. En düşük insan benim yanımda,
hakkını (zalimden) alıncaya dek azizdir; güçlü
olan kimse ise benim yanımda, diğerlerin
hakkını ondan alıncaya dek güçsüzdür. Biz
Allah’ın kaza ve kaderine razı, O’nun emrine
ise teslimiz.”
Hz.
Ali (a.s) buyurmuştur ki:
“Allah’a and olsun ki, ben bu harekette
(Arapların hidayet ve kurtuluşa kavuşmasında),
İslam ordusunun öncüleri arasında idim;
nihayet düşman ordusu mağlup olarak yüz
çevirip kaçtı. Ben (bu harekette) asla
yılmadım ve korkmadım. Benim bugün (Basra
halkına doğru) hareketim, Hz. Peygamber’in
zamanındaki hareketim gibidir. Hakkı, batıl
arasından ortaya çıkarmak için mutlaka batılı
parçalayacağım.
Benim
Kureyiş’le ne işim var! Allah’a and olsun ki,
kafir oldukları gün de onlarla savaştım; bugün
de fitneye duçar olup hak yoldan saptıkları
için onlarla savaşacağım. Dün onların
fitneleri karşısında durup onlarla savaştığım
gibi bugün de onların fitneleri karşısında
durup onlara karşı savaşacağım.”
Hz.
Fatıma (a.s) buyurmuştur ki:
“(Sakife
ehlinin) Hz. Ali’den intikam almalarının
sebebi ne idi?! Allah’a and olsun ki, O’nun
düşmanları çiğnemesinden, mücadelesinde ibret
verici cezasından, kılıcının hak yolunda
kimseyi tanımamasından, ölüme itina
etmemesinden, Allah’ın kitabı hakkında derin
bilgiye sahip olmasından ve Allah için
münafıklara karşı öfkesinden dolayı O’ndan
intikam aldılar.”
Hz.
Ali (a.s) buyurmuştur ki:
“Kendilerine yönetici olduğum kimseler
hakkında zulüm yapmakla zafere ulaşmayı talep
etmemi mi emrediyorsunuz bana?! Allah’a and
olsun ki. Gece ve gündüz birbiri ardınca
dolaştıkça, gökte yıldız yıldızı takip ettikçe
böyle bir işi yapmayacağım. Eğer bu mal benim
kendi malım olsaydı, onu mutlaka onların
arasında eşit olarak paylaştırırdım; şimdi
nasıl haksızlık yapabilirim! Oysa mal Allah’ın
malıdır!”
Hz.
Ali (a.s) buyurmuştur ki:
“Şamlıların, mızrakları karşısında hazır
bulunmam ve kılıçların darbesi karşısında
sabırlı olmam için bana haber göndermeleri ne
de şaşılacak şey! Anaları oğullarını kaybetsin
(onların yaslarında ağlasın)! Ben şimdiye dek
asla savaşla tehdit edilmedim
ve kılıç darbesinden korkmadım. Ben Rabbimden
bir yakin üzereyim ve dinim hakkında asla
şüpheye düşmedim.”
Bir
rivayette şöyle nakledilmiştir:
“... Hz.
Ali (a.s)’ın Leylet’ul- Herir
gecesi öldürdüğü kimseleri, O Hazretin vuruş
tarzından tanıyorlardı; çünkü öldürdüğü
kimselerin hepsi aynı şekilde öldürülmüşlerdi.
Eğer kılıcı uzunlamasına (tepesinden) vurmuş
olsaydı, ikiye bölüyordu; eğer enlemesine
(ortasından) vurmuş olsaydı, yine ikiye
bölüyordu; kılıcın yeri sanki dağlanmıştı.”
Bir
rivayette de şöyle geçmiştir:
“Hz. Ali
(a.s)’ın iki çeşit vuruşu vardı; rakibinden
uzun olduğunda başından vurup ikiye bölerdi;
rakibinden kısa olduğunda ise belinden vurup
ikiye bölerdi. Düşmanına bir darbeden fazla
vurmazdı.”
Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:
“Ya Ali!
Allah Teala seni, yoksulları seven, onları
birer takipçiler olarak beğenen ve onların da
seni imam bilerek kabul eden birisi
kılmıştır.”
Muğayre-i Zabbi şöyle diyor:
“Hz. Ali
(a.s), köle ve kullara karşı herkesten daha
eğilimli ve daha şefkatli idi. Oysa Ömer,
onlardan titizlikle uzak durmaya çalışıyordu.”
Hz.
Ali (a.s) buyurmuştur ki:
“Ey
insanlar! Allah’a and olsun ki, sizi (ilahi)
itaate teşvik ettiğim her işte, sizin ona
doğru en önde gideninizim; sizi sakındırdığım
günahlardan ise, sizden önce ondan en çok
sakınanım.”
19-
Muaviye’nin Yanında Methedilmesi
Zırar
bin Zamure el-Ken’anî, Muaviye’nin yanına
vardığında Muaviye ona; “Ali’yi bana tavsif
et” dedi. Zırar cevaben; “Beni bu işten muaf
et...” dedi. Muaviye; “Muaf etmem,
söylemelisin” deyince, Zırar şöyle dedi:
“Söylemem gerekiyorsa o zaman bil ki, o şöyle
birisi idi:
Allah’a and olsun ki o, aklın
algılayabilmesinden çok uzak ve gücü çok
şiddetli birisi idi. Aydınlatıcı söz söylerdi,
adaletle hükmederdi, ilim ve hikmet onun her
yönünden kaynar ve coşardı. Dünya ve onun
süsünden vahşet ederdi; gece ve onun
karanlığında rahatlık hissederdi (ibadet
etmekle huzur bulurdu).
Allah’a and
olsun ki, o çok basiretli ve yüce fikirli
birisi idi...(Tevazu nişanesi olan) Kısa
elbise ve katıksız yemeği severdi. Allah’a and
olsun ki o, bizlerden birisi gibi idi; onun
yanına gittiğimizde bizi kendine
yaklaştırırdı; ondan bir şey istediğimizde
icabet ederdi; bize bu kadar şefkatli ve yakın
olmasına rağmen heybetinden dolayı onunla
konuşmaya cesaret edemiyorduk.”
Zazan
şöyle diyor:
“Hz. Ali
(a.s), pazarda tek başına dolaşıyordu, yolunu
kaybedene yol gösteriyordu, güçsüzlere
yardımda bulunuyordu, satıcı ve sebzecilerin
yanından geçtiğinde Kur’ân’ı açıp şu ayeti
onlara okuyordu: “İşte ahiret yurdu; biz onu,
yeryüzünde büyüklenmeyi ve bozgunculuk
çıkarmayı istemeyenlere (armağan) ediyoruz.
(Güzel) sonuç da takva sahiplerinindir.”
Hz.
Ali (a.s) buyurmuştur ki:
“Allah’a
and olsun ki, karıncanın ağzındaki arpa
kabuğunu alarak Allah’a isyan etmem için bana
yedi iklimle göklerin altındakiler verilse,
gene de bu işi yapmam. Dünyanız benim yanımda,
çekirgenin ağzında çiğnediği bir yapraktan
daha değersizdir. Ali’nin fani olacak nimetler
ve geçici lezzetlerle ne işi vardır!”
Hz.
Ali (a.s) buyurmuştur ki:
“Allah-u
Teala beni, yaratıklarına İmam (önder)
kılmıştır. İşte bundan dolayı, fakirlerin beni
örnek edinmesi ve zenginlerin serveti
kendilerini azdırmaması için, şahsi işlerimde,
yememde, içmemde ve giyimimde güçsüz insanlar
gibi yaşamayı bana farz kılmıştır.”
Hz.
Ali (a.s) buyurmuştur ki:
“Eğer
isteseydim, balın safını ve buğdayın halisini
yemeğe ve ipek elbise giyinmeğe yol
bulabilirdim. Fakat heyhat! Hicazda veya
Yemame’de bir ekmek bile bulamayan, tokluk,
doyumluk denen şeye ulaşamayan nice yoksullar
varken nefsimin beni yenmesi, lezzetli
yemekler yemeğe götürmesi nasıl mümkün
olabilir! Çevremde aç karınlar, susuzluktan
yanmış ciğerler varken geceyi nasıl tok olarak
geçirebilirim!
Hz.
Ali (a.s) hakkında şöyle nakledilmiştir:
“Emir’ul-
Muminin Hz. Ali (a.s) cihat ve savaştan
döndüğünde, halkın eğitimi, öğretimi ve
onların arasında kadılık yapmakla meşgul
oluyordu; bu işlerden ayrıldığında da kendi
bahçesinde çiftçilikle meşgul oluyordu; bu
halinde de sürekli Allah-u Teala’yı anıyordu.”
İmam
Cafer’us- Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“Emir’ul-
Muminin Ali (a.s), yemek açısından Resulullah
(s.a.a)’e herkesten daha çok benziyordu.
Kendisi ekmek, sirke ve zeytin yağı yiyordu;
ama halka ekmek ve et veriyordu.”
İmam
Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“Emir’ul-
Muminin Ali (a.s) bazen, kendisiyle birlikte
hurma çekirdeği yükü olduğu halde şehirden
çıkıp çöle doğru gidiyordu. “Ya Ebe’l- Hasan!
Kendinle götürdüğün bu yük nedir?” diye
sorduklarında; “İnşaallah bunların her biri
bir hurma ağacıdır” buyuruyordu. Sonra gidip
onlardan hiçbir tane bırakmaksızın hepsini
ekiyordu.”
Hz.
Ali (a.s) şöyle buyuruyordu:
“Ey
Kufe halkı! Eğer ben sizin yanınızdan, şahsi
ev eşyam, devem ve kölemden gayri her hangi
bir şeyle çıkmış olursam, o zaman bilin ki ben
hâinim.”
-Hz. Ali
hükümeti süresince, Beyt’ul- Maldan su-i
istifade etmiyordu- Nafakası (geçim masrafı),
Medine’de olan Yenba’ bölgesinin mahsulünden
temin ediliyordu.”
Hz.
Ali (a.s) buyurmuştur ki:
“Allah’a
and olsun ki, cübbemi o kadar yamattım ki,
artık yamayandan utandım. Birisi bana; “Bunu
kendinden uzaklaştırmak zamanı gelmemiş mi?”
dedi. Ona; ‘Benden uzaklaş; sabah olunca halk,
gece yol alanları över.’ dedim.”
İmam
bakır (a.s) buyurmuştur ki:
“...
Emir’ul- Muminin Ali (a.s), beş yıl
yöneticilik yaptı; bu müddet içerisinde bir
tuğlayı bir tuğla ve bir kerpici bir kerpiç
üzerine bırakmadı; her hangi bir araziyi
kendisine tahsis etmedi; kendisinden sonra
beyaz dirhem ve kızıl dinar miras bırakmadı.”
Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:
“Kim,
Adem’in ilmine, Nuh’un takvasına, İbrahim’in
hilmine, Musa’nın heybetine ve İsa’nın
ibadetine bakmak istiyorsa, Ali bin Ebi
Talib’e baksın.”
Hz.
Ali (a.s) hakkında şöyle söylemişlerdir:
“Hz. Ali
(a.s), sanki kırılıp sonra düzeltilmişti;
beyaz saçlarını boyamazdı; hafif bir şekilde
yürürdü; sürekli tebessüm ederdi.”
İmam
Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“Hz.
Ali (a.s) sabah olunca, amelleri yazan iki
meleğe hitaben şöyle diyordu: Merhaba amelleri
yazıp koruyan siz iki meleğe. Allah’ın
isteğiyle sizin sevdiğiniz şeyi size söyleyip
yazacağım.”
“Bu
sözlerden sonra güneş doğana dek sürekli
tesbih (subhanellah) ve tehlil (Lâ ilâhe
illâllah) zikriyle meşgul oluyordu; ikindiden
sonra da güneş batana dek sürekli bu zikirleri
söylemekle meşgul oluyordu.”
Kuşeyr
tefsirinde şöyle nakledilmiştir:
“Hz.
Ali (a.s), namaz vakti ulaştığında rengi
değişerek titriyordu. Kendisine; “Ne oldu
sana, neden durumun böyle değişti?”
dediklerinde şöyle buyuruyordu:
“Emaneti
eda etmek vakti ulaştı; Allah Teala o emaneti
göklere, yere ve dağlara sundu; ama onlar onu
yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya
kapıldılar; onu insan yüklendi...”
İmam
Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“Emir’ul-
Muminin Hz. Ali (a.s), abdest aldığında
kimsenin O’nun eline su dökmesine izin
vermezdi ve; “Namazımda hiç kimseyi ortak
yapmayı sevmiyorum” buyuruyordu.”
İmam
Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“Emir’ul-
Muminin Hz. Ali (a.s), namaz için abdest
aldığında, yüzünü onunla kuruladığı özel bir
havlusu vardı; yüzünü kuruladıktan sonra onu
bir çiviye asardı; İmam (a.s)’dan başka kimse
ona dokunmazdı.”
İmam
Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“Emir’ul-
Muminin Hz. Ali (a.s), evinde namazı için ne
küçük ve ne de büyük bir oda ayırmıştı. Akşam
olduğunda, çocuklarından birini yatmak için o
odaya götürüyor ve orada namazını kılıyordu.”
Abduhayr şöyle diyor:
“Hz.
Ali (a.s)’ın, parmağına taktığı dört yüzüğü
vardı: Şeref ve yüceliği için Hadid-i Sini,
korunması için de Akik yüzük takardı.
Yakut
yüzüğünün kaşına şöyle yazılmıştı: “Lâ ilâhe
illâllah el-melik’ul- hakk’ul- mubin”
Firuze’nin kaşına da şöyle yazılmıştı:
“Allah’u Melik’ul- hak” Hadid-i Sini’nin
kaşına da şöyle yazılmıştı: “el-İzzetu lillahi
cemian” Akik’in kaşına da şu üç cümle
yazılmıştı: “Mâşaellah, lâ kuvvete illa
billah, esteğfirullah”
İmam
Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“Hz. Ali
(a.s), bir şeyden endişelenip rahatsız
olduğunda namaza sığınıyordu. Sonra şu ayeti
okuyordu: “Sabır ve namazla yardım dileyin.”
Yine
İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“... Hz.
Ali (a.s), ömrünün solarında her gece ve
gündüz bin rekat namaz kılıyordu.”
Hz.
Ali (a.s) buyurmuştur ki:
“Allah’a
and olsun ki, kesinlikle Rabbimden, siması ve
boyu güzel bir evlat istemedim; ancak
Allah’tan, O’na İtaat eden ve O’ndan korkan
evlatlar istedim; öyle evlat ki, ona
baktığımda onu Allah’a itaat eden göreyim de
gözüm nurlu olsun.”
İbn-i
Abbas diyor ki:
“Hz.
Ali (a.s), bütün işlerinde Allah Teala’nın
rızayetine (razı olduğu şeye) tabi oluyordu.
İşte bundan
dolayı “Murtaza” diye adlandırılmıştır.”
|